TDK sözlüğü infazı, “Bir hükmü, bir kararı yerine getirmek olarak” olarak yazıyor, Türkiye toplumu onu “birini öldürmek, ipe çekmek, yaşamına son vermek” olarak algılıyor. Türkiye’de infaza dair kitabi tanım ile gerçekler birbirine uymuyor çünkü.
Bu ülkede 17 bin 500 insan “infaz” edildi. Kimisi asit kuyularında, kimisi köşe başlarında kafalarına sıkılan tek bir kurşunla, kimisi Hizbullah’ın ölüm timleri tarafından birbirinden dehşet verici yöntemlerle. Hem de hiçbiri yargılanmadan hem de hiçbiri haklarında herhangi bir karar verilmeden, hüküm kurulmadan… Yıllar yılı faili meçhul diye anıldı bu cinayetlerin tamamı. Hiçbirinin hesabı sorulmadı, bu suçları işleyen hiç kimse cezalandırılmadı. Aksine yargı faili meçhul (belli) bir cinayetle katledilen Musa Anter’in katillerini akladı. Yüzlerce kişiyi infaz ettikleri kanıtlanmış Hizbullah militanları bir gece yarısı “infazları” durdurularak serbest bırakıldı. Yüzlerce kişiyi öldüren ve JİTEM davası adı altında yargılananların tamamı adalet saraylarında adeta ödüllendirildi, söz konusu davaların neredeyse tamamı tek tek düşürüldü. Hüküm en başta böyle kuruldu. İnfaz böyle işledi.
Çünkü yıllar önce Susurluk çetesine sahip çıkmak için “Devlet adına kurşun atan da kurşun yiyen de şerefli-dir” demişti Tansu Çiller. Onu tamamlayan Yaşar Büyükanıt halka kurşun sıkanları ve suçüstü yakalananları “tanırım, iyi çocuklardır” sözleriyle sahiplenmiş ve “kendileri adına kurşun atanın da yiyenin de şeref-li” olduğu tavrını sürdürmüştü. Bu bir iktidar ve egemenlik kodu ve üstelik kendisini de her şartta sürdürüyor.
O nedenle korona salgını gerekçesiyle gündeme getirilen ve kamuoyunda İnfaz Yasası olarak bilinen tasarı bu infaz anlayışının 2020 yılına uyarlanmış biçimidir. Bu devletçi muktedir kodun süreklileştirilmesidir. Hatta geçmişteki uygulamadan daha tehlikelidir. Çünkü geçmişte birilerini af etmek, birilerini yargısız infaz (ölüme mahkum) etmek üzerine kurulan bu “infaz” anlayışı, AKP ve MHP tarafından hazırlanan tasarı ile artık gizli değil açıktan sürdürülecek. Bu tasarı, devlet ve iktidar için suç işleyen “iyi çocuklar” için örtülü af içerirken muhaliflere ölüm ve ceza getirecek. Bu tasarı Bahçeli’nin daha önce Alaattin Çakıcı’ya söz verdiği af yasasıdır. Bu tasarı muhalifleri “kanınızda banyo yaparım” diye tehdit eden çete liderini cezadan koruma yasasıdır. İktidar bu düzenleme ile aynı zamanda topluma karşı işlenen en ağır suçlara arka çıkıyor, bu suçları işleyenlere kol kanat geriyor. Bununla da “her şeyi yapabilirsiniz, her türlü suçu işleyebilirsiniz ben bu suçları af ederim, yeter ki bana biat edin, yeter ki benim istediğim gibi hareket edin” mesajını veriyor. Çocuk ve kadın istismarcılarını, katilleri, çeteleri bu yüzden bu yasa ile ödüllendiriyor.
Bunu haklı çıkarmak için de Kulp’ta yaşanan saldırıyı malzemeleştiriyor. Saldırının zamanlaması bile insanı fazlasıyla huzursuz ediyor, şüphelerini derinleştiriyor. Hele ki daha önce savaş konseptine malzeme yapılan Ceylanpınar komplosu, yine kayyım saldırılarının gerekçelerinden biri haline getirilen bir önceki Kulp saldırısı gibi iki yakın tarihli örnek ortada duruyorken. Zaten yandaş yazarlar dünden hazırmış gibi bu saldırı üzerinden, “yasada eşitlik isteyen” HDP’yi dara çekmeye, yargısız infaza başladılar bile. O yüzden bu tasarı aynı zamanda muhalefete yönelik organize bir saldırı yasasıdır. Gelişmelerin hiçbiri birbirinden bağımsız değil ve hiçbiri parçalı şekilde ele alınamaz. Yazılan, söylenenlerin ve yapılanların birbiriyle bağlantısı bize hiçbir şeyin masum ve kendiliğinden gelişmediğini gösteriyor.
Bu hakikat elbette öyle ya da böyle herkes tarafından görülüyor, toplumun çok büyük bir kesimi sınırlı imkanlarıyla da olsa bu yasaya ve düzenlemeye karşı vicdanının sesini dinleyerek itirazını yükseltiyor. Ancak bu hakikati görmelerine rağmen bazı kesimler bu korkunç haksızlığa ve çürümüşlüğe karşı ölümüne susuyor. Çıkarlarına halel gelmesinden korkuyorlar. Çünkü onlar bu yola girdiklerinde gerçekleri görmemeye, görseler de dile getirmemeye mahkum edildiler.
Nihayetinde öyle görünüyor ki iktidar bu yasayı geçirmeyi “beka” meselesi olarak görüyor ve bu yasayı öyle ya da böyle geçirecek. Ancak, iktidarın korona gibi bir küresel salgını fırsata çevirerek muhalefet için idam fermanı haline getirdiği bu infaz düzenlemesi meşru değil. Yasa geçse de başta Anayasa’ya ve evrensel hukuka aykırı olacaktır. O yüzden bu yasa üzerinden kurulacak tüm hükümler geçersizdir. Toplumun bir kesimine karşı öfke barındıran, geçersiz, hukuksuz, eşitsiz, vicdansız ve ayrımcı bu düzenlemeye karşı çıkmak bir sorumluluk değil aynı zamanda görevdir. İş işten geçmeden bu tasarıyı yeniden hakka ve hakkaniyete uygun bir hale getirmek yarın yaşanacak cinayetleri önlemek için zorunludur.