Maxmur aylardır ambargo altında. İnsanların hayat damarları kesilmiş durumda. Hele hele corona virüsün ortaya çıkmasıyla yaşam riski de artmış durumda. Tedbirler yeterli değil. Yiyecek, ilaç, tıbbi malzeme ihtiyacı üst düzeyde.
Oysa bu insanlar on yıllardır Irak ve Başure Kurdistan’da yaşıyor, çalışıyor, hayata tutunuyor. Yeni aileler kuruldu, çocukları var. Eğitim, gelişme, yaşama katılma gibi insani ve evrensel hakları var. Geçen zaman aralığına bakıldığında bırakınız mülteci pozisyonunda olmayı ve BM’nin KDP denetimindeki hizmetlerine mahkûm olmayı, hepsinin şu an vatandaş olması, artık bu ülkenin bölgenin asli bir nüfusu olarak kabul edilmesi gerekirdi. Bu anlamıyla da kamu haklarından yararlanmaları, idari, ekonomik, sosyal ve siyasal katılım, söz söyleme haklarını kullanmaları lazımdı. Oysa halen mülteci kimlikleri dahi doğru düzgün verilmiş değil ve zaman zaman sorun edilmektedir.
Geçen yaz Maxmur’u ziyaret etmiştim. Normal seyahat şartları yok. Kampa girebilmek için birçok girişimde bulunmak gerekiyor. Bir taraftan Peşmerge, öte taraftan Irak askeri güçlerine muhatap olmak, gidiş nedenini izah etmek, kamptan yakınlarınızın olduğunu onaylatmanız ya da sebebi ziyaretiniz için ilgili makamlardan izinli olduğunuzu ispatlamanız gerekiyor. Oysa geçen zaman aralığı, insanların burada kurdukları hayat ve sahip oldukları ilişki ağı itibarıyla her türlü giriş çıkışa açık olması gerekiyor. Sonuçta binbir emekle uğraşmış, bir çöle hayat vermiş, bir yaşam oluşturmuş on binlerce insan var. Bunların akrabalık ilişkilerinin ötesine geçmiş ticari, iktisadi, insani, sosyal, kültürel ilişkileri var. Bu insanların çevre bölgeler, köyler, kasabalar, kentlerle diyalog içinde olması, seyahat etmesi, yine seyahat amacıyla başka insanların buraya gelmesi hatta yerleşmesi, yatırım yapması, yaşamını sürdürmesi önünde hiçbir engelin olmaması gerekir. Belirtildiği üzere vatandaşlık, siyasal katılım dâhil tüm haklarının da olması uluslararası hukuk şartlarına göre çoktan sağlanmalıydı.
Daha da ötesi Maxmur, Başure Kurdistan ve Irak’a çok değer katabilecek bir pozisyona sahiptir. Yoğun olarak, Türk devletinin baskı ve şiddeti üzerine, Botan’dan göç eden Maxmurlular gerek daha önceki kamplarda gerekse son yerleştikleri Maxmur’da her defasından kendilerini yoktan var etmişlerdir. Binlerce yılda oluşmuş alışkanlıklar ve yaşam tarzının örgüsüyle oluşmuş bir kültür bir hayat tarzları var. Dağların zor yaşamının çelikleştirdiği irade kupkuru, hiçbir canlının yaşamadığı Arap çölünde de pes etmemiş, kampı yoktan var etmiştir. BM ve devletin suyu tankerlerle getirdiği, koca bilimin hiçbir çare bulamadığı bu bölgede insanlar kendi tecrübelerine dayanarak suyu aramış ve derinlerden çıkarmıştır. Kendilerine verilen battaniyelerin yerine küçük barınaklarla başlamış şimdi koca bir kasaba oluşturmuş ve güzel evler inşa etmiştir. Yetinmemiş, tarım ve hayvancılık yaparak ölü doğaya da âdeta can vermiştir. Kuru çölde hayat dolu bir vaha yaratarak Maxmur kasabasında yaşayan Arap ve Başur Kürtlerine de örnek olmuş, onların da bağcılık ve tarımla uğraşması için teşvik edici olmuştur. Maxmurlular bütün siyasal ve yasal engellere rağmen çalışmış; temizlikten inşaata, ticaretten tarıma tüm alanları denemiş ve oldukça da hızlı aşama katetmiştir. Ayrıca çocuklar eşit olmayan şartlarda okumuş olmalarına rağmen doktorluk, mühendislik, öğretmenlik gibi dallarda üniversite mezunu da olmuştur. Yine Maxmur’un kendi şartlarında oluşturduğu Kürtçe eğitim, öğrenci ve öğretmen katılımcı model aslında Başur ve Irak’taki birçok devlet destekli okuldan daha geliştirici ve kalitelidir.
KDP’nin Kürtleri feda politikası
Ancak KDP’nin Maxmurlulara yönelik amansız takibi daha da artıyor. 90’lı yılların başında insanlar TC’nin metropollerindense Başur ülkelerinin başka bölgesine göç etmeyi tercih ettiler. KDP, TC ile ilişkili olarak bu insanların birliğini parçalayıp dağıtmak istedi. Başarısız da sayılmaz. İnsanların bir bölümü baskılar karşısında ya geri dönüp TC’nin uygulamalarını göze aldı ya da bireysel kurtuluş içinde hareket ederken tamamen tükendi. Birlik ve bütünlüğünü koruyanlara ise KDP mülkiyet hakkı vermiyor, siyasal katılıma müsaade etmiyor, Başur’da STK vb. biçimde örgütlenme, ekonomide, sosyal ve kültürel aktivitelerde katılımcı ve etkin olmalarına müsaade etmiyor. Eğitim ve bilimde başarılı olmuş gençlerin önemli pozisyonlara sahip olmalarına engel çıkarıyor.
Halk kolluk güçleri, istihbarat birimleri eliyle sürekli takip altında, stres, sıkıntı ve engelleri hissedecek yakın gözetimde.
KDP’nin Pêgeha Kurdistan diye bir tezi var. Yani önce bu bölgenin korunması ve bağımsızlığını elde etmesi lazım. Hani Stalin de Sovyeti korumak için Yunanistan, İtalya, İspanya, İskandinavya ve dünyanın birçok bölgesindeki devrim hareketlerini yüz üstü bırakmış feda etmişti ya aynen öyle. KDP de Pêgeha Kurdistan için bütün Kürtlerin fedakârlığı şart, diyor. Bu amaçla Maxmurlular TC’nin hatırına hep baskı altında tutuluyor. KCK operasyonları nedeniyle Başur’a giden sivil siyasetçilerin büyük bölümü ya TC’ye teslim edildi ya da yaşam alanları daraltıldığı için, TC zindanlarında yatmayı göze alıp geri döndü. Hakeza TC’nin bütün bölgeye yerleşmesi için olanaklar seferber edilirken Kürtlerin Rojava’da Bakur’da Rojhılat’ta feda edilmesini göze almaktadır. Partneri YNK ile birlikte Kerkük ve çevresinin feda edilmesi de bu mantığın eseridir ve nihai olarak Rojhılatlı Kürt siyasetçi Mustafa Selimi’nin İran rejimine teslimi ve idamına sebep olması da unutulacak değil.
Stalin’in Sovyeti tuzla buz oldu. KDP liderliğindeki Başur’un da uluslararası güç mücadeleleri sayesinde suni teneffüsle yaşatıldığını unutmamak gerek.