Dr. Hakan Koçak, gazetemize koronavirüs nedeniyle yoğunlaşan sınıf tartışmasını değerlendirdi. Koçak’a göre artık vahşi kapitalizm dönemindeyiz. Sınıf savaşı yükselecek, işçi sınıfı ve emekçileri büyük mücadele bekliyor
Yadigar Aygün
Yeni tip koronovirüs (Covid-2019) salgını tüm dünyada yayılmaya devam ediyor. Salgından en çok etkilenenler her zaman olduğu gibi kapitalizm sistemin çarkları arasında sıkışıp kalan emekçiler ve ezilen kesimler oldu. Covid-2019 hepimizi eşitledi söylemlerinin havada kalan söylemler olduğunu her gün işe gitmek zorunda kalan emekçilerden ve gıdaya, temiz suya, sağlık hizmetlerine erişemeyen yoksul kesimlerden anlayabiliyoruz. Bu süreçte bizlere hiçbir şey vaat etmeyen kapital sistemin kölelik koşullarını dayattığını, salgında işçilerin ve yurttaşların can vermesiyle bir kez daha acı bir şekilde deneyimlemiş olduk. İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi (İSİG)’in verilerine göre ise 14 işçi Covid-2019 sebebiyle hayatını kaybederken, DİSK üyesi 88 işçinin testi pozitif çıktı. Ayrıca pek çok işçinin salgına yakalandığı bilgisi her gün kamuoyuna yansıyor. 1 Eylül 2016 tarihinde yayınlanan KHK ile Kocaeli Üniversitesi, Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nden ihraç edilen Dr. Hakan Koçak ile Covid-2019 salgınının işçi sınıfına etkisini ve gelecekteki öngörülerini konuştuk.
- Küresel salgın halini alan Covid-2019’a karşı dünyada yurttaşları ve işçileri korumak için birtakım önlemler alınıyor. Türkiye’de ise işçiler ve günlük çalışarak geçimini sağlayan insanlar çalışmak zorunda bırakıldı. Bunu durumu biraz değerlendirir misiniz?
Türkiye gördüğüm kadarıyla İngiltere’nin ilk başta uygulamaya çalıştığı sürü bağışıklığı sistemi denilen sistemi fiilen uyguluyor. Bunun da asıl mağduru tabi ki emekçiler. Türkiye’deki sınıf ayrımı hiç bu kadar açığa çıkmamıştı. Bir yandan ‘Evde kal, hastalanma’ diyorlar, bir yandan da milyonlarca emekçinin her sabah çıkıp işlerine gitmesini önlemiyor. Cumhurbaşkanı’nın bu konuda ilk kamuoyuna yaptığı konuşmadaki vurgu bence çok önemliydi. Yaptığı konuşmada çarkların dönmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’de salgın konusunda devletin belirleyici olan rolüne yön veren şey o cümlede gizli. Yani çarkların dönmesi. Çarkların dönmesinin bedeli işçilerin sağlığını kaybetmesi veya bu salgın riskiyle karşı karşıya kalması elbette. Dolayısıyla Türkiye işçi sınıfı açısından hasta olmak ya da açlıktan ölmek gibi bir ikilem oluşturuldu.
- Kapitalist sistem her zaman olduğu gibi salgın sürecinde de işçileri zorla kölelik koşullarında çalıştırmaya, işçilerin ve yoksulların ölmesine göz yummaya devam ediyor. Bu konu hakkında biraz bilgi verir misiniz?
