Bu ülke gerçekten zor bir ülke. Batılı ülkelerin de zorlukları var tabii ki, Doğulu ülkelerin de. Ama Türkiye’nin Doğu ve Batı arasında sıkışmışlıktan kaynaklanan ekstra zorlukları var. Maalesef 100 yıl geçmiş olmasına rağmen bu ekstra dediğim zorlukların çözümüne doğru adımlar atılmamış olduğu için günümüzde bunlar çok daha karmaşık ve içinden çıkılmaz hale gelmiş durumda. Kısa bir tarihi bakış zorluklarımızın da nerelerden geldiğini sanırım açıklamaya yeter.
Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte, daha sonra aralarında görüş farkları ortaya çıkıp da birbirlerini tasfiye etmeye çalışmış olsalar da Osmanlı’nın yönetici elitleri Anadolu’yu Hıristiyan Osmanlılardan temizleyip Müslüman Osmanlılar üzerinden bir ulus devlet kurmak için kolları sıvamışlardı. Madem Batılı güçler Osmanlının tasfiyesini istiyorlardı, o zaman bu elitler için Batı’yla kültürel bağları olan Hıristiyan Osmanlıların da Anadolu’dan tasfiyesi mubahtır diyerek tehcir ve katliamlara giriştiler. Bu sürecin sonunda Anadolu’da Müslüman Osmanlılara dayanan bir Cumhuriyet kuruldu.
Kuruldu ama kurucu elitler, ne bu tasfiye sürecinde Hıristiyan Ermeni, Rum ve Pontus halklarının yaşadıkları acılarla yüzleşmek ve ne de Osmanlı Müslümanlarından olan Kürtlere verilmiş sözleri yerine getirmek gibi duyarlı bir davranış gösterdiler. Dolayısıyla zorluklarımızdan bazıları bu atılmamış adımların toplumsal hafızamızda yarattığı kırılmalardır. Kurulan ulus devlet “Türk”tü ve “Müslüman”dı. Kimse bundan fazlasını isteyemezdi.
Müslümandı Müslüman olmasına ama Cumhuriyeti kuran elitlerin, dinin gelişmenin önünü kestiği düşüncesiyle Müslüman toplulukları Diyanet parantezine alması ve de “laik” bir yaşam tarzını eğitimin ve yaşamın normları olarak belirlemesi toplumsal yapıda bir başka kırılmaya neden oldu. Bu da hala derinliği devam eden “laik” “anti-laik” (ya da “modern”, “muhafazakar”) ayrımlaşması olarak toplumsal hafızamızı biçimledi. Dolayısıyla bizim bugün yaşadığımız ekstra zorlukların kaynakları kuruluştan önce başlayan ve 100 yıldır devam eden sorunlar.
Aslında, Hıristiyan Osmanlıların (başta Ermeniler olmak üzere) yaşadıkları acılarla yüzleşmeden, Kürtlerin kimlik hakları kabul edilmeden, laik-antilaik çatışmasına son verilmeden Türkiye’de sürdürülebilir siyasi koşullar yaratılamaz. Bir başka ifadeyle eğer Türkiye’de yaşayan farklı kimliklerden bir “biz” yaratmayı arzu ediliyora Cumhuriyet bu adımları atmak zorunda.
Peki biz bugün ne yaşıyoruz?
İnanılmaz bir vurdumduymazlık yaşıyoruz. Vurdumduymazlık dedim ama bu doğru değil. Toplumsal dokumuzda çözemediğimiz zorlukları çözmek yerine her birini azdırmanın daha da derinleştirmenin siyasetini yapıyoruz. Bir ara bu tavırdan uzaklaşacağız gibi bazı işaretler gördüysek de bu gün geldiğimiz noktada bu zorlukları daha da zorlaştıran bir siyaset var ortada.
AKP bugün ne Hıristiyan Osmanlılardan geriye kalmış olanlara, ne Kürtlere, ne sekülerlere ve ne de Müslümanlara karşı birleştirici bir politika derdinde. Onun için varsa yoksa “devlet” ve “millet”.
Devletten anladığı Cumhurbaşkanının “tek adam”lığı, milletten anladığı da Türklük ve Türkçülük. Hepsi bu! Gerisi ise palavra!
Böyle sırtını tarihe ve tarihte yaşananlara dönerek sürdürülebilir bir toplum yaratılabilir mi? Yüz yıldır bu olmadı. Acaba bir yüzyıla daha mı ihtiyacımız var? Ne dersiniz?