Devlet güzellemeleri çıkarcı ve tuzaklarla dolu olmuştur hep. Anmalar, avutmalar yöneticiler için her daim bir vakit kazanma, hedeftekine kaybettirme üstüne kurulmuştur ve kuşaklar boyu da devam etme tesirini göstermiştir. Rivayetler unutulmaz, gerçekler kapıya dayanınca, tuzaklar ayyuka çıkınca da etkisini gösterir. Devlet ve tarih yan yana, eze eze, çarpıta çarpıta böyle böyle evlerin içine kadar girebilmiştir.
Vakitlerden bir vakit, bir saldırıyı meşru göstermek ve tüm ülke sathına kanıksatmak için birkaç yıl önce seslendirilmiş ama pek tutmamış “Bir başkadır benim memleketim” şarkısı moda oldu her tarafta. Çünkü bir savaş ya da bir karışıklık çöken ekonomiyi manipüle edebilir her saat. 1974 yılında ‘Kıbrıs Barış Harekatı’ adı verilen saldırı döneminde devletin TRT’si bunun için bıkmadan usanmadan evlerin içinde henüz alışkanlık olmuş televizyonlardan yaydı bu şarkıyı. Çalıntı bir müzikten türetilen bu şarkı bir savaşın içinde yaşananları perdelemek için muazzam bir işlev görmüştü. Nitekim Yahudi halk müziğinden çalınan bir şarkı olduğu daha sonra ortaya çıktı. Unutulmasın ki bu ülkede antisemitizm aşırı dozdadır. Ne hikmetse nefret edilen Yahudilerden çalınan müzikle vatanseverlik tasarlandı ve taslandı. Sonuçta “Ankara’nın taşına bak” Hesen Zîrek’in, ülkücülerin marşı yine Kürtlerin müziklerinden araklanmış. Yunan müziğinin, Ermeni ağıtlarının nasıl tersine döndürülüp propagandaya malzeme edildiği malum. Şaşırmıyoruz ve konumuz burada değil ama buralardan başlıyor.
Ülke sevgisinde rakip tanımayanlar ve emperyalizm karşıtlıklarını arşa sığdıramayanlar bugün iktidar. İktidar olmaktan alınan motivasyonla yalanımı da hilemi de dayarım özgüveni tavan. Her gün bu tür haksız, mantıksız ve vicdansız politikalarla karşılaşıyoruz. Öyle bir karşılaşma ki siyasi sınırları aşıp başka yerlere bile nüfuz edebiliyor. Nüfuz dediğim de kan, ölüm ve gasp. Yani yine sınırların ötesine giden ve kötülük yağdırmaktan başka bir amaç gütmeyen bir sistem.
Ne zaman ülke bekası dillendirilmek istenilse şair Ahmet Kutsi Tecer’in “Orada bir köy var uzakta” şiirinden bestelenmiş şarkıyı gür sesle çığırtan hükümetlerin bu ezberi hiç bozulmadı. Hatırlanacaksa Afrin’e saldırıda da anında şarkılar ve ipe sapa gelmez sloganlar üretilmişti. Yani nerede işgal varsa, nerede zulüm varsa, nerede büyük felaketler yaşandıysa anında şarkılar, olmadı üfürükten bayramlar icat edildi. Mesela “Gezmesek de tozmasak da / o köy bizim köyümüzdür” dizesi-nakaratı düşmez milliyetçi ve ulusalcı cephenin dilinden. Oysa o köyler artık gidilemeyen, peşkeş çekilen şirket sahiplerinin. Hadi bakalım baraj üstünde yürü, olmadı güvenlik görevlilerini aşıp görmediğin köyde gez! Her şey palavra, şiir ve şarkı çıkarına geldikçe payanda…
Kars’ın Sarıkamış ilçesine bağlı Karakurt köyünde yapılan bir Hidroelektrik Santrali (HES) yüzünden bir köy su altında kalacak. Bunun için devletin zor aygıtı olan jandarma köylünün kapısına dayanmış. Çıkın ve gidin diyor. 1990’larda devlet düşman gördüğü Kürt köylerini yakıp yıkıyor, bu şekilde boşaltıyordu. Bu şiddete maruz kalanlar ve bunu haksızlık olarak görenler dışında pek ses çıkmıyordu. O zamanlar devletin resmi ve gayrı resmi şiddet aygıtları devreye giriyordu. Çoğu zaman da katliamla, faili meçhullerle sonuçlanıyordu. Bugün o failli meçhullerin tanıkları ve yakınları 1995’ten beri Cumartesi Anneleri/ İnsanları olarak kaybedilen yakınlarının kemiklerini arıyor her hafta. Köylerine dönme isteği korkuyla bastırılmış, bedeli ödenmiş ölümlerle sonlanan bir aidiyeti talep etmek ise ayrı bir yüzleşme sorunu. Henüz oralara gelmedik. Bugünlerde ise barajlar, madenler, HES’ler ve benzeri rantlar için köyler boşaltılıyor. Boşaltmaları yöneten yine devletin şiddet aygıtları ama bu sefer devletin bekası için değil tamamen sermaye için.
