Geçen Perşembe, sınıf mücadeleleri tarihi olan insanlık tarihinin bizce en önemli isimlerinden Vladimir İlyiç Ulyanov’un, ya da bilinen adıyla Lenin’in 150’nci doğum günüydü. İçinden geçmekte olduğumuz bu meşum süreçte, kanımızca 20. yüzyılın en önemli öncü siyasetçilerinden olan Lenin’den öğreneceğimiz çok şey olduğu inancındayız. Bugünler Lenin’i ve stratejik-analitik yaklaşımlarını bir kez daha anımsamak, eserlerine başvurmak için iyi bir fırsat. Çünkü süregiden bu pandemi günleri aynı zamanda büyük kırılmalar dönemi olarak da okunabilirler.
Karşıdevrimin otuzuncu yılında, bir sonraki günde önceki gün söylediklerini reddeden liberal şarlatanların her yanından vıcık-vıcık emek düşmanlığı sızan çığırtkanlıklarının gürültüsü arasından, Lenin’in doğum gününün pandemi ile ne alakası olduğunu soran ciddi sesler de yükselebilir. Onlara bilimsel kesinlikle şunları söyleyebiliriz:
Çoklu kriz ortamında uzun zamandır debelenen emperyalist-kapitalist dünya düzenine yıpratıcı bir güçle çarpan pandemi, sistemin çürümüşlüğünü gizlemeye yarayan örtüleri bir çırpıda indiriverdi. Anında sağlık sistemlerinin insan için değil, özel sermaye birikimi ve daha fazla kâr için yapılandırıldıkları; tekellerin dikte ettikleri politikalar ve uygulamalarla barışçıl, demokratik, ekolojik ve sağlıklı bir toplumsal gelişmenin mümkün olamayacağı; içi boşaltılan burjuva demokrasilerinin parlamenter diktatörlüklere dönüştükleri ve militarizmi, ırkçılığı, faşist hareketleri besledikleri gözle görülür oldu. Önde gelen emperyalist güçler arasındaki rekabet kavgası şimdiden öngörülemez ihtilaflara gebe olduğunu gösterdi.
Sadece bunlar bile Lenin’i haklı çıkartıyorlar. Kapitalizmin eşitsiz gelişmesinin yasallıklarına ve emperyalizme dair analizlerini, emperyalist devlet ve rolü üzerine düşüncelerini ve kapitalist sistemin devrimci yoldan aşılmasının zorunluluğuna dair tespitlerini kanıtlıyorlar. Ve böylesi günlerin derin krizleri tarihin diyalektiğinin nasıl gündeme oturduğunu, sınıf çelişkilerinin ne denli keskinleştiğini ve verili olanın reddiyesinin yıkımının zorunluluğunu içerdiğini, hatta dayattığını anımsatıyorlar.
Ancak aynı zamanda da Lenin’in altını çizerek vurguladığı gibi, sınıf çelişkileri ve sınıf mücadelelerinin keskinleşmesinin otomatikman ezilen ve sömürülen sınıfların kurtuluş ve özgürlük mücadelelerinin kendiliğinden gelişmeyeceğini de… Lenin tam da bu nedenle ve gerçeğin her zaman somut olduğundan hareketle “Ne yapmalı?” ve “Kim yapacak?” sorularını yanıtlıyor, somutta ve pratikte müdahale eden bir toplum analizi geliştiriyor. Bunu yaparken “Tüm iktidar Sovyetlere!”, “Önkoşulsuz barış!” veya “kendi kaderini tayin hakkı!” gibi mücadeleye yön veren, kitleleri harekete geçiren şiarları geliştirdiğinde, bunların teorinin gri kulvarlarına değil, askerlerin, işçi ve köylülerin, Rusya’daki ezilen ulusların somut taleplerine dayandığına, buradan beslenmesi gerektiğine dikkat ediyor.
Kuşkusuz Lenin’in yaşadığı 20. yüzyılın koşulları ile günümüzün karmaşık koşulları birebir karşılaştırılamaz. Dünya birçok açıdan değişti, dönüştü. Değişmeyen sınıf tahakkümüne dayalı egemen sistemdir. Egemen sisteme somut karşı çıkış, diyalektik pratik, anlatılacak hikâyeler, stratejik toplum analizi, kurtuluşçu ve özgürlükçü bir yönelim gibi birçok noktada Lenin’den öğrenilebilecek çok şey var – salt komünistler için değil! Bilhassa bugün ve burada başka bir dünya tasavvurunu gerçekleştirecek adımları atmak için!
Dört gün gecikmeyle olsa da – Doğum günün kutlu olsun Tavariş, aklımızdasın!