Tayyip Erdoğan’ı Türkiye’de iktidar yapanların dış güçler olduğu bir sır değil. Türkiye’nin ve Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesi kapsamında iktidara getirilen bir figür oldu Erdoğan. Onu iktidara getirenler, ondan birkaç şey istediler: Birincisi, Erdoğan Fethullahçılarla birlikte Türkiye’yi Ortadoğu’da “Ilımlı İslam”ın modeli haline getirecekti. Kendisi Ilımlı İslam rejimi olmadan, Ortadoğu’ya model olması söz konusu olamayacağından, Türkiye için bir rejim değişikliği öngörülüyordu. Bu yolda aşılması gereken güç ise, Batılı güçler için giderek daha fazla hükmedilemez olan ve esas olarak TSK’de temsilini bulan ‘ulusal gladyo’ idi. Bu güç odağının etkisizleştirilmesi ikinci temel görevdi. Üçüncü görev ise, Ortadoğu yeniden dizayn edilirken, Kürt Özgürlük Hareketi’nin bunu fırsata dönüştürmemesi için tasfiye edilmesi veya güçlü bir aktör olmaktan çıkarılmasıydı.
En genel hatlarıyla bu görevleri alarak iktidar yapılan Erdoğan da zaten bir süre sonra “Büyük Ortadoğu Projesi’nin şbaşkanı” olduğunu övünerek söyleyecekti.
Erdoğan tüm bunları dış güçlerin sunduğu her türden desteğin yanı sıra içten bulduğu ittifaklarla yapacaktı. İttifak güçleri, Batılı güçlerin – daha eskilere gitse de – 12 Eylül’den itibaren özenle geliştirdikleri ve cemaatte temsilini bulan Siyasal İslamcılıktı. O güne kadarki vesayetçi sistemden rahatsızlık duyan, bu sistemin değişmesini isteyen, özgürlüklerden, demokrasiden ve adaletten yana olan tüm toplumsal kesimler ise objektif ittifak gücüydü. Zira herkesin ortak talebi demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten ve adaletten yana bir değişimdi. Erdoğan da toplumdaki bu değişim talebine uygun bir söylem geliştirerek, herkeste umutlar ekerek bu kesimlerin desteğini aldı. Türkiye’de iktidar olmanın veya iktidarda kalmanın çok önemli bir dinamiği olan Kürtlerin yaklaşımı da önemliydi ve Erdoğan Kürt sorununu sahiplenen bir söylem tutturarak Kürtlerden destek gördü. Kürtler en kötü halde bile Erdoğan’a şans tanıdılar. Dolayısıyla Erdoğan hem içeriden hem de dışarıdan aldığı büyük bir destekle hükümet oldu.
Erdoğan dayandığı bu iç-dış güç odaklarından uzunca bir süre beslenmesini bildi ve hedeflerine sabırla yürümeyi esas aldı. Devlete yerleşmeye çalıştı.
Karşısında ‘90’larla birlikte epeyce güçlenmiş, daha çok da emekli ordu mensuplarının etkisinde olan, bürokraside yer edinen Ergenekoncular vardı ki, bu odak, başını ABD’nin çektiği Batı sistemi için de aşılması gereken esas odaktı. Bu güçler kendilerini devletin asıl sahibi olarak görüyor, hükümetlere iktidar olma şansı tanımıyorlardı. Zaten Erdoğan da defalarca “hükümet olduklarını ama henüz iktidar olamadıklarını” söyleyip duruyordu. O nedenle ilkin esas hedeflenen kesim, Ergenekoncular oldu. Cemaatle birlikte Ergenekonculara yönelik kapsamlı operasyonlar yaptı. Pek çok toplumsal kesim, o güne kadar demokrasinin önündeki engel olarak görülen bu odağın elemine edilmesiyle özlemi duyulan demokratik sistemin geleceğini düşündüğünden, bu operasyonlara destek verdi.
