Kışın çetin, baharın coşkuyla yaşandığı bir köyde hayata gözlerini açtı Selçuk. Onu tanıyanlardan biri olarak nasıl anlatırım diye düşünüyorum. Hangi kelimelerle anlatmalıyım,
hangi anısı onu doğrudan anlatır? Hangi sözleri onu yansıtır? Belki de onun anlattığı bir anısı üzerinden anlatmak gerek Selçuk’u.
Küçükken köyde, her cumartesi kızlarla birlikte dağlara çıkıp kereng topluyorlarmış. Dağa gittikleri başka bir gün, o kızlardan biri kaybolur. Tüm çocuklar aramaya başlar. Ne kadar
arasalar da bulmazlar…
Selçuk da orada oturup ağlıyor. O günden sonra kaybolan o kızı aklından çıkaramıyor. O kızın nereye gittiğinin cevabını bir türlü bulamıyor. Ancak kızı aramaya devam ediyor ve her hafta yorulmak bilmeden dağlara çıkıyor.
Kayıp kızın peşinde haftalar geçiyor. O dağlarda karşılaşır özgürlük yolcusu kadınlarla. “Bende sizinle gelmek istiyorum, beni de alın… beni de…” diye bağırdı ama küçüktü… “Belki
büyüyünce, gelip alırız seni” dediklerini hatırlıyor.
O kadınların görüntüsü, belleğine kazınmıştı. Fark etmese de o görüntü kaderini çizmişti. Bunlar Selçuk’un anlattıkları; siz onu Enver Polat olarak tanıyorsunuz. Belki de tanımıyorsunuz. Ama tanımıyorsanız da; tanımanın tam zamanı…
* * *
Selçuk, sürgünde muhalif Kürt basınının ilk emekçilerinden, gazete, dergi ve ilk Kürt televizyonu Med TV’nin kurucularından…
Bugün ölüm yıldönümü. 14 Nisan 1998’de Besta’da şehit düştü. Tam 22 yıl olmuş… Şehit düştüğünde Serxwebûn dergisinde onun için bir yazı kaleme almıştım.
Şimdi Hüseyin (Aykol) abi, “Selçuk’u yaz” deyince tekrar kalemi elime alıyorum. Erkenden aramızdan ayrılan, sevdiğim bir devrimciyi yazmak ne kadar zor anlatamam…
Hem Selçuk hem Hüseyin abi, ikisi de bu meslekteki hocalarım. Selçuk’la 1990’lı yılların öncesinde Serxwebûn ve Berxwedan dergilerinde birlikte çalıştım. Gazetecilik, editörlük, kitap düzenleme, mizanpaj her şeyi Selçuk’tan öğrendim.
1990’lı yılların başında da Hüseyin abi ile İstanbul’da Halk Gerçeği, Yeni Ülke ve Özgür Gündem’deydik. Bilgi ve birikimini biz genç gazeteciler ile paylaşmaktan hiç geri durmadı.
Enver Polat (Selçuk), Bingöl’ün ıssız bir köyünde (Xezik) dünyaya gelmişti. “Kış aylarının çok sert geçtiği sıradan bir Kürt köyü. Hatta Yılmaz Güney’in Yol filminin çekildiği köy” diye bahsederdi Xezik’ten.
Selçuk, 16-17 yaşlarında Almanya’ya kardeşlerinin yanına gidiyor. Gider gitmez de, Hamburg’ta elma bahçelerinde çalışmaya başlıyor.
O günleri, “Ben Almanya’ya o sıkıcı köyümden kaçmak için gelmiştim. Burada hayatımı yaşayacaktım. Ama hiç öyle olmadı. Elma bahçelerinde çalışmak çok yorucuydu, üstelik bizi
sömürüyorlardı. Günde 12-13 saat çalışıyordum” sözleriyle anlatacaktı.
Mücadelenin kızıştığı, genç kadın ve erkeklerin dağların yolunu tuttuğu zamanlardı. Selçuk da Hamburg’ta düzenlenen yürüyüşlere katılmaya başladığını anlatıyordu. Hafta sonları dernekte çalışıp, pankart hazırlayıp, eylemlerin tertip komitesinde yer alırdı.
Bir süre sonra elma bahçelerindeki patronla kavga edip işi bırakır. Aklında profesyonel devrimcilik var. Kararını verip mücadelesine başlıyor.
İdeolojik ve siyasi eğitimden sonra ‘güzel resim yapıyor’ diye ilk görev yeri Serxwebûn dergisi olur. Bir süre burada kaldıktan sonra 1991-92 yıllarında Lübnan’daki Mahsum Korkmaz Akademisi’ine gider. Orada Öcalan’dan eğitim alır.
Bekaa Vadisi’ndeki kampta kaldığı süre boyunca Serxwebûn’dan çalışma arkadaşı Mine (Emel Çelebi) ile basın çalışması yürütür. Savaştaki yoldaşlarının günlüklerini düzenleyip,
komutanlarla söyleşiler yapıyordu.
Bekaa’da 1 yıl kaldıktan sonra tekrar Avrupa’ya gidip dergi çalışmaları için gönderilir. Şu an halen okumakta olduğunuz çok sayıda kitabı yayına hazırladı, yüzlerce makale kaleme aldı.
Ardından kurucusu olduğu Özgür Politika ve Gazeteciler Birliği süreci başlar. Haziran 1996’ya kadar basın çalışmalarında yer alan Selçuk, artık “Avrupa’dan ayrılmanın zamanı geldi” deyip Şam’a gider. Bir kez daha 6 aylık bir eğitim ardından Aralık 1996’da Zap’a yolculuk başlar.
Şam’da yazımına başladığı “Günlük”lerine ara vermeden Zap’ta da devam eder. Kürdistan topraklarına ulaşana kadar kulaklarında Öcalan’ın “Kürdistan’ın görkemli coğrafyası karşısında heyecanlanıyorsun, değil mi?” sorusu yankılanmaktadır. Bu günlüğü vasiyeti üzerine “Mavidir Avaşin’in Suları” ismiyle yayına hazırladım. Mutlaka okumanızı tavsiye ederim.
Selçuk, 1997 yılını Zagros’ta yaşarken, 1998’le birlikte Botan’a adım attı. Yazmaya hiç ara vermedi. Özgür Politika’ya, Serxwebûn’a yazı ve haberleri o zor koşullarda ulaştırırdı.
Botan’a vardığında mevsim bahardı. Doğa, yeşile bürünmüştü. Nisan yağmurları henüz yeni başlamıştı. Ama onun tepede olduğu gün, yağmur hiç yoktu. Sadece sis vardı. O gün bombalar yağdı. Selçuk, dağlara ve vadilere karıştı; yürüyüşü ise halen devam ediyor.
Ne zaman o ana dair bir düşünce belirse, Selçuk’un yedi sekiz yaşındayken o kaybolan kızın peşinde koştuğunu düşünüyorum. Belki de o kızla kavuşmanın yolu buydu…