Devletin ortaya çıkışından itibaren egemen bir sınıfın ve siyasal bir düzenin temel kurumu olan devletin ve devlet kurumlarının (ordunun, polisin, mahkemelerin, cezaevlerinin) var olduğu tarihin her döneminde siyasal suçlar ve bu suçlara karşı hukuki yaptırımlar olageldi. Bu bağlamda köleci, feodal ve kapitalist devletlerde egemen sınıfların aleyhine yapılan siyasal eylemler suçun objesine göre sistemleştirildi. Fransız burjuva devriminden sonra devlet ve toplum ilişkilerindeki siyasal değişiklikler, başka bir deyişle burjuva devletin yetkinleştirilmesi devlet aleyhine işlenen suçların kavramlaştırılmasını sağladı.
Burjuvazinin siyasal egemenlik biçimlerini belirleyen kapitalist ekonomi ve siyaset tarzı kendine özgü gelişmesini sürdürürken, aynı zamanda kendi karşıtını da yaratmaya başladı. Kapitalist gelişme süreci içinde ortaya çıkan işçi sınıfının fiili tepkilerinin giderek siyasi örgütlenmelerini yarattı. Bu süreçte kapitalist sistemin iki temel sınıfı, yani burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf mücadeleleri keskin biçimlere büründü. 19. yüzyılın ortalarından itibaren işçi sınıfı ideolojisi ile donanarak enternasyonal dayanışma yolunda tarihsel adımlar attı. 1871’de Komün Hareketi’nin ortaya çıkması bu süreçte gerçekleşti. Komün’den sonra burjuvaziye karşı siyasal örgütlenmelerin çoğalması, burjuva devletin fonksiyonlarının da değişmesine yol açtı.
Bu dönemde burjuvazi sınıf çıkarlarını koruma refleksiyle yeni yasalar çıkararak devleti tahkim etti. 1880’lerden itibaren tüm kapitalist devletlerde burjuvazinin egemenliğine karşı yapılan tüm eylemler, siyasal suçlar bağlamında anarşizm sayıldı. Burjuvazinin güçlü iktidarlarının olduğu İngiltere, Almanya, Avusturya, Belçika, Fransa ve İtalya’da peş peşe “anarşist eylemleri ve propagandaları” yasaklayan kanunlar çıkarıldı. 20. yüzyılın başından itibaren tüm dünyada işçi sınıfının devrimci eylemleri gelişmeye başlarken, tarihsel olarak demokratik devrimler dönemi başladı. Bu süreçte siyasal suçlar, “anarşistlik, tedhişçilik ve vatana ihanet” gibi yeni kavramlarla genişletilerek idam, kurşuna dizme, ağır hapis ve kürek cezaları getirildi.
Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası İtalya’da ve Almanya’da siyasal suçlara karşı yaptırımları soykırıma kadar vardıran faşizm iktidara geldi. İtalya’da 1930’da devleti etik bir şahsiyet olarak tanımlayan ve suçu kişileştiren “Devletin Şahsiyeti Aleyhine Suçlar Kanunu”, Avrupa’da yeni bir siyasal hukuk sistemi yarattı. Salt devleti yücelten ve iktidarı olağanüstü rejim standartları ile koruyan bu faşist hukuk ilkeleri, Türkiye dâhil birçok devletin ceza yasalarına model oldu. Böylelikle tüm dünyada kapitalist emperyalist sistemin otoriter ve totaliter devlet biçimleri dönemi başladı.
Türkiye Cumhuriyeti devleti 600 yıllık bir imparatorluğun mirası üzerine kuruldu ve Osmanlı’nın askeri, siyasi, etnik, kültürel, inançsal değerleri tümüyle devralındı. Devletin yüksek menfaatleri için öz kardeşlerin katledilmesi meşru hale getirildi ve siyaset için her yol mübah sayıldı. Her türlü hile, düzen, dolap, oyun, entrika ve işkence yöntemi geçerli oldu. Tarih boyunca tüm diktatörlüklerde olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde idam etme, deri yüzme, kafa kesme, çarmıha germe, gözlere kızgın demirle mil çekme, diş ve tırnak sökme, kol, bacak ve dil kesme, kırbaçlama, falaka, pranga vb. onlarca işkence yöntemi uygulandı.
Osmanlı saray aristokrasisine veya bürokrasisine güvenen her muhalif, bu güveninin bedelini çok ağır ödedi ve her seferinde hüsrana uğradı. Saraya ya da imparatorluğun merkezine, sorunları konuşmak/tartışmak bahaneleriyle çağrılanlar, yağlı iple boğduruldu ya da affedildikleri açıklanarak düze indirilen kanun kaçakları silahları teslim alındıktan sonra kurşuna dizildi. Ulusal, sınıfsal, etnik, dinsel, kültürel vb. nedenlerle muhalefet edenler, öldürülmeyip padişahın affına filan uğrarsa, bu kez de zorunlu iskâna, imparatorluğun en uzak yerlerine sürgünlere ve kalebentlik cezalarına maruz bırakıldı. Benzer yaptırımların devam ettiği Cumhuriyet dönemi boyunca tekçilik anlayışıyla totaliter rejim geçerli oldu.
Sonuç olarak insanlık tarihi boyunca halkları baskı altına alanlar, ezenler, sömürenler, katledenler daima otoriter ve totaliter devletler olmuştur. Bu geleneğini sürdüğü günümüzde otoriter ve totaliter iktidar biçimlerine karşı demokratik siyaseti ve demokratik toplum modelini savunan muhalifler için kavramlaştırılan siyasal suçlar ve cezalar egemenlerin sınıf çıkarlarına göre belirleniyor. Bu bakımdan tarihteki bütün egemen devletler ve günümüzde emperyalist çağın kapitalist devletlerinin baskı, terör ve sömürüye dayalı tahakkümünden, ama işçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve ezilenlerin masumiyetinden söz etmemiz gerekiyor.