Gazeteci Rober Koptaş, Ermeni Soykırımı’nı inkar edenlerin tek derdinin gerçekleri çarpıtmak olduğunu belirterek ‘Türkiye belki de bu tarihi ile yüzleşemez ama yüzleşmesi için mücadele etmeliyiz’ dedi
Bugün 100’üncü yılını kutlayan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinde, yerini aldığı Osmanlı Devleti’nin son yıllarından başlayarak yüzyıllarca Anadolu ve Mezopotamya topraklarında bir arada yaşamış haklara yönelik gerçekleştirilen soykırımlar, katliamlar ve mezalimler var. “Türk” kimliği altında inşa edilen yeni ulus devletin hedef aldığı halklardan biri Ermeniler oldu. Osmanlı İmparatorluğu 1’inci Dünya Savaşı içerisindeyken başkent İstanbul’daki Ermeni toplumunun önde gelenleri, 24 Nisan 1915 tarihinde Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın emriyle ya tutuklandı ya öldürüldü ya da sürgün edildi. Yine yüz binlerce Ermeni yerinden yurdundan edilerek, mallarına el konuldu. Bazı kaynaklara göre, sürgün edilen 800 bin ile 1 milyon 800 bin arasında kişi yaşamını yitirdi. 24 Nisan tarihi bu nedenle “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak kabul ediliyor.
Yaşananların üzerinden 105 yıl geçmesine rağmen çekilen acılar Ermeni toplumu için hala taze. Ermeni gazeteci-yazar Rober Koptaş, soykırımın 105’inci yıl dönümünde Mezopotamya Ajansı’ndan (MA) Erdoğan Alayumat’ın sorularını yanıtladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin temelinde 1915’te işlenen suçun kendisi ve inkârı olduğunu söyleyen Koptaş, Cumhuriyet rejiminin Türk, İslam, Sünni, erkek kimlikleri üzerinde kendini var ettiğini ifade etti.
Öncelikle 24 Nisan tarihi Ermeni halkı için neyi ifade ediyor?
24 Nisan 1915’te, İstanbul’da zaptiyelerin ellerindeki listelere göre tutukladığı iki yüzden fazla Ermeni aydının pek çoğu, hayatları boyunca ellerinde kalemle fikir mücadelesi vermişlerdi. Gazeteci, yazar, öğretmen, siyasetçi, tüccar ve din adamı olan bu insanların pek çoğu, sürüldükleri Çankırı ve Ayaş’ta katledildi. İlk sürgün grubuna dahil edilmeyip bir süre daha İstanbul’da kalmasına göz yumulan Krikor Zohrab, Vartkes Serengülyan gibi bazı tanınmış isimler de sonraki aylarda onlarla aynı kaderi paylaştı.
24 Nisan, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde kesim, kırım, felaket, sürgün ve seferberlik gibi adlarla anılan ve yüz binlerce insanın ölümüyle sonuçlanan büyük felaketin, soykırımın en önemli dönemeçlerinden biriydi. Bir halkın kültür hayatını şekillendiren seçkin tabakanın ortadan kaldırılmasının acısı ve etkisi çok büyük oldu ve bu durum sonraki bütün kuşakları etkisi altına alacak bir çoraklaşmaya yol açtı. Ermeniler, bu büyük yaratıcılar grubuna duydukları saygının sonucu olarak 24 Nisan’ı milat kabul ettiler. Onları anmak, Ermeniler için bütün masum kayıplarını anmak anlamına geliyor.
Ermenilere yönelik yapılanın soykırım olarak tanımlanıp tanımlanamayacağı tartışması yıllardır sürüyor. Bazıları bunun hukuki bir tartışma olduğunu ileri sürerken, bazıları da tartışmanın tarihçilere bırakılması gerektiğini savunuyor. Siz bu iki tartışma hakkında neler söylemek istersiniz?
Soykırım ne tarihçilere ne de hukukçulara bırakılabilir. Kavramlar disiplinler arasında özgürce dolaşır ve zaman içinde eskir veya dolaşımda kalırlar. 1915’te olanla ilgili bir tartışma yok. Sizin ya da benim varlığım nasıl tartışma konusu değilse, bu konuda da tartışılacak bir şey yok. Soykırım kavramını hangi şekilde tanımlarsak tanımlayayım 1915 ve sonrasında yaşananda o tanımların içini dolduracak türlü boyutlar var. Tartışma dediğiniz esasen bir inkâr meselesidir. Soykırımı inkar edenler bir tartışma yürütmek arzusunda değiller, onların tek derdi gerçekleri çarpıtmak ve inandıkları devlet modelinin bekasını sürdürmek. Medeni dünyada bu görüşlerin hiçbir yeri yok ve olmayacak da.
Bir yazınızda “Bugüne kadarki sorun, Türkiye’nin 1915 konusunda doğru ahlaki ve siyasi tutumu geliştirmemiş olmasıydı” demiştiniz. Devletin sorununun çözümü için çözüm geliştirmemesinin nedeni ne?
