Sevgili Mehmet Akbaş’ı, zevkle dinler çalışmalarını takip ederdim, lakin tutsaklıkta o zevkten mahrum kalmıştım. Ben içerideyken seslendirdiği ve corona günleri hatırına paylaştığı, Zengeriye ağıtı beni dünyasına hapsetti. Bir haftadır öyküsüne ulaşmak için tabiri caizse çalmadık kapı bırakmadım. Çünkü ağıta dair yaptığım okumalarda çelişkili ve aydınlatılması gereken ayrıntılar vardı. Sevgili Mehmet Akbaş ve Esra Çiftçi değerli vakitlerinden ayırdılar, Dr. Mehmet Yıldırım Bey büyük bir incelikle bu konuda yaptığı araştırmalarını paylaştı. Sağ olsun Dersim milletvekilimiz Sayın Alican Önlü, beni Dersim’den Hıdır Abi ile de tanıştırınca sır kapıları bir bir açıldı. Hıdır Çiçek Demenanlıydı ve sözlü tarih çalışmalarına emek vermişti.
Hüzünlenmem yersiz değildi, Zengeriye’den yola çıkarak yaptığım araştırmada büyük bir acı gerçekle yüzleşmiştim; Zengeriye ağıtı Kürd’ün sosyolojik tarihçesinin bir özeti gibiydi. Ağıt yakan isimsiz bir anne, üç çocuğunu ve eşini üç ayrı vakitte, yerde ve yolda yitirmişti. Acısına yaktığı ağıt; Dersim’in ünlü şairi Sey Qaji’yi kederden suskunluğa boğmuş, Sılo Qız ise bir ömür, acıyı dilinden düşürmez olmuştu.
Demenan aşiretinden olan aile Dersim’de, Kutudere’deki Xozmerek köyünde yaşıyor. Eliyê Hesê, Şıx Mamed aşiretinden bir kadınla evlenir. Düğün günü yeni evli çiftler âdet olduğu üzere dilek tutup Xızır Gölü’ne taş atarlar. Telli duvaklı gelin dört çocuk diler ‘üçü erkek biri kız olsun’ ister. Eliyê Hesê de o günlerde bir rüya görür, aksakallı bir derviş, ona bir kılıç hediye eder, kılıç kınından dört parmak çekilidir. Dilek ve rüya delalet eder, dört çocukları olur; Hasan, Musa, Mustafa ve Fidan. Doğumları ile yüreği şad olan ana, yıllar sonra onları yitirdiğinde, yüreğini ağzına alıp ağıt yaka yaka, dağ taş dolanır.
Şêx Said İsyanı zamanında devlet erkânı, ilişkisi olan aşiretler üzerinden Dersim’de bir çalışma yürütür; memleketteki kıtlığı da fırsat bilip onları isyana karşı örgütlemeye çalışır. Çok sonuç almazlarsa da bazı aşiretler hatta bazı aşiretlerden bazı aileler devletin oyununa kanar. Eli’nin küçük oğlu Mustafa da gönüllü olur, aile ne kadar çaba sarf etse de caydıramaz. Babası göz kulak olmak için Mustafa’nın peşine düşer. Piran’da yaşanan çatışma da ‘Mustafa vuruldu’ denildiğinde, babasının yüreği dayanmaz, gayriihtiyari ayağa kalktığında o da vurulur.
Onların acıları daha tazeyken, kıtlık belası hesabına başka bir aşiret Demenanların düzde malını kaldırır. Köyden haberi duyan herkes, silah kuşanıp malın peşine düşünce, Zengeriye bölgesinde çatışma çıkar, bu defa da ortanca oğul Musa şakağından vurulur. Musa’nın yetim kalan iki çocuğunun hatırına abisi Hasan, eşi Gülizar’ı kendi oğlu Hüseyin ile evlendirir.
Dersim İsyanı’na kadar aşiretler, hiç yoktan sebeplerle birbirinin kökünü kazırlar; Zengeriye ağıtının yakıldığı olayda bile iki aşiret arasında yaşanan kavgalarda bir taraftan on dokuz diğer taraftan yirmi can yitirilir.
Hatta rivayet odur ki karşı taraf, Demenanların acısını da yirmiye katlamak için geceden gelip köyün etrafını sarar, plan odur ki sabahla evinden çıkan ilk erkek vurulacak ve böylelikle kan yerde kalmayacaktır. Lakin sabah ilkin bir kadın çıkar. Mustafa ve Musa’nın anneleridir, bir yandan iş yaparken bir yandan da dilinden düşürmediği Zengeriye ağıtını yakar. Ağıtta karşı tarafın ölülerini de sayar, ‘Bu yakada vurulmuş Sılê Hemi’nin İsmail’i/ Karşı yakada vurulmuş Hesê Seyid’in torunu/ Hesê Gemi’nin oğlu/ Wayi wayi wayi…’ bunu duyduklarında, baskına gelenler silahlarını alıp geri giderler.
Birbirine bu kadar zulümden sonra, öyle bir zulüm dadanır ki Dersim’e, azrailler kol gezer Dersim’in dört bir yanında. Birbirinin kanını dökenler, kardeş katlini haram sayıp, birlik olurlar. Birbirinden can alanlar, an olur birbirinin canını kurtarır, birbirine can borçlanırlar.
Ananın tek kalan oğlu Hasan da Seyit Rıza’nın yoluna baş koyunca Ana, Hasan’ın acısını da yaşar. Hasan, eşi ve dört yakınının etrafı Marcik’te bir evde sarılır, teslim olmayınca ev ateşe verilir, altı can yakılarak öldürülür.
1937’de toplu katliamlar başlayınca, Gülizar kaynanasını ve çocuklarını da alıp daha temkinli olan, derenin diğer yakasındaki, babasının köyü Birmu’ya gider. O yakadaki aşiretler isyana çok yoğun katılmadıklarından toplu katliama maruz kalmıyorlardır. İsyan bastırılınca aileden sağ kalanların sürgün kararı çıkar. Gülizar ve Hüseyin giderler lakin anne, Musa’nın oğlu olan torunu Mustafa’yı yanında tutup Dersim’den ayrılmaz; dağ taş dolanıp ağıt yakar kimyasallar ve bombalarla öldürülen ve kurda kuşa yem edilen bedenlerin acılı ruhlarına.
Sürgündekiler yıllar sonra döndüklerinde anne ölmüş ve Birmu’ya yakın Sagule’de isimsiz bir mezara defnedilmiştir.
Annenin ismi dert oldu bana, bu büyük acıya böyle içli bir ağıdı yakan annenin ismi neydi acaba. Kureyşanlı ve isminin de Zarife olduğu bilgisini Haydar Çiçek ve aileden görüştükleri doğrulamadılar. Anne Kureyşanlı değil, Şıx Mamedliydi ve annenin ismini Zarife olarak hiç duymamışlardı. Dersim’de bazı ailelerin 1937 ve öncesine dair aile kütükleriyle oynandığından nüfus kayıtlarına da çok itibar edilmiyor. Ailenin son kalan yaşlılarından Hüseyin’in oğlu Haydar’ın eşi ‘hatırladığım kadarı ile Besê idi’ diyordu. Besê miydi acaba?
—————————————————————————————————————–
*Not: Olayın yaşandığı ve ağıda ismine veren ‘Zengeriye’ ismi bazı kaynaklarda ‘Zegeriye’ diye de geçer.