30 yıldır tüm baskılara rağmen daha da büyüyen Kürt gazeteciliğinin 122. yıl dönümünde, Özgür Basın geleneğinin tanıkları anlattı
Reyhan Hacıoğlu / Elif Aydoğmuş -İstanbul
Gerçeği yansıtmaktan vazgeçmeyen ve her dönem iktidarların hedefi haline gelen Kürt gazeteciliğinin 122. yıldönümündeyiz. Cezaevlerinden Avrupa’ya, Kuzey’den Federe Kürdistan’a dört parçada tam bir basın ordusuna dönüşen Kürt gazeteciliğinin temeli, 22 Nisan 1898’de Mısır’ın Başkenti Kahire’de, Mikdat Mithat Bedirxan tarafından çıkarılan, “Kürdistan Gazetesi” ile atıldı. Gazetenin ilk sayısının çıkarıldığı 22 Nisan, Kürt gazeteciler tarafından “Kürt Gazeteciler Günü” olarak kabul edildi.
O günden bu yana artarak devam eden baskılar, Kürt gazetecileri sindirmek yerine perçinledi. Kürt basını özellikle son 30 yıllık tarihinde devlet tarafından ağır saldırılarla karşı karşıya kaldı. Gazete binaları bombalandı, gazeteciler katledildi, onlarca dağıtımcı faili meçhule kurban gitti. Fakat Kürt basınının en geliştiği dönem de yine bu 30 yıllık süreç oldu. Görüldü ki Kürt gazeteciler, doğaları gereği olan gerçeği aktarma ilkesine her saldırıda daha fazla sarıldı.
Kürt Gazetecilik Günü’nde, 30 yıllık belleğe sahip olan gazeteciler ve haberleri nedeniyle tutuklanan gazeteciler, söz konusu baskı ve bu baskıya karşı gösterilen inatçı direnci gazetemize anlattı.
‘Baba biz oportünist değilmişiz’
Özgür basının temel taşlarının döşendiği günlerde haberciliğe başlayan ve hala mesleğine devam eden Nurdoğan Aydoğan, “Özgür Gündem gazetesinin muhabirlerinin ve dağıtımcılarının tutuklandığı, tek tek vurularak öldürüldüğü zamanlardı” diyor. Aydoğan, 1990’lı yılların başlarına atıfta bulunarak, her gün yeni ve daha büyük bir saldırı dalgası ile karşılaştıklarını söyleyerek şöyle devam ediyor: “Artık hiçbir şeye şaşırmıyor, her türlü engellemeye karşı gazeteyi çıkarmayı esas alıyorduk. 10 Aralık 1993 İnsan Hakları Günü’ydü, İstanbul Kadırga’daki merkezimiz basılmış o anda merkezde bulunmayan birkaç kişi dışında tüm arkadaşlarımız tutuklanmıştı. Ben ise o zaman Ankara bürosunda
çalışıyordum. Diplomasi muhabirimiz Bahattin Karakütük o anda geldi ve ‘İstanbul merkez düştü’ diyerek baskın haberini verdi. Birkaç dakika sonra Amed büromuz da düştü, herkes tutuklandı. Ardından İzmir, Adana, Mersin, Urfa tüm bürolarımız tek tek basılarak, tüm arkadaşlar tutuklandı, Bahattin, telefonun başındaydı. Her basılan büronun ardından, ‘Şu büro da düştü, niye bize gelmediler’ diye soruyordu. Büronun basılmasına kesin gözüyle bakarken, Ankara büro dışında tüm bürolar basılarak arkadaşlarımız gözaltına alındı. O gün bizim büromuz basılmadığı için sevinmemiz gerekirken çok üzülmüştük ve hatta Bahattin ‘demek ki biz iyi gazetecilik yapamıyoruz’ diye içimizde en çok üzülen olmuştu.”
