“Şimdi işler değişti. Eskiden ben patronlarımdan korkuyordum. Artık onlar benden korkuyor.”
Gerçekten korktular ondan. Otuz kiloyu bile bulmayan ağırlığı ve neredeyse hiç uzamamış olan boyuyla korkulacak bir tarafı yok gibiydi belki ama sorun cüssesinde değil, köle emeğinden semiren patronlar için yarattığı büyük tehlikedeydi.
12 yaşında vurdular onu.
Sayıyla ve yazıyla on iki!
Yalnızca ama yalnızca on iki yaşındaydı!
Bisikletinin üzerinden savrulup yere devrildi ve belki de hiç başlamamış olan hayatı oracıkta sona erdi.
4 yaşındayken satıldı
Öyleydi ama gerçekten. Hiç başlamamış bir hayattı onunkisi…
1982 yılında Pakistan’ın en yoksul sanayi bölgelerinden biri olan Mudrike’de doğmuştu İqbal Masih. Yoksuldular, çok yoksuldular. Babası Saif Masih de İqbal’in doğumundan bir süre sonra evi terk edip gitmişti. Annesi çalışırken, İqbal, bir yığın abla, abi ve kardeşin arasında, tabii ki okul yüzü görmeden büyüyordu.
1986 yılında İkbal’in abisi evlenmek üzereydi ve düğün hazırlıkları için para gerekliydi. Mudrike’de para denildiğinde ise akla gelen tek şey, tefecilerdi. Birçok yoksul insan, yakındaki bir halı fabrikasının sahibi olan
tefeciden borç alıyordu. Karşılığında istenen tek teminat ise, hiçbir zaman ödenemeyecek olan borç süresince çalışacak olan çocuklardı. İkbal, 4 yaşındaydı henüz ve tam da halı patronlarının istediği gibi ince düğümleri atacak küçücük parmakları vardı. Çok cılız olması da sorun değildi, zaten Mudrike’nin çocukları hiç büyümezlerdi. Tefeciden 600 rupi (yaklaşık 12 dolar) ödünç alındı ve İqbal’in, belirsiz bir faiz ve giderler de dâhil olmak üzere tüm paralar geri ödenene kadar halı örmesi kararlaştırıldı. Peshgi deniliyordu buna: Borç karşılığında kölelik!
Soluk almak bile yasak
İqbal’in halı fabrikasındaki işi, milyonlarca çocuğunkinden farklı değildi. Yaklaşık yirmi dokuma tezgâhı sığan, havasız bir yerdi. Küçük, çıplak bir ampul ve çok az ışık vardı. Odanın içi çok sıcaktı, çünkü tüm pencereler, yünlere zarar verebilecek böcekleri dışarıda tutmak için sıkıca kapatılmıştı. Ücret, sabah dörtten saat akşam yediye kadar çalışsalar da, günde bir rupiydi (iki sent). Birbirleriyle konuşmalarına izin yoktu. Çünkü dikkatleri dağılır ve halıya zarar verirlerdi. Öksürmek bile ürüne zararlı olduğu için yasaktı.
Kaçmaya çalışanlar, ipliklerin boyandığı kazanlara atılmakla tehdit ediliyordu ve yavaş olanlar da dayak yiyordu. Uyuklayıp keskin bıçakla ellerini kestiklerinde bile dayak yerlerdi, “Kanın damlamasına izin vermeyin!” diye bağırırdı ustalar. Kan yün iplikleri lekelerdi çünkü. Bu arada, verdikleri berbat yemeğin maliyeti de çocukların borçlarına eklenerek yük daha da artırılırdı. Zaten az yemeliydiler, çünkü büyümemeleri gerekiyordu! Çünkü büyüdüklerinde parmakları da büyürdü! “Bir gün bile izin vermezlerdi” diyordu İqbal. Çoğu hastaydı ama çalışmayı reddetme lüksleri yoktu. “Çocukları baş aşağı asarlar ve çoğu zaman da döverlerdi” diye devam ediyordu. Kendisi de defalarca aynı şeyi yaşamıştı. 10 yaşına geldiğinde 5 yaşındaki bir çocuğun bedenine sahipti, yalnızca 27 kiloydu.
