Dünya gündemini koronavirüs doldurmaya devam ediyor. Uzun bir zaman daha doldurmayı da sürdürecek gibi. Tartışmalar da birbirine bağlık içinde iki eksende yürüyor. Birincisi, virüse karşı alınan önlemlere ilişkindir. Bu önlemleri doğru bulanlarla yetersiz ve yanlış bulanlar biçiminde iki kesim oluştu. Yani önlemleri yeterli bulduğundan sahiplenenler bir taraf, yetersiz görüp eleştirenler diğer tarafta konumlanmaya çalışıyor.
İkinci tartışılan konu ise, salgın sonrası dünyanın olası alabileceği yeni duruma projeksiyon tutmadır. Önlemleri eleştirenlerle sahiplenenler bu tartışmada da varlar. Her iki kesimde geleceğe dönük çözümlemeleri, beklentileri kesişen yanlar bulunsa da çoğunlukla “zıt” kutuplar olarak belirginleşiyor. Kullanılan motto, virüs sonrası “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” yaklaşımıdır. Gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmayacak mı? Bu sorunun cevabını irdelemek gereklidir. Ortaya atılan her iki soru da irdelenmeli. Ancak bu makale kapsamında “eskisi gibi olmayacak” mı? yaklaşımı üzerinde durulmaya çalışılacak.
Virüs sonrası hemen her şeyin farklı olacağını düşünmek gerçekçi midir? Hayır değildir. “Her şeyin farklı olacağı” beklentisindeki murat iyiye, güzele ve insanca yaşama dönük istemdir. Vurgulanmaya çalışılan sistem dışına itilmişlerin, sömürülenlerin, ezilenlerin ‘aklını başına getireceği’ düşüncesi olmaktadır. Bu toplumsa kesimlere öncülük yapma iddiasında olanlar; asıl düşünmesi gerekenlerdir.
Yoksa devletleşmiş ve çıkarları devletle bütünleşmiş, “her şey farklı olacak” diyenler değildir. Onların farklılıktan beklentisi; ulus-devletin, hangi renge bürünürse bürünsün neoliberalizmin virüs koşullarında kendini yeniden üreteceği ve sistem dışı ya da muhalifleri ortadan kaldıracak şartların oluşacağı şeklindedir. Türkiye örneğinde de gözlemleneceği gibi, devlet adına tedbirler anlamında atılan adımların tümünün amacı buna dönüktür. Salgın bir “lütuf” olarak görülüyor adeta.
En canlı örneği Meclis’te görüşülen infaz düzenlemesidir. “Fırsattan istifade” deyip istediklerini cezaevlerinden çıkaracaklar. Sanki Kürtler, devrimciler, demokratlar ve muhalifler “ölüme” terk ediliyor.
Elbette virüsün ortaya çıkardığı tehlike; korku ve kaygıları arttırıcı bir yanı vardır. Düşündürüyor, endişeleri arttırıyor; “başımıza böyle bir felaket neden geldi” sorularını hemen herkese sordurtuyor. Yalnız her insanın sorulara verecek cevaplar farklıdır. Verili sistemin çözümsüzlüğü sorunun asıl kaynağıdır diyenler olur. Ancak büyük çoğunluk sorunun kaynağını meşrebine göre görür ve değerlendirir. Kimi dinsel açıdan bakar ve cezalandırma olarak görür, kimi ideolojik bakar, ona göre sonuç çıkarır. Yani ortak, paylaşımcı sonuçların açığa çıkarma beklentisi zayıf olabilir. Zira insan, tarihsel olarak toplumsal varlık şekillenişi zihinsel duruştur. Dolayısıyla varlık olarak insan hakikati anlaşılmadan gerçeğe ulaşmanın olanağı olmaz. Geçmişte benzeri felaketler yaşanmış, “hiçbir şey eskisi gibi olmaz” beklentisine girilmiş. Ancak beklenen “iyi, güzel” geleceğin gerçekleşmesi bir yana tersi olumsuz sonuçlara yol açabilmiştir.
Yakın dönemin en yıkıcı salgını 1918 yılındaki İspanyol gribidir. Salgında ölen insan sayı 2. Dünya Savaşı’nda ölenden çok daha fazladır. Sonrası, Avrupa’da faşizmin kasıp kavurma yolunun döşenmesinde pay sahibi olmuştur. Bu örneğin de gösterdiği gibi umutlu olmak lazım; ancak ham hayalci de olunmamalıdır.
Belirleyici olan hayaller değil, demokrasi ve özgürlük temelindeki örgütlülüktür. Ne kadar örgütlüysen o kadar güçsün. Gücün kadar sorunları çözebileceğin güveni verirsen, çekim merkezi olabilirsin. Yani hakikati anlama, anlamlandırma ve buna uygun örgütsel gücüne dayalı siyaset yapılırsa güzel ve iyi günlere doğru yürünebilir.
Virüsün kapitalist modernist yaşamın bir üretimi olduğu tartışma götürmez. Kapitalizmin kâra dayalı tüketiciliği altında; doğa doğa, bitki bitki, canlı canlı, insan insan olmaktan çıkarılmıştır. Hiçbiri hakikatini yaşayamamaktadır. Hal böyle olunca virüs mutasyona uğrayarak yeni tipiyle ortaya çıkıyor ve adeta kırımdan geçiriyor. Kapitalist sistem çaresiz; nasıl önüne geçebileceğini bilememekle birlikte, devlet düzeyinde örgütlü ve ona dayanarak fırsata çevirme gayretinde. Alternatifi zayıfsa avantajlı konum kazanıyor.
Çözümün yerelde olacağı açık. Virüs şartların hazırlanmasında avantajlar sağlayabilir. Onların örgütlendirilmesi ve siyasetinin yapılması iddia sahibi olanların temel görevidir. Doğru söz söyleme başlangıç anlamında zorunlu. Ancak ondan sonra asıl belirleyen; güven verici pratiktir. Söz yerele dayalı demokrasidir, özgürlüktür. Ezileni, sömürüleni, dışlananı, kadını, genci katmak için yetkin siyaset yapabilmektir. Mekanizma deney kazanmış ve birikim yaratmış HDK-HDP en iyi seçenektir.