Bu, Türkiye devletinin kurucu suçu. Ermenilerin yok edilmesi ve mallarının mülklerinin gasp edilmesi üzerine yükselen, milli birliğini de Ermeni, Rum, gayrimüslim tehdidi üzerine kuran, kendini bu kurucu ötekiler üzerinden tanımlayan bir rejim ve onun resmi ideolojisi elbette ki kendi temelini kuran şeyleri inkar eder. Devleti nötr bir aygıt olarak düşünemeyiz. Kendini başka şeylerin yanı sıra Ermeni halkının yok edilmesi üzerine var etmiş bir devlet, mecbur kalmadıkça inkarını sürdürecektir.
Ermeni soykırımına Türkiye’deki demokratik çevreler veya Türkiye halkları nasıl yaklaşmalı?
Gerçek orada duruyor. Bazen kimliğimiz, bazen önyargılarımız, bazen ideolojilerimiz gerçeğe hakkını vermenin önünde engel oluyor. Ama demokratik çevreler diyorsak, bu çevrelerin Türkiye resmi ideolojisiyle bir sorunu olduğunu var saymamız gerekir. En azından gerçekten demokratlarsa… Ve demokratlar karşılarına bugün devlet kaynaklı çıkan her sorunun temelinde bir zamanlar Ermenilerin katledilmesinin, mallarına el konulmasının ve o günden bugüne sürdürülen bu lanetli tavrın başka pek çok baskıcı ve ayrımcı pratiğin temelinde olduğunu bilirler, bilmeliler. Bu bilinçle hareket etmek, eksik kalınan noktalarda bilgiyi artırmaya çalışmak ve değerli akademisyen Barış Ünlü’nün formüle ettiği Türklük Sözleşmesi’nden çıkmak gerekiyor. Türklük Sözleşmesi’nin içinde kalarak, Türk olmanın avantajlarından yararlanıp başka halkların sorunlarına karşı kör ve sağır kalarak demokrat olunamaz bu ülkede.
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından Cumhuriyetin ilk yıllarına Ermenilere ve daha birçok halka yönelik katliamlar yaşandı. Günümüzün Türkiye’si geçmişte yaşanılanlarla yüzleşmek yerine daha çok inkar etmeyi tercih ediyor. Yüzleşme için ne yapılmalı?
Türkiye belki de bu tarihi ile yüzleşemez ama bizler yüzleşmesi için mücadele etmeliyiz. Bugünkü Türkiye’nin, bugüne kadarki suçlarla yüzleşmesi ihtimali elbette ki yok. Ancak onu dönüştürmek, onu demokratik bir ülke haline getirmek için on yıllardır süren bir mücadele var. O mücadele güçlenirse her şey değişir. O zaman başka bir ülkeden bahsediyor oluruz ve o başka ülke de zaten Ermeni soykırımı ve geçmiş şiddet olaylarını tanımadan kurulamaz. Bu sadece Ermenilerle ilgili bir mücadele değil, Türkiye’nin demokratikleşmesi mücadelesidir. Ama Türkiye, 1915’te olanları kabul etmeden demokratikleşemez.
Türkiye’de yaşayan Ermeniler bugün kendilerini güvende hissedebiliyor mu?
Siyasi konularda konuşan, yazıp çizen, inandığını savunan kaç Ermeni tanıyor Türkiye kamuoyu? Bir elin parmaklarını geçmez muhtemelen. 52 bin kişi içerisinde 5 kişi, hadi 10 kişi olsun. Sırf bu bile Ermenilerin kendilerini güvende hissetmediklerini söylemiyor mu? Türkiye’de zaten kim kendini güvende hissediyor ki denilebilir. Doğrudur da, ancak Ermenilerin hem tarihsel olaylardan kaynaklı korku ve travmaları hem de Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, Rahip Santoro cinayeti, Sevag Balıkçı’nın öldürülmesi gibi yakın tarihli ve büyük yaralar açmış korkuları var. Bu şartlarda Ermenilerin korkuyor olmalarını da anlamamak düşünülemez. Ermeniler adına konuşan tüm resmi kurumların, Patrikliğin, önde gelen vakıf başkanlarının bu korkuyla hareket ettiklerini ve sadece devletin kendilerinden beklediği türden, makbul açıklamaları yaptığını hatırlamak gerekir. Sırf bu bile kendi başına korkunun ispatıdır.
Son olarak soykırım 105’inci yılında vermek istediğiniz mesaj nedir?
Tüm dünya üzerinde yaşayan Ermeniler açısından Ermeni soykırımının tanınması şüphesiz önemli. Ancak onlar 105 yıldır bu inkarla yaşıyorlar. Bir 105 yıl daha bu inkar sürse hayatlarında değişen bir şey olmayacak. Ancak bu inkarcı zihniyet 105 yıl daha devam ederse Türkiye, içinde bulunduğu derin sorunların ve krizlerin hepsinde çok daha kötü bir duruma gelecek. Bu açıdan bakıldığında soykırımın tanınması Ermenilerden çok Türklere yaracak. Çünkü yeni bir zihniyetin kuruluşunun ilk adımları oradan geçiyor. Bu konuda yol alınabileceği konusunda hiç iyimser ve hayalci değilim. Ancak kötümser olmak gerçekleri söylememize engel olmamalı.
İSTANBUL