Anayasasında sosyal devlet olmayı belirleyen bir devletin yurttaşlarını bu salgın tehlikesiyle karşı karşıya bırakmaması gerekir. Bu anayasal bir yükümlülüktür devlet açısından. Emekçilerin hastalık veya açlık ikileminde bırakılmaması gerekiyor. Aslında sorun bir yanıyla anayasal da bir sorun. Kapitalist toplumların sınıflı toplumlar olduğunu, sınıf ayrımlarının hayatın her alanında her zaman ifade etmeye çalıştık. Maalesef tüm dünyada ve
Türkiye’de bu gerçek salgınla daha net ortaya çıktı. Sınıfsal ayrımlar salgın sürecinde değil çok önceden başlıyor. İşçi sınıfı Türkiye’de ve dünyada daha elverişsiz koşullarda yaşadıkları için virüse karşı dayanıklılıkları daha zayıf. Daha kötü besleniyorlar. Vücut dirençlerini geliştirecek yeterli gıda, temiz hava alma, temiz su kullanma, temiz güvenli barınma imkanından yoksun işçi sınıfı. Bu koşullara baktığımızda zaten bu salgında eşitsizlik burada başlıyor. Bundan sonra da evde kalma imkanı yok büyük bir bölümünün. Evden çalışma imkanına sahip olan bir kısım emekçi var. Onların da durumu çok kolay değil. Çünkü evde çalıştığı süre içerisinde elektrik, doğalgaz, gıda, su harcamaları çok yükselecek.
Uzun yıllardır söylenen bir slogan var “Kapitalizm ücretli kölelik düzenidir” diye, bu slogan çok kullanınca bazen klişe gibi gözüküyor. Oysa klişe bir söylem olmadığını tam da ücretli kölelik düzeni olduğunu salgın sürecinde emekçilerin zorla çalıştırılmasından görmüş olduk. Bakarsanız işçiler özgür yurttaşlar olup çalışıp çalışmamak kendi ellindeymiş gibi gözüküyor kağıt üzerinde. Kapitalist sistem, emekçileri açlık ve hastalık ikilemi arasında bıraktı. Aç kalmak ya da hasta olmak kapitalist düzenin zorlamasıdır. Bu net olarak ortaya çıktı. İşçilerin önemli bir kısmı hala Covid-2019 riskine maruz bırakılarak zorla kalabalık, ağır ve kötü koşullarda çalıştırılıyor. Bunu engelleyebilecek şey uygulamaya sokulmadığı için işçiler hala çalışmak zorunda. Kapitalizmin çerçevesinde bile kalsak birçok ülkenin uyguladığı sosyal önlemlerle bunu azaltmaya çalışıyor. Türkiye, bunu bile yapmıyor. Dolayısıyla tam anlamıyla vahşi kapitalizm dönemi diye adlandırdığımız döneme çok benzer bir dönem yaşıyoruz. Hatta vahşi kapitalizmi yaşıyoruz demek yanlış olmaz.
- Virüs zengini yoksulu eşitledi söylemleri var. Sizce virüs zengini ve yoksulu eşitledi mi?
Yurttaşlar, hastaneye, ilaca, sağlık bakım hizmetlerine erişme imkanı, toplu ulaşımdan yararlanma, gibi pek çok konuda sınıfsal bir eşitsizlik ile karşı karşıya. Bazı kişiler virüs sınıf tanımıyor diyor. Zengini de yoksulu da virüse yakalanıyor diyor. Bu doğru ama yaptığı yaygınlık anlamında yapılan istatistikler ortaya koyuyor ki salgından daha çok etkilenenler kendilerini koruyamayacak durumunda olan emekçiler ve yoksullardır.
- Salgın karşısında işçi sınıfının hakları nelerdir? Emekçiler, neler yapmalı?
Tüm dünyada emekçiler, sendikalar, örgütlü veya örgütsüz işçi grupları Covid 2019’a karşı mücadele taleplerini yükseltiyor. Korono grevleri diyebileceğimiz grevler var. ABD’de, Avrupa’da ve pek çok yerde. Türkiye’de de bu tür eylemler var. Sağlıksız koşullarda çalışmaya karşı iş bırakıyorlar. Bu salgını önlemenin birçok yolu var. Özellikle İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu’nun 6331 sayılı kanunun uyarıcı maddesince işçi sağlığı koşullarının sağlanmadığı durumda emekçilerin işten kaçınma hakkı var. Bunu kullanan işçiler, sendikalar var. Özellikle DİSK, TMMOB, TTB ve KESK’in ortaya koyduğu 7 acil önlem talebi var. Bu talepler çok önemli. En başta sahiplenilmesi gereken talepler. İşten çıkarmaların yasaklanması ve işçilerin ücretli izine ayrılması gerektiği vurgulandı. Başta İşsizlik Sigortası Fonu olmak üzere kaynaklar emekçiler için harcanmalıdır. Bu talepler son derece makul talepler. Bu taleplerin dünyada da yapılabilir olduğu örneklerle mevcut. Maalesef burada şunu da belirtmemiz gerekiyor; diğer iki işçi konfederasyonu Türk-İş ve Hak-İş’in tutarlı bir çizgide ilerlemediğini görüyoruz.
