Eğer bir ülkede, yasalara, anayasaya rağmen, bir İçişleri Bakanı şahsi imzasıyla “sokağa çıkma yasağı” ilan eder ve yasa, anayasa dışı bu “yasak” o ülke tarafından onaylanırsa ne olmuş olur?
İçişleri Bakanı’na “darbe” yapma imkanı ve hakkı tanınmış olur.
Muhalif yazarlar bu yasağın yasa dışı olduğunu yazıyorlar ama, kontrgerillanın varlığını sürdürdüğü, Mehmet Ağar’ın hala karanlıkta hüküm sürdüğü, onun yetiştirmesinin İçişleri Bakanı olarak AKP’ye “monte” edildiği bir ülkede yasa dışı yasağın, niyetleri boş verelim, objektif olarak bir “darbe” tatbikatı olduğunu yazmaya dilleri varmıyor.
Günümüzün İçişleri Bakanı, bilin ki, Genelkurmay Başkanı’ndan çok daha güçlüdür.
İçişleri Bakanlığı’nın silahlı insan sayısı, polisi, gizli polisi, korucusu ve yeraltı kontrgerillası, Özel Harekat polisi ve en son olarak da jandarma ile Sahil Güvenlik askeri hesaplandığında TSK’dan büyüktür. Ordunun elinde tank varsa, jandarmanın da elinde tank bulunmakta. Polisin zırhlı ekipmanı elbette cephe savaşında işe yaramaz, ama bir darbede tankın işlevini haydi haydi görür. Uçak, helikopter diyorsanız, jandarmanın da uçağı, helikopteri var.
Böyle bir gücün başındaki adamın tek bir genelgeyle sokağa çıkma yasağı ilan etmesine bir de bu açıdan bakınız.
Ama daha büyük bir gücü de var.
Kuşa çevrilmiş TSK istihbaratından çok daha büyük bir istihbarat ağına sahip. İçişleri Bakanlığı, eğer kafaya darbe yapmayı koymuşsa, örneğin darbenin ilk saatlerinde Cumhurbaşkanını, bakanları, parti yönetimlerini, subayları vs. tutuklamak için aylar önceden plan yapmasına, kimin kimi tutuklayacağını kararlaştırmasına, tutuklanacakların adreslerini, o anda nerede olduklarını saptamak için özel bir çalışma yapmasına gerek yoktur. Tüm devlet ve parlamento unsurları zaten onun kontrolünde, “korumasındadır.” Tümünü tutuklamak tek bir emre ve birkaç on dakikaya bakar.
Yeri geldiğinde “polis devletinden” söz ediyoruz da, bunun ne manaya geldiğini sanırım yeteri açıklıkta bilmiyoruz.
Şaşırıyorum: İki günlük yasak sonrası gelişmeleri ele alan yazarlar “Soylu AKP’de güçlendi” gibi iddialar ortaya atıyorlar. Soylu zaten “güçlü”. Arkasında seçmen olduğu için değil, ülkeyi ağ gibi saran kontrgerilla olduğu için güçlü. Bu güç Soylu’nun “şahıs” olarak güçlü olmasından değil. “Derin devlet”in Saray’a atadığı “siyasi kayyım” olmasından.
Dikkat edin. Ordunun katıldığı törenlere bakın. Katılanların belinde ya silah yok, ya da şarjörler boş. Buna karşılık polis müsellah. Damlarda keskin nişancı polisler. Bir suikast için “tek bir emir” yetmez mi? Bu manzara Erdoğan’ın orduya değil de polise güvendiğini mi gösteriyor? Yoksa hem ordunun hem de Saray’ın üstünde polisin egemen olduğunu mu?
15 Temmuz darbesi, devletin içindeki dengeyi kökten değiştirdi. NATO’cu ve Batı yanlısı ordu tasfiye edildi. Ona görev olarak Suriye’de, Rojava’da, Irak’da, Libya’da, Kuzey Kürdistan’da ve şu sıralar Yemen’de “bir şeyler”le uğraşması emredildi. Ülkede polis egemenliği kuruldu.
Muhalif yazarlar Saray rejiminin salgın karşısında “çuvalladığını” yaza dursunlar. Gerçekte rejim amacına uygun adımlarla yürüyor. Bizim “irrasyonal” saydığımız, “deli saçması” diye şaşırdığımız bütün abuk sabukluklar Saray’ın “salgın stratejisinin” uygulamalarıdır. “Sürü bağışıklığının” gereği neyse o yapılıyor. Zigzagları, laf salatalarını boş verin. Virüs başı boş bırakılıyor, sağlam bünyelerin bağışıklık kazanması, zayıfların, kötü beslenenlerin, hastaların, yaşlıların ölümü bekleniyor. Ekonominin çarkları durmuyor, ölen işçinin yerine milyonluk işgücü pazarından yenileri işe alınıyor. Zayıf sermaye iflas ediyor, onun boşalttığı pazarı kuvvetli sermaye dolduruyor. Hapishanelerin kapıları siyasi mahkumların yüzüne kapatılıyor, virüse açılıyor. Böylece “urgan” yerine “virüsle” idam cezaları yürürlüğe sokulmuş oluyor. Vesaire vesaire…
Anlayacağınız, “tek adam rejiminin yönetemediği” yönündeki eleştiriler, bana kalırsa çok masum, naif. Yönetiyor, işte böyle yönetiyor. Johnson da, diğerleri de tastamam böyle yönetmek istedi ama orada tek adam rejimi yok. Onlar yönetemedi ve eve kapanan vatandaşlarına yüz milyarlarca dolarlık destek vermek zorunda kaldı. Türkiye o bakımdan “şanslı”. Neredeyse onbinlerce ölü verip, sıfır maliyetle salgın krizinden çıkacak. Siz buna mı “yönetememe” diyorsunuz?
Koronaya karşı savaş, “tıbbi” bir savaş değildir. Politik bir program işidir.
Tek maddeliktir: Sınır dışındaki askerler çekilecek, içeride “ateşkes” ilan edilecek, sivil uçaklar gibi savaş uçakları da havalanmayacak, savaş bütçesinin ve polis bütçesinin yüzde doksanı sağlık alanına yatırılacak ve topyekun sokağa çıkılmayacağı için, herkese eşit ödeme yapılacak.