Bu arada müesses nizamın MHP ile birlikte temel siyasi partisi olan ve kendisini cumhuriyetin kurucu sahibi olarak gören CHP’ye de operasyon çekildi. Toplumdan aldığı destek yetersiz olsa da Erdoğan’a karşı etkili bir muhalefet yapan Baykal istifaya zorlandı ve yerine Kılıçdaroğlu getirildi. Erdoğan üzerinden gerçekleştirilmek istenen dizayn başarılı olsun diye, Kılıçdaroğlu gibi Türkiye’de asla iktidar yapılmayacak biri CHP’nin başına getirildi. Kişisel yeteneklerinin ötesinde onun Kürt ve Alevi olması, iktidar olamaması için yeterli bir sebeptir. Onu CHP’nin başına getirenlerle Erdoğan’ı görevlendirerek iktidara taşıyanlar aynı güç odaklarıdır. O, Erdoğan ölçeğinde olmasa da Erdoğan gibi yeni dizayn için görevlendirilmiş biridir. O nedenle Kılıçdaroğlu’nu Erdoğan ile birlikte düşünmek daha doğrudur.
Yıllar yılı yaptığı muhalefetin yarattığı sonuçlardan bunu çıkarmak mümkün. Kılıçdaroğlu’nun muhalefet tarzının toplumda pek bir karşılığı yoktur. AKP’nin en zayıf konumunu yaşadığı günümüzde bile, hala Türkiye’yi yönetebilecek bir siyasi kişilik olarak görülmemektedir. Bu da tezimizi doğrulamaktadır.
Ne var ki, aradan geçen zaman her şeyi değiştirdi. Erdoğan’ı iktidara taşıyan tüm iç ve dış güç odaklarıyla Erdoğan’ın arası bozuldu. Hatta Erdoğan pek çoğu ile kanlı bıçaklı hale geldi. İktidar oluncaya kadar karşısına aldığı tüm güçlerle ise zorunluluktan ittifak yaptı. Gelinen aşamada onlara önemli ölçüde teslim olduğunu söylemek bile mümkün. Soylu’nun istifası, ‘infaz yasası’ etrafındaki gelişmeler bunu yeterince doğrulamış vaziyette.
Özcesi Erdoğan bu kadar değişmişken, onun pozisyonu bu kadar farklılaşmışken, düşman-ittifak denklemi adeta tepe taklak olmuşken, eski görevli Erdoğan’ın işini kolaylıkla yapması için gelen Kılıçdaroğlu neden hala yerinde duruyor? Sizce de burada bir tuhaflık yok mu?
Gerçekte Erdoğan’ın değişen pozisyonuna paralel olarak Kılıçdaroğlu’nun da değişmesi gerekiyordu. Dibe vurmuş, seçimler kaybetmiş, kendisinden kopanların üç parti kurduğu bir Erdoğan’ın hala iktidarda kalabilmesinin en büyük nedeni muhalefetin duruşudur ki, bu da esas olarak Kılıçdaroğlu’nun pozisyonundan kaynaklanmaktadır.
HDP’nin kendi başına yapabilecekleri bir yana, Kılıçdaroğlu ana muhalefetin başında olduğu müddetçe CHP’den yana hiçbir şey değişmeyecektir. Son yerel yönetim seçimlerinde büyükşehirlerde elde edilen başarıya bakarak kimsenin kendisini kandırmasına gerek yoktur. Herkes çok iyi bilmektedir ki, alınan sonuçlar tamamen HDP’nin seçim stratejisinden kaynaklanmıştır. HDP’nin geliştirdiği strateji olmasaydı, ne İstanbul’da, ne Mersin’de, ne Adana’da, ne Antalya’da, ne Ankara’da, ne Ardahan’da, ne Yalova’da, hatta ne de Hatay’da bu başarıların elde edilmesi söz konusu bile değildi. Balıkesir örneği oldukça öğreticidir.
Tuhaf olan, Türkiye’yi Türkiye yapan tüm bu illeri kaybetmiş olan Erdoğan’ın da tüm bu illeri güya kazanmış olan Kılıçdaroğlu’nun da hala durdukları yerde durmalarıdır. İktidarın değişmesini isteyenler, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nu birlikte düşünmeliler. Eşzamanlı geldiler, eşzamanlı da gidecekler. Ama bunun için öncelikle gerekli olan muhalefetteki değişimdir.