Özellikle tutuklu ve hükümlülerin ve onların ailelerinin nefeslerini tutarak beklediği “infaz/af yasası”, dışarıda sol-sosyalist örgütlerin, aydınların, yazarların, çizerlerin, Meclis’te de HDP ve CHP’li milletvekillerinin tüm itirazlarına, değişiklik önerilerine rağmen olduğu gibi geçti. Yani AKP-MHP elbirliğiyle, suç ortaklığıyla dolandırıcılara, mafya baronlarına, uyuşturucu satıcılarına, Soma katliamı sorumlularına, çocuk istismarcılarına, kadına şiddet uygulayanlara (cezalarında indirim yapılarak) “af” çıkarıldı. Ama siyasilere, yazar, çizer ve gazetecilere, 10, 20, 30 yıldır hapishanede olan sosyalistlere-yurtseverlere kapılar kapandı. Onlar ve onların yolunu gözleyen yüzbinlerce insan bir kez daha hayal kırıklığına uğradı. Bir kez daha haksızlığa uğramış oldu.
Zaten karanlığa teslim olan bu ülkede kokuşan düzen daha da kokuştu. Meclis’te Ömer Faruk Gergerlioğlu ile Sezgin Tanrıkulu infaz yasasının eşitlik ilkesine uygun olması için büyük mücadele verdiler. Meclis dışında da İHD, THİV, TTB başta olmak üzere demokratik kitle örgütleri, meslek odaları konuyu sürekli gündemde tuttular. Ben de defalarca yazdım. Ama nafile. AKP, MHP’nin desteğini alarak politik tutsaklara karşı düşman hukukunu bir kez daha uygulamış oldu.
Özetle Sezgin Tanrıkulu’nun ifadesiyle: “Bu yasa hem kamu vicdanını hem adaleti esas almadı hem de salgın hastalık döneminde çıkarılması açısından tutuklu ve hükümlülerin yaşam hakkını gözetmeyen, onları ölüm koridorunda ölüme mahkum eden bir anlayışla çıkarıldı. Zihniyet bakımından da 12 Eylül faşist darbesini yapan Kenan Evren’in ‘asmayalım da besleyelim mi’ zihniyetinden bir farkı yok. (…) Dünyanın teslim olduğu bu virüs döneminde AKP ve ortağı MHP’nin siyasal tercihi, rüşvetçiyi, gaspçıyı, göçmen kaçakçısını, organ kaçakçısını, fuhuştan yatanlara bu siyasal önceliği yaparak cezaevinde yatan diğer insanları ölüme mahkum etmeyi tercih ettiler.”
TİHV Başkanı Şebnem Korur Fincancı da düzenlemenin muhaliflerden intikam alma hesabını içerdiğini belirterek şunları ekledi; “Ayrımcılık, intikam, muhaliflerden intikam alma yaklaşımı başından beri bu infaz yasası. Zaten dilleri de böyleydi, ‘ölsünler’ diyen bir bakış açısı vardı. Bunu açıkça da dillendirdiler Meclis kürsüsünden, ‘ölsünler’ diyorlar, yani bu kadar da açık.”
Evet biliyorum bu zindandaki muhaliflere yaşatılan ilk hak gaspı değil. Ama buna rağmen itiraf edeyim ki başlarda hem ben, hem tutsak aileleri umutlanmıştık. Daha adil bir dünya uğruna, özgürlük ve eşitlik için mücadele ederken esir düşen güzel insanlar, dostlarımız-yoldaşlarımız tahliye edilebilir demiştik. Üstelik koronavirüs tehlikesi hapishanelerde can almaya başlamışken kendi anayasalarına (eşitlik ilkesine) karşı yasa çıkarmazlar diye düşünmüştük. Ama İslam Türk sentezi olan ittifak diğer ifadeyle şeriat soslu iktidar yine ölümlere davetiye çıkardı.
Hapishanelerde mahpuslara yaşatılan zulüm yeni değil diyeceksiniz. Doğru ama 18 yıllık saltanat döneminde AKP iktidarı seleflerini aratır hale gelmiştir. 15. yüzyılda Yedikule zindanlarının inşasından beri hapishaneler iktidarların aynası olmuştur. 1474’te Mahmut Paşa’nın kapatıldığı Yedikule zindanının en ünlü tutuklusu 1622’de tahttan indirilen II. (Genç) Osman’dı. O günden bu güne zindanlar kurulmaya devam etti. Osmanlı döneminin en ünlü hapishaneleri Yedikule Hisar’ından sonra “Baba Cafer“ ile “Taif” zindanlarıydı. Ve Cumhuriyet döneminde Sinop Kalesi, Sansaryan Hanı, Yassıada, Mamak, Metris, Diyarbakır zindanları, zulümleriyle ün saldılar. Ve kesintisiz devam eden, kimi zaman artan, kimi zaman azalan ama hiç bitmeyen iktidar zulmü, bu gün de sürüyor.
Lucas’ın geçen yüzyılda yaptığı saptama “iyileştirmelere” rağmen hala geçerlidir: “Babayı hapishaneye gönderen aynı mahkeme kararı, anneyi her gün yoksulluğa, çocukları terk edilmeye, ailenin tümünü serserilik ve dilenciliğe sürüklemektedir. İşte suç, bu bağlantı içinde kök salma tehditi taşımaktadır.”
Hapishanelerde, özellikle OHAL’in ilanından sonra her gün yeni bir hak gaspı yaşanıyor. Gelişmelerin hızına yetişip tavır almak, kamuoyuna duyurmak bile zorlaştı. Klasik bir söz ama “kelimeler kifayetsiz kalıyor”. Hapishanelerden gelen mahpus mektuplarında, satır aralarını okuyarak bu kötülüğe anlam vermeye çalışıyorum. Zira biliyorum ki bu uygulamalar münferit değildir; bir gardiyanın veya hapishane müdürünün lokal tavrı değildir. Elbette devlet vur değince üzerine vazife çıkaran işkenceden-eziyetten zevk alan insanlık düşmanları var. Her daim de olmuştur. Ama öyle anlaşılıyor ki koronavirüs salgını yayılsa bile tutsaklara kesintisiz uygulanan eza sürmektedir. Yani bu, sermaye sınıfının desteği ile ayakta kalan AKP’nin bilinçli politikasıdır.
Ancak demokrat gazeteciler, siyasetçiler ve devrimci tutsaklar zindan zebanilerini bile şaşırtan bir direniş geleneğini yaşatmakta ısrarlılar. Nitekim Kırıkkale F tipi Hapishanesi’nden seslenen Resul Kocatürk’ün ifadesiyle: “Büyük bedellerle açılan ufuk çizgisine uzanan yolların bir bir tıkandığı zamanlar yaşıyoruz. Kuş cıvıltıları ise tan vaktini müjdeliyor.”
23 yıldır zindanda olan Gülazer Akın’ın yazdığı gibi: “Önemli, ağır ve zor zamanların insanlarıyız bizler, hepimiz. Bence ona göre herkes rol alıp kuşanmalı. Zulmün belini kırmak için herkes iyi kuşanmalı cürete, mücadeleye…”