Aydoğan, kısa bir süre sonra Ankara bürolarının bombalandığını şu sözlerle anlatıyor: “Taş üstünde taş kalmadı. Sabah erkenden gazeteye gittik, üzüleceğimizin aksine çok sevindik, Bahattin geldi yine kendi klasik üslubuyla, “Baba biz oportünist değilmişiz, asıl biz gerçek gazeteciymişiz” diye sevinçten uçuyordu. İşte özgür basın böyle gelişip büyüdü. Dişe dokunur bir şeyler yapıyorsan her zaman egemen güçlerin hedefi olursun. Yani özgür basınsan ve gerçeğin peşinden koşuyorsan işkence, tutuklama, sansür, bombalama kısaca akla, hayale gelmeyecek her türlü saldırı ile karşılaşırsın. Eğer saldırı varsa ve artarak devam ediyorsa doğru yoldasın demektir ve önemli olan her baskı ve saldırıya daha da büyüyerek cevap vermek…”
Bir ‘kayıp’ anısıdır bu…
Bayram Balcı 1992’de Urfa’da Yeni Ülke ile gazeteciliğe başlayan, sonrasında birçok özgür basın kurumunda yer alan ve hala da aramızda olan meslektaşlarımızdan biri. Onun anısı da faili meçhullere tanıklığımızın örneği oluyor…
Balcı, 12 Mart 1994’te Siverek’te habere giden ve bir daha dönmeyen gazeteci Nazım Babaoğlu’nun Özgür Basın
ile buluşmasını anlatıyor. Bayram Balcı, “Nazım, Urfa büroda stajyerliğe 1992 Kasım ayında başlamıştı. Nazım’ı gazeteye o zaman ki büro sorumlumuz Kemal Kılıç getirmişti. Kemal Kılıç 18 Şubat 1993’te kontrgerilla-JITEM tarafından katledildikten sonra Urfa büronun sorumluluğunu ben üstlenmiştim.
O gün sabah gündem toplantısında gün içinde yapacağımız haberleri belirlerken, bir telefon gelmişti; telefondaki kişi, Bozova belediyesinde nerdeyse 2 yıldır maaşlarını alamayan işçilerin belediyeden alacakları maaşlarını tefeciye sattıklarını söylüyordu. Bozova belediye haberini Nazım’a verdim. Nazım, Bozova’ya gitmek için bürodan çıktıktan yarım saat sonra İstanbul’dan gazetenin yazı işleri müdürü aradı. O gün Türk-İş Sendikası’nın Genel Kurulu olduğunu ve haberi sendikanın kongre haberi ile birleştirerek manşet yapacaklarını söyledi.
Öğlene doğru Nazım, Bozova’dan döndü; pek bir şey yapamamıştı. Nazım’ı ikinci kez Bozova’ya gönderdim. Tabii ki Nazım onu ikinci kez Bozova’ya göndermeme biraz sitem etmişti, “kimse konuşmuyor bu konuda Bayram abi” demişti.
Nazım, saat 14:00 gibi tekrar döndü büroya, ama bu kez eli boş değildi. İsçilerle ve bir de tefeci ile görüşerek maaş satma çarkının nasıl döndüğünü öğrenmişti. Fakat belediye başkanı Nazım ile görüşmek istememişti. Sen tekrar Bozova’ya git, belediye başkanı ile muhakkak görüş dedim. Elbette Nazım’ı üçüncü kez Bozova’ya gönderiyordum ama “hayınlık” da yapıp, ona haberin yarın ki gazetenin manşeti olacağını söylemiyordum. Çünkü ertesi sabah gazetede haberini 8 sütuna manşette gören Nazım’ın yüz ifadesini görmek istiyordum.
Nazım, üçüncü kez kelimenin tam anlamıyla bana sinirlenerek, gitti Bozova’ya. Sonra Bozova’dan telefon etti. Belediye Başkanı ile görüşmüştü, ancak belediye başkanı tefeci konusundan haberi olmadığını, belediye kasası da boş olduğu için işçilerinin maaşlarını ödeyemediğini söylemişti.
