-Covid 19 salgını nedeniyle yitirdiğimiz Dev Yapı-İş Avrupa Yakası Temsilcisi genç işçi önderi Hasan Oğuz anısına-
Covid-19 nedeniyle yaşanan olağanüstü süreç devam ediyor. Türkiye açısından salgına karşı alınan önlemlerin vardığı nokta, salgını bir işçi sınıfı hastalığı ve bir işçi sınıfı sorunu haline getirmek oldu.
DİSK AR tarafından 20 Nisan’da yayınlanan 2’nci Covid 19 Raporu’na göre, DİSK üyesi işçiler arasında Covid-19 pozitif vakaları Türkiye ortalamasının 3 katı. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) verilerine göre “Salgının ilk bir ayında Türkiye’de Covid-19 nedenli en az 52 iş cinayeti yaşandı.”
İSİG, Covid-19 dönemi için hazırladığı raporda birçok iş yerinde salgına karşı hiçbir önlem alınmadığını, bazı iş yerlerinin göstermelik önlemler aldığını, birçok işletmede pozitif vaka bilgilerinin saklı tutulduğunu belirtiyor. “Üretimin devam ettiği birçok iş yerinde işçilerin birbirine yakın biçimde, kişisel koruyucu ekipman verilmeden çalıştırıldığı; yemekhanelerde, işçi servislerinde ve yakın zamana kadar toplu taşımada sıkışık bir şekilde işe gidip gelmek zorunda bırakıldığı” yine İSİG raporunda belirtilmiş durumda.
Hükümetin salgın kapsamında aldığı önlemlerin neredeyse tamamında işçiler kapsam dışı. 20 yaş altı yurttaşlar için sokağa çıkma yasağı getirildi, bu yaşta olup çalışanlar / işçiler yasaktan muaf tutuldu. Şehirlerarası seyahat kısıtlaması getirildi, işçiler bu kısıtlamadan muaf tutuldu. Son iki haftadır sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak sırasında valilik ve kaymakamlık izni ile birçok fabrika ve iş yeri faaliyetlerine devam etti. 23 Nisan’da başlayacak ve 4 gün sürecek sokağa çıkma yasağı için yayımlanan genelgede petrol, kimya, maden, tekstil, kâğıt, inşaat gibi 4 gün çalışmasa yaşamsal bir zorlukla karşılaşılmayacak sektörler ile ihracata konu mal ve hizmet üreten yerlerin de sokağa çıkma yasağı boyunca çalışabileceği belirtildi. Geriye de pek bir şey kalmadı zaten. Anlayacağınız sokağa çıkma yasağı işçileri kapsamıyor. Türkiye’de 14 milyon emekçi ve onların aileleri iktidar tarafından çalışmaya zorlanarak salgına teslim ediliyor. İşin bir diğer yanı çalışmasalar nasıl geçinecekleri, iktidarın ısrarla insani bir çözüm üretmediği büyük bir başka problem.
Hükümetin bu stratejisinin altında Covid-19’u bir fırsata çevirip üretime devam ederek uluslararası piyasalarda pozisyonunu koruma ve hatta avantaj elde etme gayesi yatıyor. Bunu da her fırsatta “çarkları durduracak lüksümüz yok” açıklamasıyla açık açık söylüyorlar zaten.
Karşımızdaki iktidar sınıf kimliğini bu denli açık etmişken biz işçilerin, emekçilerin cephesinde ne var peki? Örgütlü değiliz, evet. Yaklaşık 14 milyon emekçinin 2 milyona yakını sendika üyesi. Üzücü ki bu 2 milyon sendikalı işçinin 1 milyon 800 bini Türk-İş ve Hak-İş’e bağlı sendikaların üyesi. Ne acıdır ki bu iki sendikal konfederasyon geçtiğimiz günlerde sermaye örgütleri ile birlikte “üretim durmasın” çağrısı yapan bir bildiriyi imzaladı. Hükümete, işverenlere “kısa çalışma ödeneğini kullanın” çağrısı yaptı. Hükümet de bu çağrıya kısa çalışma ödeneğini de devreden çıkaracak biçimde zorunlu izin + 1170 TL ücret ile yanıt verdi. Haa bir de Türk-İş başkanının işverenlere yaptığı “lütfen işçileri işten çıkartmayın” ricası var. Umarım işverenler başkanın kalbini çok kırmamıştır.
İşin çuvaldız kısmını geçtiysek iğneyi de kendimize batıralım biraz. Bu sarı sendikaları bir yana bırakıp sermayeden bağımsız emek ve meslek örgütlerine yüzümüzü döndüğümüzde bu cephenin de elindeki gücü ve sınırları kabul ederek yine de işçi sınıfının genelini gözeten bir mücadele programı ortaya koymadığını üzülerek görüyoruz. Bu dönemde 7 talep açıklayarak bir dayanak noktası oluşturmak anlamlıydı ama yeterli olmadı. Zira mücadele örgütlerinin üyelerine ve kadrolarına bu talepler için bir de mücadele programı önermesi gerekmez miydi?
Yaşadığımız dönemi elindeki imkânlarla direniş odakları ve mevzileri yaratarak geçirenlerin daha sonrası için son derece anlamlı tohumlar serptiğini düşünüyorum. Geçen hafta DİSK’e bağlı Enerji Sen’in İstanbul’da örgütlü bulunduğu İSKİ ve İGDAŞ’ta çalışan sayaç okuma işçileri ile yaptığı eylemler; Dev Yapı-İş sendikasının Hasan Oğuz’un anısına Galata Port’ta kazanımla sonuçlanan eylemi; Dev Turizm-İş’in salgın koşullarına rağmen Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleştirdiği basın açıklaması; DİSK Basın İş’in Topkapı Matbaacılar sitesinde yaptığı iş yeri çalışmaları değerliydi. Mardin Mazıdağı’nda Cengiz İnşaat’a bağlı işçilerin salgın döneminde iş yükünün artmasına karşı yaptığı iş bırakma eylemi yol göstericiydi. Yaşamak istiyoruz çığlığını iş yerlerinden yükseltecek her çağrı son derece anlamlı. Etkisi salt iş yerleri ile sınırlı değil, sınıfın kalanına ilham verecek nüveler barındırıyor.
Bu koşullarda yapılanlar ve yapıl(a)mayanların salgın fırtınası bitip daha zor koşullarla karşı karşıya kaldığımızda işçi sınıfının örgütü olmanın, onların temsilcisi olmanın sınırlarını da belirleyeceğini düşünüyorum. Bugünün ve yarının kavgasını örgütlemek için ihtiyacımız daha fazla cüret, birlik ve mücadele azmi…