Korona virüsü istisnasız her insanın yaşamını tehdit ediyor. Ancak bu pandemi esas itibariyle yeni ve beklenmedik değildir. Böylesi bir pandeminin meydan okumaları, bilhassa sağlık sistemlerine yönelik baskısı, sistem sorusundan bağımsız yapısal olarak her ülkede aynıdır – her ne kadar bu meydan okumalara ulusal ve uluslararası düzeylerde farklı yanıtlar verilse de. Aslında sağlık sistemlerinin kapasitesini zorlayacak bir pandemi bekleniyordu. Yanıtlanması gereken, yapılan tüm risk analizlerine rağmen neden hazırlık yapılmadı sorusudur.
Pandeminin çok şeyi değiştirecek reel bir kırılma olduğu kesin. Bu kırılmanın çoğu krizde olduğu gibi, birbirlerini karşılıklı etkileyen, kimi zaman iç içe geçen farklı düzeyleri olduğu doğru. Farklı olan ise pandemi ve sistem krizi yönetimleri kombinasyonudur. Tehdit ve kriz yönetimi herkesi etkilemektedir, ama aynı şekilde değil! Sınıfsal farklar ve eşitsizlik pandemi etkisini katlayarak artırmaktadır. Egemenler virüsle mücadele stratejilerini başından itibaren kendi çıkarlarına göre yönlendirmektedirler. Yanıtlanması gereken soru, egemenlerin Covid-19 pandemisini neden diğerlerinden farklı ele aldıklarıdır.
Pandemi hızı insanların sadece sağlıklarından kaygı duymalarına değil, aynı zamanda ve artan biçimde var oluş korkusuna kapılmalarına neden olmaktadır. İmtiyazlı olanlar bu korkularla evlerine kapanarak baş etmeye çalışırlarken, yoksullaşan yığınlar olağanlaşmış olağanüstü hâl koşulları altında, her an virüs kapma tehlikesiyle iş güçlerini satmak zorunda bırakılmaktadırlar. Özellikle evsiz-barksızlar ve mülteciler akut yaşam tehlikesi altındadırlar. Salt devrimci-demokratik güçler değil, yaygın medya bile toplumsal dayanışma vurgusu yapmaktadır. Yanıtlanması gereken soru, gerekliliğinin bilincine varılmış olmasına rağmen toplumsal dayanışmanın neden yaygın biçimde örgütlenemediği sorusudur.
Son derece muğlak etkileri ve derinliğinin gelişmekte olduğu bir kırılma ve dönüşüm sürecinin henüz başlangıç devresinde olduğumuz kesin. Pandemik meydan okuma ne sınıf savaşımının ne de kapitalist krizlerin yasallıklarını devre dışı bırakmıştır. Tam aksine iklim krizi, savaşlar, yoksulluk ve sefalet, mültecilik, ırkçılık ile ekonomik ve malî krizler, temsilîyet ve yönetim krizleri vb. krizlerin toplamı olan çoklu kriz ortamı varlığını hâlen sürdürmektedir. Yanıtlanması gereken, pandemi sonrasında ne olacağı sorusudur. Kazanan kim olacak, güç dengeleri kimin lehine değişecek – ulusal, bölgesel, küresel düzeyde, sınıflar ve emperyalist güçler arasında?
Korku salt alt sınıflar arasında değil, belirgin biçimde egemenler arasında da yayılmaktadır. Alt sınıflardan farklı olarak egemen sınıfları sistem korkusu sarmıştır, bilhassa kriz yönetiminin sistem sınırlarını belirgin etmesine ve böylelikle toplumsal alternatiflerin çekiciliğinin artmasına yönelik korkular. Sadece neoliberalizm değil, esas itibariyle kapitalizmin tılsımını kaybetmekte olduğu kesinleşmektedir. O nedenle sistem karşıtı söylemleri boşa çıkartmak, alternatifsizlik mitini devam ettirmek için manipülasyon mekanizmaları işletilmektedir. Özellikle emperyalist merkezlerde ön koşulsuz ve geri ödemesiz maddî yardımlarla işçi sınıfının imtiyazlı kesimlerinin rızası satın alınmakta, sınıfın sağlık, perakende ve nakliyat gibi sektörlerindeki kesimlerine medyatik moral aşılaması yapılmaktadır. Burada yanıtlanması gereken soru, egemenlerin “sosyal devlet” uygulamalarına daha ne kadar dayanabilecekleri ve inşası süren otoritarizme ne denli hızlı geçiş yapacakları sorusudur.
Bu ise başka bir soruyu gündeme getirmektedir: Hareket ve etki alanları daralan devrimci-demokratik güçler iktisadî, siyasî ve ideolojik düzeyde baskısı yukarıdan artırılarak sürdürülen sınıf savaşına alttan nasıl yanıt verebilir, yanıtı verecek birleşik öncüyü nasıl örgütleyebilirler? Asıl meydan okuma kanımızca budur, her ülkede!