Haberi düzenleyip, Nazım’ın da ismini haberi yapan muhabir olarak yazıp gazete merkezine faksladım. Nazım, büroya döndü ama hala bana karşı tepkiliydi, ‘Al’ dedim; ‘Haberini bir oku, böyle oldu haberin.’ Yine tepkili ama meraklı alıp haberi okudu. Nazım yarına kadar haberinin gazete manşeti olduğunu öğrenmemeliydi. Haber ‘İşçi maaşını sattı’ başlığıyla manşet olmuştu. Ertesi gün Nazım uzunca bir süre sessizce gazetenin manşetine baktı, haberini okudu. ‘Gördün mü bak’ dedim, ‘üçüncü kez Bozova’ya gidip geldin, yoruldun ama değdi ve daha ilk haberin gazetenin manşeti oldu. Bize artık öğlen yemeğinde Urfa kebabı ısmarlarsın” dedim. Nazım’ın öyle saf ve öyle masum bir gülüşü vardı ki, yine öyle gülümseyerek yüzüme baktı ve “Kebabın lafı mı olur Bayram heval” dedi…”
‘Bir gece mayınlı tarlada kaldık’
1988 yılında haberleri ilk defa haftalık yayın olan Halk Geçeği gazetesinde çıkan Gazeteci Seyit Evran, o günden bugüne Özgür Basın geleneğinden hiç kopmadı. Bugüne kadar Yeni Ülke, Özgür Gündem, Mezopotamya Haber Ajansı, Özgür Ülke gibi birçok yerde çalıştı. Seyit Evran, meslek hayatına Fırat Haber Ajansı ile devam ediyor. “Özgür Basın geleneğinden olmak her şeyi göze almaktır” diyen Evran, konuşmasını şöyle sürdürüyor: “Çünkü
gerçeklerin karanlıkta kalmaması ve yalanın perdesini yırtmak için çalışıyorsunuz. Bunu yaparken de birçok yere dokunuyorsunuz. O yüzden de hep hedef haline gelirsiniz. Tutuklama, öldürme ve hatta kaybetme olayları ile de karşı karşıya kalabilirsiniz. Ama bir kere bunu yapmaya karar vermişseniz hiçbir güç sizi bunu yapmaktan alıkoyamıyor. Bizden öncekilerin yolu üzerinden yürüyerek özgür basın geleneğine adım attım.”
Evran haberin peşinden koşmadaki inatçılığını ise verdiği şu örnekle anlatıyor: “Bir gün bir yerde tek paragraflık rutin haber vardı. O haberi izlemek için yanımdaki stajyer muhabirle yola çıktık. İki saat kadar yürüdük. İki saatlik yürüyüşten sonra mayınlı bir araziye girdik. Öyle ki ne aşağıya, ne yukarıya ne de herhangi bir tarafa adım atabiliyoruz. Bulduğumuz kayanın üzerine çıkıp sabah olmasını beklemekten başka çaremiz yoktu. Hava aydınlanmaya başlayınca mayınların içinden çıkan çizgi şeklindeki yolları gördük. Çok dikkatli bir şekilde o çizgi şeklindeki yoldan yürüyerek mayınların içinden çıktık. Haberi yapacağımız yere ulaştık. Etkinlik başlamıştı. Gittiğimiz gibi kameralarımızı açıp kayıta geçtik. Burada şunu söylemek istiyorum. Haber haberdir ve her haber doğru e gerçek bir mesaj taşıyor. O haber bir paragraf da olsa ulaşması gerekirdi. Bizde mayın tarlasının içine girerek, bir geceyi geçirmeyi göze alıp o haberi ulaştırmayı düşündük ve başardık…”
‘Köklü bir çınardır bu gelenek’
Gazeteci Kibriye Evren, 9 Ekim 2018 yılında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talimatıyla düzenlenen soruşturma kapsamında gözaltına alınarak tutuklandı. Kasım 2019’da serbest bırakılan Evren hakkında 20 yıl ceza isteniyor. Devam eden davasına aldırış etmeyen Evren, mesleğini sürdürüyor. Evren, meslek hayatında kendisini en
çok etkileyen olayın Diyarbakır’da çalıştığı dönemde kendisi gibi gazeteci olmak isteyen genç bir kadının, KHK ile kapatılan Jin Haber Ajansı’na (JINHA) attığı ilk adım olduğunu söylüyor. Evren, o günü şöyle anlatıyor: “Diyarbakır’da orta yaşlı, ismi Necmettin olan bir adam ve yanında ufak tefek, esmer genç bir kadın ajansın kapısından içeri girdiler. Adam kendinden emin ve babacan tavırlarıyla gülümseyerek bize ‘dem baş’ dedi. Yanındaki kadın ise bir güvercin ürkekliğinde, kaygılı ve telaşlı, en ufak sesle sanki uçup gidecek ve bir daha hiç gelmeyecek hissi uyandırıyordu insanda.”
