Kapitalizmin kendisinin bir salgın olduğunu ve her krizinde farklı bir suçlu olarak tanımladığı bir canlıdan kaynaklı güçlü bir salgına rastlamak mümkündür. Kapitalizmin her tıkanmasında ön açıcı olan bu salgınlar kendi doğasında vardır. Kapitalizm varlık-yokluk noktalarında salgınlardan sonra pik yapmıştır. Ve her krizde, salgından sonra orta sınıf-bürokratların piramitteki yeri daha da küçülmüştür. Piramidin altındaki metalaştırılmış ve sömürülen sınıf genişlemiş, üste doğru azalmış bir şekle dönüşmüştür. Sınırsız-sonsuz sömürü doğa-toplum dengesi gözetmeden vahşice yapılmış, dengeler bozulmuştur.
Milyonlarca yıl boyunca buzullarda yaşamına devam eden mikrosfobik organizmalar buzulların erimesiyle yeni bir salgına işaret etmektedir. Buzulları kim-ne için eritiyor diye sorarsak elbette cevap kapitalizm olur. Salınan karbon oranlarında artış, yok edilen ormanlar, yapılan devasa barajlar, kirletilen doğa, hunharca çıkarılıp tüketime yollanan fosil yakıtlar ve bu fosil yakıt tüketimine dair tüketim alışkanlıkları, kanserli kent politikaları hepsi ve dahası sermayenin sonsuz sömürü ve talanıyla açıklanabilir. Bu kadar kısa sürede ozon tabakasında iyileşme doğanın kendi onarma gücünün göstergesidir. Kapitalizmsiz bir dünyada doğa 60 yılda kendini onarabiliyor. Oysa bu salgın ve öncekiler sıçrama tahtası olmaktan başka bir şey olmamıştır.
Bizim doğaya ihtiyacımız var ve doğamızı bir avuç insana hizmet eden bir sistem yok ediyor. Mücadele için dayanışma büyütülmeli. Kendimizin olanı bu gözü dönmüş, talancı, kan emici sistemin insafına bırakmak yanlış olur. Kapitalizm varsa doğa-toplum yoktur. Kapitalizm varsa bitmeyen krizler hep var olacaktır. Kapitalizm varsa birlikte-barışık-dayanışmacı bir yaşam düşlemek imkansız olur.
Avustralya’da aylarca devam eden yangın milyonlarca canlının yaşamına son verdi, sebebi kapitalist sistem olsa da sonu insan ve insan dışı canlı yaşamı etkilemiştir. Çernobil patlaması hafızalardaki tazeliğini henüz korurken günlerdir devam eden yangın yeniden gündemde ve bu yangın patlamadan kaynaklanan radyoaktif atıkların çözünüp zararlarını tetikleyecek yine-yeniden bir canlı yaşamı yok edecektir. Salda Gölü ve onlarcası, Kanal İstanbul, Hasankeyf, Ilısu Barajı, Muğla ormanları, Artvin-Mardin (Mazıdağı) madencilik faaliyetleri daha nicesi bu salgına rağmen talanlara açılmakta ve doğa-toplum meta olmaktadır. Sermayenin motorize gücü olan sektörler yasa yönetmeliklerle desteklenmektedir. Turizm, inşaat ve madencilik sektörleri insan ve insan dışı tüm canlı yaşamın yok olması pahasına öncelenmektedir.
Ya da doğanın en önemli döngüsü olan yağmurlar yağınca sevinemeyeceğiz; su tutmaya başlayan Ilısu Barajı hızla dolmakta ve doğa-toplum mülteci olmaktadır. Toplumlar tarihine tanıklık eden Hasankeyf boğulmaktadır. Bu kahredici sömürü iklimleri hep olacak, ya birlikte güçlü bir mücadele edip kapitalizmi defedeceğiz ya da daha çok ağıtlar yakacağız saldırıları sessizce izleyip. Kapitalizmin doğa-toplum saldırıları savaştan ötedir ki savaşlar da onların sömürü yöntemlerinden biridir. Bu savaşı biz kazanacağız; doğa kazanacak, toplumlar kazanacak, gelecek biziz. Güzel günler göreceğiz, güneşli günler… Bu bilinçle; Umutsuzluğa kapılmamak ve umudu canlı tutmak adına M. E. Jafari’nin Xakestari şiirinin bir alıntısıyla bitiriyorum.
“Savaş bitince senin için taze incirler toplayacağım,
Seninle kalacağım, seninle okuyacağım,
Ve seni güneşin ışıltısında öpeceğim;
Eğer bulutlar izin verirse…’’