Son üç hafta içinde Ortadoğu’nun ve dünyanın üç önemli bayramını geride bıraktık. Yirmi yedi asırdan beri kutlanan baharın ve özgürlüğün bayramı olan Newroz, Ezidilerin kadim bayramı ve yine baharı kutlayan Çarşema Sor’un yanında iki bin yıldır kutlanan iki milyara yakın Hristiyan dünyasının Paskalya’sı. Çarmıha gerildikten sonra İsa’nın dirilişi..
Bayramlar, çocukluğumuzdan beri heyecanla beklediğimiz sayılı günlerdi. Bayramla barış arasında küçük yaştan beri hep bir bağ kurmuşumdur. Bayramlarda tüm küsenler barışır, ya da barıştırılırdı. Küs kalmak ayıptı, bayrama saygısızlıktı, bayramı rahmetli Alo amcanın deyimiyle “adam yerine koymamak”tı. Hatta bizde saz eşliğinde söylenen ve sanırım Aşık Sümmani’ye ait bir şiirin
“Küsme yarim barışalım, cümle isyan bendedir,
Buna bayram günü derler, kan edenler barışır”
dizelerini hiç unutmadım.
Öyle günlerdeyiz ki birçoğumuz kapandığımız evlerimizde bu bayramların gelip geçtiğinin farkında olmadık. Korona denen illet, aklımızı başımızdan aldı. Yedi buçuk milyarı aşkın beşeriyet alemi, büyük çoğunluğuyla adeta kafası kesilmiş horoz misali çırpınıp durmakta. Koca koca bilim insanları, birbiriyle çelişen şeyler söylemekte. Kimi virüsün defedilmesi için çeşitli yiyecek ve içecekleri önermekte, bir başka kesim onların faydalı olmadığını söylemekte.
Tüm gelişmiş ülkeler, bırakın gelişmişleri bizim gerimizde olan fakir ülkeler bile her şeyi göze alarak milli gelirlerinin çok önemli bölümünü bu düşmanla mücadeleye ayırmakta, işsiz kalan yurttaşlarını ve iş yerlerini desteklemek için çok büyük kaynaklar ayırmakta, bir an önce bir çare bulunması amacıyla bilim insanlarını seferber etmekte.
Demokrasi ve özgürlüklerin beşiği olan ülkelerde sokağa çıkma yasakları, zorunlu karantinalar, gerekli sağlık kurumlarına el koymalar sıklıkla görülmekte. Tabii sokağa çıkma yasağının bir maliyeti var. O devletler, sokağa çıkmayı yasakladıkları çalışanlarının maişetlerini üstlenmekte, kapanan iş yerlerinin zararını karşılamaktalar.
Peki bizde durum ne?
Devlet, Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir Bilim Kurulu oluşturdu. Bu konuların uzmanlarını bir araya getirdi. Getirdi de bu konuda herkesten çok söz sahibi olma hakkına sahip Türk Tabipler Birliği’ni çağırmadı. Alınacak tedbirlerle ilgili en önemli tarafları, işçi ve işveren kurumlarını çağırmadı. Tüm bunlara rağmen Bilim Kurulu’nun aldığı kararları açıklamayı, o kurumun başında olan Sağlık Bakanı açıklayamadı, alınması gerekli tedbirleri Sayın Erdoğan’ın onayına sundular, o son şeklini vererek kendince açıkladı. Duyumlar, daha ilk günden sokağa çıkma yasağı konması tavsiyesinde bulunulduğu yolundaydı ama yalnız 65 yaş üstü için yasak kondu. Emekli maaşları evlere gelecekti, ben şahsen daha alamadım. Banka evime yüz elli adım.