Genç kadının babasının kendilerine, “Halkının yaşadıklarına tanıklık etsin diye size kızımı getirdim” dediğini aktaran Evren, ailenin Erzurum Horasanlı olduğunu ve bulundukları köye hiç Kürt gazetesinin gitmediğini söylüyor. Evren şöyle devam ediyor: “Necmettin abi, 2014 yılının sonlarında Azadiya Welat ve Özgür Gündem gazetelerinin dağıtımına başlayarak abonelikler yaptığını anlatırken, gözüm genç kadına takıldı. Kendisine baktığımı hisseden genç kadın, usulca sözü babasından devralarak. ‘Babam bana ‘gazeteci olmak istemez misin’ diye sordu. Babamla ortak karar verdik, ben gazeteci olmak istiyorum.’ Erzurum’un sosyo ekonomik ve kültürel yapısı film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Devletin ötekileştirdikleri, kadınların yaşadıkları, çocuk gelinler, kadın katliamları… Genç kadın o gün orada çok kısa konuştu ama o gün bugündür hiç susmuyor… Dinliyor, çekiyor ve hep yazıyor. Adı Rojda. Ve Rojda’yı düşünüyorum… ikinci evim dediği JİNHA’YI… JİNNEWS’İ…”
Evren kendisini etkileyen bu hikayeyi anlattıktan sonra sözlerini şöyle tamamlıyor: “Kürt basını nam-ı diğer “Özgür basın” geleneği, kökü yüzlerce yıl evvele dayanan bir çınardır. Kürt basın geleneği devraldığı tarihsel mirasa bağlı kalarak bugün hem Kürt halkının hem de Ortadoğu’daki tüm ezilenlerin sesi, nefesi ve ana kaynağı olmaya devam ediyor.”
‘Meğer camları ben kırmışım!’
Bir diğer arkadaşımız ise Mehmet Ali Ertaş. 2002’de DİHA İstanbul büroda başlıyor Ertaş gazeteciliğe. Uzun yıllar muhabirlik yapıyor ve tabi birçok kapatılmaya, gözaltına alınmaya ve tutuklanmaya da şahit oluyor. Ertaş, Mezopotamya Ajansı’nda (MA) Kürtçe Editör olarak çalışmalarına devam ediyor. Ertaş’ın anısı neredeyse birçok arkadaşımızın yaşadığı hukuksuz tutuklamaların örneği aslında.
“Mersin’de ajansta Kürtçe haberler yapıyordum. 29 Mart 2008’di” diyerek söze başlayan Ertaş şöyle devam ediyor: “2006’da da Mersin’e gelmiş, 7 aylık bir sürecin ardından Urfa’ya geçmiştim. Ve 2008’de yeniden Mersin’e geldim. Mersin’e geldiğimde yine her alanda halkın eylemleri vardı tecride karşı. 29 Mart 2008’di. Saat 12’de Demirtaş mahallesinde halkın eylemi vardı. Alana gittiğimde binlerce insan yürüyordu. Yürüyüş bittikten sonra büroya döndüm. Eylemin fotoğraflarını yolladım. Telefonda da eylemin haberini geçtim. İşim tam bitmişti ki telefon geldi ve bu sefer de Şevket Sumerê’de yürüyüş olduğu söylendi. Ve yine aceleyle gittim.
Kendimi Şefket Sumerê dolmuşuna atıp alana gittim. Dolmuştan indiğimde Özgür Gündem’in dağıtımcısı arkadaşlar da ordaydı. Beni görünce yanıma geldiler ve birlikte yürüyüş alanına gittik. Daha alana varmadık ki polisler etrafımızı sarıp, üstümüze atladı. Bizi yere yatırdılar. Üstümüzü arayıp, ellerimizi kelepçelediler. Bizi çekiştirip, polis otosuna aldılar. Bizi araca aldıklarında bizi hırpalayıp, kafamıza copla vurdular. Bizi karakola götürene kadar bu işkence sürdü. İnsan ahlakının almayacağı, yüzünün kızaracağı ne kadar küfür varsa ettiler. Anne, kardeş hiçbir şey bırakmadılar…
Bizi TEM’e götürdüler ve birgün gözaltında kaldık. Ertesi gün mahkemeye çıkartıldık. Bir dağıtımcı arkadaş serbest bırakıldı ama ben ve diğer arkadaş tutuklanarak cezaevine gönderildik. Arkadaş yeni evlenmişti. Gözaltında çok korkuyordu tutuklanacak diye. Korktuğu başına geldi ve tutuklandı.