Söz konusu Karakurt köyünü boşaltmak için bir sürü alavere dalavere döşenmiş. Saçmalardan seçmeler beğendiren hükümet bir köye HES barajı kurulacak diye herkesi kapı dışarı etmek istiyor. Bazısına para, elbette bir kesime rüşvet vererek süreci adabına uydurmak için türlü türlü fırıldaklıklarla bürokratik işlemler yürütülmüş. Lakin bu sefer salgın geldi kapıya dayandı. Salgın zaten mesele değil, işin aslı fırsat ve rant. Aras Nehri üzerine inşa edilen barajın su altında bırakacağı Karakurt köyü bin 600 nüfuslu, 150 hane. Köyde 2 cami, iki okul, sağlık ocağı, 1 taziye evi ve iki bin yıllık bir kilisenin yanı sıra kültür varlığı kabul edilen yöreye özgü kalıntılar var. Ama yakında hepsi su altında kalacak.
Gövde uzunluğu 142 metre yüksekliğinde, asfalt çekirdekli kaya dolgu baraj tipinde Türkiye’de inşa edilecek ilk baraj özelliğini taşıyan Karakurt Barajı’nda su tutulmaya başlandı. Köylülerin bir kısmına mal varlıkları karşılığında para verilmiş, bir kısmına ise halen paraları ödenmemiş. Kendilerine gösterilen yeni yerleşim yeri içinse herhangi bir altyapı çalışması yapılmış değil. Elektriği ve suyu olmayan yere birkaç gün içinde sürgün edilmek istenen köylüler buna direniyor ama jandarma, çıkmadıkları halde zorla çıkartacaklarını söyleyip tehdit ediyor. Medyaya yansıyan bir haberde bir köylü içine düştükleri çaresizliği şöyle anlatıyor: “Su geldi ağzımızda, jandarma kapımıza dayanıyor. Biz ne yapacağız?” Koronavirüs salgını nedeniyle 65 yaş üstü insanların ve engellilerin olduğunu belirten köylülerin bir diğer iddiası ise söz konusu köydeki baraj için yapılan kamulaştırma davasının hakim ve heyeti daha sonra FETÖ davasından soruşturmaya uğramış ve hakim cezaevine konulmuş.
Hasankeyf, Kazdağları, Aras Nehri, Salda Gölü, Kanal İstanbul, Hewsel Bahçeleri ve birçok talan ve yıkım durmadan devam ediyor. Koronavirüs salgınının bile durduramadığı bu çıkar iktidarı her yeni güne ihale ve rant hayaliyle uyanıyor. Oysa bu salgının da gösterdiği gibi doğaya verilen her zarar daha sonra iklimsel değişiklikler ve başka şekillerde kendini hatırlatıyor. Hiçbir köy uzak değildir artık ve her yere gitmek zorunda da değiliz. İnsan yaşadığı yere benzediği gibi yaşadığı yeri de en iyi bilendir. Ama mevzubahis rant ve çıkar olduğundan, virüs günlerinde bile fırsatçılığı dahi kıskandıracak yeni lütuflar aramaktan vazgeçmeyen bir devlet geleneği, tam sürat bildiğini yapmaya devam ediyor. Evet, hiçbir köy uzak değil ve yine evet, her mücadele de birbirine bir o kadar yakın. Hiç gitmeyeceğimiz bir köy için de mücadele ettiğimizde, bu fırsatçılık krize dönüşür belki. Hep hatırlayalım; güzellemeler bizimdi, bize karşı değildi!