Tam 17 yıldır sömürgeci İran’ın zindanlarında kalan Mistefa Selimi kısa bir süre önce Rojhilat’ın Seqiz kentindeki zindandan firar etmeyi başardı ve “Özgür Kürdistan”a geçti. Rojhilat’ta kalması tehlikeliydi, zira hakkında verilmiş olan hüküm idamdı. O nedenle henüz kurtarılmamış olan Rojhilat’ta kalamazdı, bu nedenle yönünü “sömürgecilikten kurtulmuş”, “özgürleşmiş” ve “Kürtler tarafından yönetilen” Başur’a verdi.
Ne var ki, ‘Özgür Kürdistan”ın entelektüel şehri Süleymaniye’de Başur güvenlik güçleri tarafından gözaltına alındı, sömürgeci İran’a teslim edildi. İran da 17 yıldır beklettiği hükmü icra etti ve Selimi’yi astı.
Büyük bir infiale neden olan bu olay nedeniyle PDK ve özel olarak da Barzaniler eleştirilmeye başlanınca, bu defa “hükümetin bundan haberinin olmadığı, teslim etme olayının YNK kontrolündeki bölgeden yapıldığı ve hükümet olarak durumu araştıracakları” yönünde açıklamalar yapıldı.
Öyle ya böylesi bir şey Başur’da ilk defa gerçekleşiyordu! KDP de bu gibi şeylere hiç bulaşmamıştı!
Keşke öyle olsaydı. Keşke Kürtler olarak Başur Hükümeti’nin bu iş üzerinde ciddiyetle duracağından, sorumlulardan hesap soracağından ve Başur’un artık sömürgecilerin değil de Kürtlerin istediği şekilde davranacağından emin olsak. Keşke!
Ne yazık ki Selimi’nin olayı ne ilktir ne de son olacaktır. Dahası YNK’yi suçlayan PDK, YNK ile kıyaslanamayacak düzeyde daha kirli ve suçludur. Bilenler zaten bilir, bilmeyenlerin ise kısa bir araştırma yapmaları halinde ürpertici bir tabloyla karşılaşacaklarını söylemekle yetineyim.
Çok gerilere gitmeye gerek yok, herkesin gözü önünde gerçekleşenlere bakmak yeterli. Geçen yıl Hewler’de bir MİT’çiyi vurdukları gerekçesiyle iki Kürt gencine, Türkiye’nin bile vermediği ceza olan idam cezasını, KDP verdi. Dahası MİT’in Başur’da gerçekleştirdiği tüm operasyonlarda esas yardımcıları PDK ve YNK’dir. Bu partilerin istihbarat örgütleridir. Bu istihbarat örgütleri MİT’e eleman devşirme işini tümden üzerlerine almış durumdadırlar. Zaten yereldeki kişiler olmazsa MİT’in burada tek bir bilgi bile alması söz konusu olamaz. İşte MİT’in ihtiyaç duyduğu bu bilgilerin tümü bu iki partinin istihbarat örgütleri tarafından kendilerine veriliyor.
Dolayısıyla Mistefa Selimi ne ilktir ne de son. Selimi’ye yapılan, her gün özgürlük mücadelesini yürütülenlere yapılandır. O nedenle kimse timsah gözyaşları dökmeye kalkmasın ve kendisini işin içinden sıyırmaya çalışmasın. Bu, birilerinin yaptığı münferit bir şey değildir. Bu, PDK ve YNK’nin siyaset yapma tarzlarıdır. Tarihlerine bakıldığında, bunu körlerin bile görmesi kaçınılmazdır. Bilebildiğim kadarıyla Kürt Özgürlük Hareketi’nin böylesi tek bir olayı bile yoktur. Varsa, bilenler kamuoyuyla paylaşsın. Ne yazık ki, adları Kürt olsa da birbiriyle hiçbir şekilde örtüşmeyen iki apayrı siyasi ve ahlaki duruşla karşı karşıyayız.
Peki, ne olacak, hep böyle mi gidecek? Açık ki Kürtler olarak kırmızıçizgilerimizi belirlemeliyiz. Kürdistan bir bütündür ve tüm Kürtlerindir. Kürdistan’ın hiçbir parçası hiç kimsenin babasının tapulu arsası değildir. Soykırım kıskacındaki bir halk olarak Kürtlerin Kürdistan’ın her yerinde bulunması, bulundukları yerleri direniş mevziisi haline getirmesi en doğal hakları olduğu kadar olması gerekendir de. Çünkü Kürt halkı soykırımın kıskacındadır. Kürdistan’ın bir karış toprağını bile hiç kimse Kürt halkının varlığı için yürütülen mücadelelere kapatamaz. Kürdistan, kendisini var etmek için direnen evlatlarına bağrını tarihten beri açmıştır. Dolayısıyla her Kürt’e düşen de bu geleneğe göre hareket etmektir.
Kürdistan’da herhangi bir Kürt partisi ve örgütünün hiçbir sömürgeci güçle stratejik ilişkisi olamaz. Kurulabilecek tüm ilişkiler sadece ve sadece Kürdistan’ın tümünün özgürlüğü için olur. Kürdistan özgürlük davası için mücadele eden örgüt ve partilerin veya Kürdistan’ın bir diğer parçasının aleyhine başkalarıyla kurulan her türden ilişki Kürtlüğe ihanettir. Kürtlerin en temel kırmızıçizgisi ayrım gözetmeksizin tüm sömürgecilere karşı tutum almak ve Kürdistan’ın tümünü gözetmektir.
Başka halkların rahatlıkla gösterdikleri bu ulusal duruşu, Kürtler olarak hala gösteremiyor oluşumuz, bizi mahvediyor. Kürdistan bizim evimiz, içinde yaşadığımız yuvamız. O halde bu evin ne halde olduğuna bakmalıyız. Her evde olduğu gibi bu evde de kurallar, kanunlar olmalı. Olan kanunlar da Kürdistani ve evin üyeleri tarafından yapılmış olmalı. Zaten “namus” da ev kanunu demekmiş. Evin öncüsü veya reisi olduğunu söyleyenlerin yakasına yapışmanın vakti çoktan geldi de geçiyor. Bunu yapmazsak, korkarım ipin ucunu kaçırmış oluruz. Ağlamamak, sızlanmamak için elimizi çabuk tutmalıyız…