Ve ona sen bırakıldığında çocuğun gelip seni karşılayacak dedim. Ben 2 ay sonra serbest bırakıldım ve ise 2 yıl sonra serbest bırakıldığında bir çocuğu olmuştu. Bir süre sonra öğrendim ki bir fırın ve kahvenin camlarını benim kırdığıma dair esnaflara tutanak imzalatılmış ve bu yüzden tutuklanmışım. Ancak daha sonra tutanak imzalatılan esnaflar özür dileyerek ifadelerini geri çekti.
Bugün ise 100’den fazla gazeteci tutuklu. Ve çoğu haber takibi sırasında tutuklandı, gözaltına alındı. Çoğu da yaptıkları haberden kaynaklı gözaltına alındı. Bu sadece bir örnekti. Ve bu vesileyle tüm gazetecilerin 22 Nisan Kürt Gazeteciler Günü’nü kutluyorum ve dilerim tüm tutuklu gazeteciler serbest bırakılır.
‘Hayatımın en zor haber takibiydi’
Gazeteci Nedim Türfent’in mesleki serüveni 2012 yılında DİHA ile başlıyor. Sayısız habere imza atan Türfent, 2016 yılında, yaptığı haberler gerekçe gösterilerek tutuklanıyor. Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuklu bulunan Türfent, buradan da haberlerini duvarın öbür tarafına göndermeye ve ‘karanlıkta göz kırparak’ ışık olmaya devam ediyor. Mesleğe başlamasında en etkili nedenin, sesi olmayana ses ve öncelik vermek olduğunu söyleyen Türfent,
cezaevinden gönderdiği mesajında devamla şunları söylüyor: “Ne mutlu ki tüm gazetecilik yaşamım özgür basınla geçti ve geçecektir. Gayesi olanın kalemi sıkılı bir yumruk gibi olur. Açıkçası, ülkemizde gazetecilik mesleğinin fotoğrafı pek de iç açıcı değil. Bugün şayet erkin kılıcı bir yerlerimize değdiği vakit asgari müştereklerde bile buluşamayacaksak yarın o kılıç değmekle kalmaz, bize batar.”
Türfent, meslek hayatında kendisini en çok etkileyen haberi şöyle anlatıyor: “IŞİD’in Suruç Katliamı’nda aramızdan ayrılan İngilizce Öğretmeni ve lise arkadaşım Süleyman Aksu’nun cenaze törenini takip etmiştim. Tanık olduğum en kitlesel törenlerdendi. Tüm o töreni ve haberi gözyaşları içinde takip etmiştim. Süleyman’la bağlılığımızı hiçbir söz anlatamaz ve ben bunu anlatmaya çalışma densizliğinde bulunmayacağım. Işıklar içinde uyusun.”