10 yaşındayken fabrikadan kaçarak polise sığındı İqbal ama halı mafyasından beslenen polis onu fabrikaya geri götürdü. İqbal Masih böylece 6 yıl boyunca tutsak yaşadı. Zeki bir çocuktu o ve hep bir çıkış yolu arıyor, oradan kurtulabileceğine inanıyordu.
Özgürlüğe giden yol
Sonunda, fabrikadan kaçtığı sıralarda adını duyduğu Bonded Labour Liberation Front (BLLF – tam çevirisi ‘Borçlandırılmış/rehin Emek Kurtuluş Cephesi gibi oluyor ama serbest olarak Köle Emeği Kurtuluş Cephesi) adlı eylemci grubun kentte bir toplantısı olduğunu öğrendi ve diğer çocukların da yardımıyla fabrikadan kaçarak toplantıya gitti. Hayat kurtaran bir işti yaptığı. Oradakilerden Pakistan devletinin Peshgi’yi yasa dışı ilan ettiğini öğrendi. Orada bulunanlara durumunu anlattı ve yardım istedi.
BLLF’nin yardımıyla çocukları ve kendini köle tacirlerinin elinden kurtaracak evrakları toplayan İqbal, fabrikaya gitti. Bizzat kendisi patrona evrakları verdi ve arkadaşlarına dönerek “Korkmayın. Her şeyi öğrendim. Benimle gelin. Hepiniz özgürsünüz” dedi. Patronlar sinirliydi ama İqbal’in arkası sağlamdı bu kez ve istediğini kopardı. Kendisiyle beraber 34 çocuğu özgürlüğüne kavuşturdu.
Nasıl bir tehlikeydi ama o…
Daha sonra da durmadı İqbal. Lahor’daki bir BLLF okuluna gönderildi. Çok çalışıp dört yıllık okulu iki yılda bitirdi. Becerileri giderek arttı ve artık çocuk işçiliğine karşı bütün gösteri ve toplantılara katılmaya başladı. Daha sonra da uluslararası eylemcilerle ilişki kurdu ve gazetecilerle konuşmaya başladı. Köle çocukların özgürleşmesi ve çocuk işçi çalıştırılmasının yasaklanması için mücadelesine devam etti. Bu arada davet edildiği İsviçre ve Amerika’da konuşmalar yaptı. Henüz 10-11 yaşındaydı ama koca bir hareketin en önünde yürüyor, çevresinde olağanüstü bir etki yaratıyordu.
Ve elbette bu çok rahatsız ediciydi. Avrupa ve ABD’nin en büyük tekstil şirketlerinin fason üretimini köle emeğiyle gerçekleştiren Pakistan ve Bangladeş’in kan içici taşeronları artık onu, 12 yaşına varmamış bir çocuğu düşman bellemişlerdi. Satılık basının kalemleri BLLF’nin yıkıcı bir örgüt olduğunu, İqbal’in ise bir ajan olduğunu her gün yazmaktan bıkmıyorlardı. Sayısız ölüm tehdidi alıyordu İqbal.
Sonunda, başardılar. 16 Nisan 1995’te Amerika’daki bir okul konuşması sonrası ülkesine döndüğünde sonra, amcasına giderken yolda vurup öldürdüler onu. Vuranın sıradan bir çiftçi olduğu iddia edilse de, işin arkasında halı patronlarının olduğunu herkes biliyordu ve elbette olayın üstü hukuksal numaralarla kapatıldı.
Çoğu özgürleşmiş çocuk işçiler olmak üzere 800 kişi katıldı cenazesine.
12 yaşında bir beladan kurtulmuştu patronlar ve onların ta uzaklarda, Paris’te, Londra’daki efendileri. Düzen eskisi gibi sürecekti artık. Sürüyordu da zaten; İqbal’in gücü ancak bu kadarına yetmişti.
Ve biz, hala o kan damlayan giysileri giyiyoruz, o ayakkabılarla yürüyoruz sokaklarda.
İqbal’in kanı… 12 yaşındaki bir çocuğun…