Devletin virüsle mücadele amacıyla ayırdığı yüz milyar dolayındaki kaynağın büyük bölümü işverenlerin kurtarılmasına yönelik. Sosyal yardım için ayrılan sanırım iki milyarlık kısmın ise eskiden sosyal yardım alanlar başta olmak üzere bir kısım muhtaç ailelere verileceği söylendi. Kimlere verileceğini de yine kendileri belirleyecekler. Tabii uçak fiyatlarındaki KDV’nin % 18’den % 1’e düşürülmesi de işin komik yanı. Kim seyahate çıkacaksa…
Geçtiğimiz hafta sonu aniden sokağa çıkma yasağı ilan edildi. İçişleri Bakanı Soylu, “sayın Cumhurbaşkanımızın onayıyla karar aldık” dedi ve akşam 22.30’da açıklama yaptı. Tabii İstanbul sokakları, marketlere, bakkallara, fırınlara hücum edenler yüzünden mahşere döndü. Kavgalar, tartışmalar, kuyruklar yüzünden virüsün yayılma hızı katlanarak arttı. Sayın Soylu, artan tepkiler karşısında önceleri “canım, iki yüz elli bin kadar insan çıktı sokağa, İstanbul nüfusunun çok küçük bir bölümü” dercesine küçümsedi ama yetmedi. Pazar günü geç saatlerde yasağı kendi inisiyatifiyle koyduğunu, sayın Cumhurbaşkanı’nın hiçbir sorumluluğunun olmadığını, sorumluluğun kendisinde olduğunu belirterek istifa etti. Yorumcular olayı yorumlarken AKP kaynaklarına yakın olduklarını söyleyenler Erdoğan’la istişare sonunda istifa kararı alındığını söylemekteyken Erdoğan’ın istifayı onaylamadığı haberi geldi. Tabii istifanın tek taraflı bir tasarruf olduğu bir yana bırakılarak “nihai kararın sayın Cumhurbaşkanına ait” olduğu söylendi ve Soylu da uyarak görevine devam ettiğini söyledi. Tabi Soylu’nun güçlendiğini söyleyenlerle üstünün çizildiğini söyleyenlerden hangilerinin haklı olduğu ilerde belli olur. Kararın, tek yetkilinin o andaki ruh haline bağlı olduğu bir yerde isabetli tahmin mümkün değil.
Sayın Erdoğan, gerek partisinin organlarında yaptığı açıklamalarda, gerekse kamuya açık söylemlerinde bu salgının fırsata çevrilmesinden söz etti sık sık. Şimdilik, bunun hakkı da veriliyor. Kitlesel gösterilerinin, sokağa çıkmaların mümkün olmadığı bir dönemde fırsattan istifade “gizli af” olarak nitelenen bir kanunla cezaevlerinin boşaltılması sağlandı. İnsan kaçakçıları, ırza geçenler, caniler, hırsızlar, yolsuzlar, uyuşturucu kaçakçıları, suç örgütü yöneticileri, hasılı aklınıza ne gelirse adına “adi suçlu” diyeceğimiz herkes bu yasa sayesinde serbest. Yani toplumun içine koronavirüsten sonra bir de suç makinaları salınıyor. Buna karşılık sırf düşüncelerini açıklamaktan başka bir eylemi olmayan on binlerce siyasetçi, gazeteci, düşünce insanı içerde. Yolsuzluğu yapanlar dışarda, bunu haber yapanlar bırakılmıyor. Bunların büyük bölümü hiçbir delil olmadan hüküm giyenler. Beyanı, Adnan Selçuk Mızraklı’nın mahkumiyetine esas alınan tanığın, olay sırasında o hastanede olmadığı kanıtlanmasına rağmen samimi bulunarak karar verildiği bilinmektedir. Sayın Demirtaş hakkındaki kararların da beyanlarına dayandırıldığı gizli tanıkların tanınmadığı ortaya çıkmıştı, ama karar yine de verildi.
Sırf kin ve intikam duygularına dayalı, toplumda derin ayrışmaya yol açacak bu uygulama elbette Anayasa Mahkemesi’nce düzeltilmeli. Aksi takdirde açılacak on binlerce tazminat davası AİHM’de son bulacaktır.