Sur sokaklarındaki mavi bir kapı…
Ayşe Güney de Özgür Basın’a DİHA ile ilk adımını atanlardan. Güney o gün ilk adımda yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor: “Kürt yazar Mehmet Uzun’un “bir erdemli yürek” dediği Diyarbakır sokaklarını dolaşıyorum. Stajyer muhabirim ve neyin haber olduğuna, olabileceğine deneyimlerimle değil de duygularımla karar veriyorum. Sokakları arşınladıkça içimdeki ağırlık da artıyor. Özyönetim ilanları ardından yoğun çatışmaların yaşandığı, sonrasında da Alipaşa ve Lalebey gibi mahallelerin yıkımla karşı karşıya olduğu bir dönem. Sur’un dar sokaklarında çaldığım evin kapısını genç bir kadın açıyor. Abisi Berxwedan’ı çatışmada yitirmiş. Anne ile sohbet
edip yaşadıklarını haberleştirmek istiyorum. Avluda uzun bir sohbet başlıyor. Oğlunu Kürt tarihiyle anlatıyor. Bunca acıya karşı metanetli duruşu ve barışta ki ısrarı beni derinden etkiliyor. Siirt’te öğretmenlik okurken gitmiş oğlu, arkadaşları onu çok severmiş, ‘sakin, saygılıydı oğlum’ diyor. Sohbetin sonuna doğru oğlunun fotoğrafını istiyorum. Bir albümü getirip dizlerimin üstüne bırakıyor. Evin küçük kızı, arkadaşları ile çekilen fotoğrafları da var diyor. O eve ilk girdiğim andan itibaren bana dikkatli bakan o küçük kadına, bir şey mi diyeceksin diye bakıyorum. Fotoğrafları işaret ediyor, kapağı açıyorum, birçok gencin bir arada olduğu bir fotoğraf en üste, belli ki biz sohbet ederken albümden çıkarılmış, bana gösterlmek üzere hazırlanmış. Fotoğrafta Nuri’nin yanında öylece gülerken kendimi görüyorum. Meğer tanımış beni o genç kadın. Ondanmış o bakışları. Can havliyle vedalaşıp atıyorum kendimi Sur sokaklarına ve koyuluyorum arkadaşımın haberini yapmaya.”
Kanlar içinde tel örgüler ardına atıldı
Tutuklu gazetecilerden biri de iki çocuk babası Gazeteci Aziz Oruç. Oruç 2013 yılında Kürt basın ailesine DİHA ile katılıyor. Uzun yıllar birçok kentte muhabirlik yapan Oruç, Üniversite yıllarında katıldığı bir yürüyüş nedeniyle ceza alıyor. Cezaevine girmek istemeyen Oruç, 2017 yılında Federe Kürdistan Bölgesi’ne giderek gazetecilik faaliyetlerine burada devam etti. Geçen 2 yılın ardından Oruç, Ermenistan üzerinden Avrupa’ya geçmek isterken, İran’a teslim edildi. İran’dan ise Türkiye sınırına kanlar içinde atıldı. Oruç, daha sonra gözaltına alındı ve havuz
medyası yüzlerce haberi olan Oruç’u “terörist yakalandı” başlığıyla servis etti. Oruç bu haberlerin kendisini derinden üzdüğünü tutuklu bulunduğu Patnos Cezaevinden şu sözlerle anlatıyor: “Beni en çok etkileyen haberlerden biri, elbette tutuklandığım haberlerini sözde gazeteci olduklarını söyleyen havuz medyasının farklı şekilde lanse etmesi oldu. Çünkü 7 yıldır bu mesleği yapıyorum. Yüzlerce haberim, programlarım vardı. Bunu görmezden gelmiş olmalarının üzdüğünü belirtmek isterim.”
22 Nisan Kürt Gazeteciler Günü vesilesiyle meslektaşlarına seslenen Oruç şöyle devam ediyor: “Bütün Kürt gazetecilerin gününü kutluyorum. Türkiye’de gazetecilik yapmak çok zor ancak bir o kadar da kutsal bir meslek olduğunu biliyoruz. Yıllardır halkın sesi olmak noktasında mücadele veriyoruz. Bundan sonra da yazarak halkın sesini duyurma mücadelesini sürdüreceğiz. Biran önce haksız yere cezaevinde tutulan gazetecilerin de tahliye olmasını istiyorum.”
Ataman stajyerken tutuklandı
Ziya Ataman gazetecilik mesleğine DİHA’da stajyer muhabir olarak başladı. Daha meslek hayatında çok yeniyken, 10 Nisan 2016’da hukuksuz bir şekilde tutuklandı. Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ataman’ın “cezası” 14 yıl 3 ay… Ciddi sağlık sorunları olan Ataman’ın bağırsakları iflas etmiş durumda. Birçok imza
kampanyası açılmasına ve Ziya’nın tek yaptığının habercilik olduğu ortada olmasın rağmen bugün salgın koşullarında bırakılıyor. Ataman, kendi mesajını kendi vermek istedi ancak ailesiyle yaptığı telefon konuşmasında, bize ulaştırılmak üzere mesaj verdiği sırada, “yasak” denilerek telefonu kesildi ve ailesi Ataman’ın nasıl olduğunu dahi soramadı. Her savunmasında gazeteciliğin hayali olduğunu söyleyen ve özgür basında olmasından pişman olmadığını ifade eden Ataman’ın mesajı biz oluyoruz ve iyi ki aynı dünya için mücadele ediyoruz.
