Çok uzun süredir dünya sistemi var olan ya da yaratılan krizler üzerinden varlığını sürdürmeye çalışıyor. Dünyada yaygınlaşan otoriter yönetimler, hem ulusal hem de uluslararası düzeyde yarattıkları krizlerle, iç tepkileri bastırmayı ya da manipüle ederek başka yerlere kanalize etmeyi amaçlıyor. Son yıllarda hem ulusal hem de uluslararası alanda yarattığı pek çok siyasi krizle AKP kendi otoriter yönetim anlayışını yerleştirme ve bu konudaki dikkatleri başka alanlara çevirme konusunda ciddi mesafeler katetti. Üstelik bu tek ve başat bir yöntem olarak da kullanılmıyor. Türkiye Rusya, İngiltere, sistemle sorun yaşayan ancak her biri kendi ülkesinde otoriter birer rejim olan ülkelerle ilişkilerini geliştirirken, dönemsel olarak başka kimi ülkelerle kriz üretme politikasını da sürdürüyor.
Daha önce kritik dönemlerde, Rusya, Almanya, İsrail, Hollanda, Irak, İran, Yunanistan, ABD ile krizler yaşayan AKP daha sonra bu krizlere rağmen bütün bu ülkelerle ikili ilişkilerini ve kendisini var edecek anlaşmaları da sürdürdü. Bütün bu krizlerin dönemsel, politik ihtiyaçlara göre çıkarılıp daha sonra sönümlendirildiği göz önüne alındığında, yaratılan her krizin krizi yaratanların ihtiyaçlarına cevap olabilecek nitelikte tasarlandığını ortaya koydu.
Vize krizi, Erdoğan’ın korumalarının şiddete karışması sonucu haklarında alınan karar, Reza Zarrab davası, S-400’lerin alınmasıda karşı karşıya gelen Türkiye ile ABD bu kez, Türkiye’de 21 aydır tutuklu bulunan din görevlisi Andrew Brunson’un tutukluluk halinin devam etmesi üzerine krizin eşiğine geldi. Öncelikle, Trump’ın Brunson meselesinde bu kadar üst perdeden açıklamalar yapması, sadece mizacı ve siyaset yapma tarzıyla ile açıklanamaz. Tepkinin dozajı, AKP’nin, ABD ile kimi konularda vardığı perde arkası anlaşmaların gereğinin yerine getirilmemesinin Trump yönetiminde yarattığı öfkenin dışavurumu olduğunu gösteriyor. Zaten Washington Post, Brunson’ın serbest bırakılması konusunda Türkiye ile ABD arasında bir takas anlaşması yapıldığını duyurdu. Bu habere göre, İsrail’de tutuklanan Ebru Özkan’ın serbest bırakılması karşılığında Türkiye yönetimi Brunson’un serbest bırakılmasını teklif etti. Trump, İsrail yönetimi ile konuşarak Özkan’ın serbest bırakılmasını sağladı; ancak Türkiye Brunson’u ev hapsine aldı.
Böylece hukukun artık uluslararası düzeyde bir “rehinlik ve takas” siyasetinin bir parçası gibi işlediği de bu olayla dünyaya deklare edildi. Devletli yapılarda oluşan hukuk böyle işlediği gibi AİHM ve diğer benzeri uluslararası hukuk kurumlarının da devletlerin çıkarlarına göre karar aldıkları biliniyor. Mesele hukukun olup olmadığı değil, var olan hukukun ne olduğu, neye yaradığı ve ne işlev gördüğüdür. Türkiye’de hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde yargı ve hukuk “siyaset yapıcı” bir enstrüman olarak kullanılıyor. Bu aslında yargıya sirayet eden Gülen Cemaati döneminde başladı ve halen etkili bir şekilde uygulanıyor.
Krizin nedeni yapılan bu takas anlaşmazlığı deklare edilen gerekçelerden biri ve artık biliniyor. Ancak ABD’nin bu tepkisinin arkasında başka anlaşmazlıklar da görünüyor. Zarab yargılaması aynı zamanda ABD’nin İran’a yönelik aldığı yaptırım kararının ihlal edilmesi gerekçesine dayanıyordu. Yeni dönemde ABD İran’a yönelik yeni bir yönelim içine girmek ve İran’a yönelmek istiyor. Seçimde Erdoğan’a verilen destek karşılığında Türkiye’nin İran’a yönelik yaptırımlar konusunda açık bir şekilde ABD’nin yanında yer alması isteniyor. Türkiye ise Astana ve Afrin, Federe Kürdistan Bölgesi’nde yapılan referandum süreçlerinde müttefikleri haline gelen İran-Rusya ile ilişkileri nedeniyle bu konuda zorlanmalar yaşıyor ve ayak diriyor. Ama aynı Türkiye, bir NATO müttefiki olarak batı ile eski ilişkilerinin de devam etmesini bekliyor. Fakat ABD, Türkiye’yi bu konuda bir tercihe zorluyor. ABD’nin hiddetlenmesinin ve ültimatom vermesinin nedenlerinden biri de bu.
AKP de gelen bu krizi geri çevirme ve çözme niyetinde değil. Aksine bunu bir fırsat olarak görüyor. Türkiye çok ciddi bir ekonomik dar boğazın eşiğine girmiş durumda ve kurulan yeni sistem kabul görmüyor. Dolayısıyla yaklaşan bu iç ekonomik ve siyasi krizi dışarıda ithal edilecek bir başka krizle öteleme, görünmez kılma hesabı yapılıyor. Yani iç kamuoyunda karşılığı olan “ABD karşıtlığı” iç siyasi krize örtecek bir şal işlevi görecek ve insanlarda, “ABD ile yaşadığımız bu kriz ve uygulanan ambargolara karşı ekonomik krizin açlığın lafı mı olur” düşüncesi oluşturulmak istenecek. İçe kapanan bütün ülkelerde bu siyasetin bir yere kadar karşılığı var ve otoriter sistemler kendilerini bu gibi yöntemlerle tahkim ediyor. Yine günümüz koşullarında her otoriter yönetim politikalarıyla, yapıp ettikleriyle bir başka otoriter yönetimi de aynı oranda güçlendiriyor. Bu otoriter yönetimlerin birbirinden meşruiyet devşirmesinden, birbirini referans almasına kadar, onlar için pek çok kolaylaştırıcı yöntemi de beraberinde getiriyor. Dolasıyla yeni dönem otoriter yönetimlerin amentüsü haline gelen “krizleri fırsata çevirme” yaklaşımı kurulan bu otoriter denklemden kaynaklanıyor.