- İnsanlar canı ile uğraşırken kapitalist sistemin tüm vahşiliğini görüyoruz Türkiye’de. Covid 2019’da da “Üst tabaka” işçi sınıfının üzerinden ayakta duruyor. Buradan hareketle kapitalist sisteme alternatif konusunda işçi sınıfı ne yapabilir?
Aslında tüm dünyada işçi sınıfı tarihsel kırılma anlarında olduğu gibi bir kez daha kırılma anı yaşıyor. İşçi sınıfı, ilk kez küresel olarak bu kadar değersiz olduğunu gözlemlemiş oldu. Sistem açısından ne kadar gözden kolay çıkarılabilir olduğunu gördü ve deneyimledi. Belki de yıllarca bilinçlendirmek, anlatmak için vereceğimiz çaba birkaç ay içerisinde deneyimlenerek görüldü. Bunun elbette ki ilerleyen zamanlarda karşılığını olacaktır. Her şeye rağmen demode denilse de sendika veya farklı formlarda örgütlenmenin ne kadar gerekli olduğu bir kez daha görüldü. İşçi sınıfı ayrı sınıf olarak kapitalist sistem içerinde var olduğunu ve aynı zamanda son derece yaşamsal olduğunu hem toplum hem de kendisi gördü. Dolayısıyla işçi hareketlerinin yeni arayışlar içerisine gireceği belki de güç kazanabileceği bir döneme giriyoruz. Aynı şekilde kapitalist sistemi sürdürmek isteyen egemen güçlerin, tekellerin, büyük devletlerin de daha otoriter, daha sert yöntemlerle, politikalarla da bu yükselebilecek sınıf hareketini bastırmaya, etkisizleştirmeye yöneleceğini öngörebiliyoruz.
- İşçi sınıfı ve emekçiler bu süreci ve gelecekte şekillenecek süreci nasıl değerlendirmeli?
Covid-2019 salgını ile birlikte 1990’lı yıllarda söylenen ‘Sınıflar bitti’ gibi sözlerin süslü teorik yaklaşımların anlamsızlaştığı bir süreç yaşamış olduk. Her şeye rağmen bu acı deneyimin başka yüzü var. Sosyal medya özellikle bugün bilgilenmemizi sağlayan bir araç. Daha önce hiç olmadığı kadar emek sorunuyla, emekçilerle dolduğunu gözlüyorum. Benim gibi çok uzun yıllardır emek meselesi, işçi hareketi ile ilgilenenler için sevindirici bir durum. Yıllardır, emekçilerin, emekçi sınıfın var olduğunu göstermeye çalışırdık; şimdi ise bu bütün ihtişamıyla ortaya çıktı. Herkes neredeyse bu konuda bir şeyler yazıyor tartışıyor. Dolayısıyla sınıf bilinci oluşumunda önemli bir evreye dönüşeceğini düşünüyorum. Belki de yeni örgütlenme biçimleri ortaya çıkacak. Yeni dünyanın, yeni teknolojilerin yarattığı, yeni arayış biçimleri var. Bunları dikkatle takip edip güçlendirmek gerekiyor. Siyasetin, bu sistemle mücadele eden, bu işin öznesinin emekçiler olduğunu hatırlaması gerekiyor. Salgın, siyasetin temelini sosyal politika olması gerektiğini gösterdi. Hem dünyada hem Türkiye’de bizi daha üst düzeyde bir sınıf mücadelesi bekliyor. Bu mücadelenin kazananı kim olacak bugünden bilemeyiz ama mücadelenin şiddetleneceğini ve daha üst düzeyde olacağını öngörüyorum.