‘En kısa sürede görüşmek dileğiyle’
Gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Ferhat Çelik de yaptığı haberler gerekçe gösterilerek tutuklanan meslektaşlarımız arasında yer alıyor. 8 Mart’ta İstanbul Adalet Sarayı’ bir hukuk skandalına tanıklık etti. Çelik, “Daha baştan belliydi tutuklanacağımız” diyerek özetlemişti o gün olanları. Çelik, Silivri Cezaevi’nde tecrit koşulları ve virüs riski altında tutuklu bulunuyor. Yapılan bütün tahliye talepleri ret edildiği gibi Meclis’ten geçen yasadan,
Çelik ve beraberinde tutuklanan gazeteciler yararlanmasın diye gece yarısı bir değişiklik yapıldı. Çelik’in en son gönderebildiği mesajı şöyleydi: “30 küsur yıllık basın tarihimizdeki faili meçhuller, bombalamalar, işkence, on yıllara varan tutuklamalar yanında tutukluluğumdan zul addederim. Beni bilirsiniz, hep bu ceberut iktidarın gitmek üzere olduğunu söylerim. Bu inancımdan zerre kaygım yok. Sizlerin de özgür basın gerçeğinde hakikati yazacağınızdan şüphem yok. En kısa sürede görüşmek dileğiyle…”
Keser uyduruk sebeplerle tutuklandı
Gazetemizin Yazı İşleri Müdürü Aydın Keser de, Ferhat Çelik ile birlikte, Libya’da ölen askerlere dair bir haber gerekçe gösterilerek 8 Mart’tan bu yana tutuklu. Evli ve bir çocuk babası olan Keser, Silivri Cezaevi’nde tecrit altında ve salgın riski ile karşı karşıya. Keser’in mesajını kendisinin vermesini isterdik ancak ne yazık ki koşullar itibariyle iletişim kurmak mümkün olmadı. O yüzden biz bugün Keser’in mesajı oluyoruz ve diyoruz ki; Hakikat için, gerçekler karanlıkta kalmasın diye bugün birçok arkadaşımız bedel verdi, veriyor da. Bizi tutuklayarak gerçeklerin karanlıkta kalacağını sananlar bilsin ki, özgür basın geleneğinde durmak da yok yılmak da. Ve bir gün bütün cezaevlerinin, bütün halkların özgürleşeceğine olan inancımızla o günün haberini de yapacağımıza inanıyoruz. Keser’in ve bütün Kürt gazetecilerinin gününü kutluyoruz.
‘Hakikat için mücadele ediyoruz’
Mehmet Güleç de tutuklu gazetecilerden biri. DİHA muhabiri Güleç haber takibi sırasında Elazığ’da gözaltına alındı, 7 Aralık 2016’da ise tutuklandı. Bir yıllık yargılanma sürecinde 20 yıl hapis cezası istendi. Her haberi suç sayılan, “sözde haber” denilen gazeteci Güleç’e yargılama sonucunda toplamda 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası
verildi. Şuanda Elazığ Cezaevi’nde tutuklu bulunan Güleç, bugün vesilesiyle bize oradan sesleniyor ve diyor ki; “Bugün Kürt basını ya dört duvar arasında, ya mahkemelerde… Temelini geçmişten bugüne kadar hakikatten aldı ve hakikat saklanamaz. Gün gelecek o ve hakikatte görülecektir. Ve biz de hakikatleri görünür kıldık. Ana akım dile getirmiyordu. Biz dile getirdik. Ana akım gibi konuşmadığınız zaman dört duvarı bize mübah gördüler. Ve yine gerçeklerin dile gelmemesi yaşanmadığı anlamına gelmiyordu. İşte biz bunun için mücadele ediyoruz ve bugün dolayısıyla tüm arkadaşlarımın Kürt Gazeteciler Günün kutluyorum.”