Sermaye kesimlerine koronavirüs çerçevesinde 100 milyar destek açıklayan iktidar, enerji şirketlerine üretmedikleri enerji için her ay 250 milyon liraya varan nakit ödeme yapıyor
Yusuf Gürsucu
Koronavirüs salgını ile açlığın, kıtlığın ve yoksulluğun halkları açıkça tehdit ettiği bu günlerde AKP iktidarı yoksul halka hiçbir destek sunmazken şirketlere milyarlar akıtmayı kesintisiz sürdürüyor. Sermaye kesimlerine koronavirüs çerçevesinde 100 milyar destek açıklayan iktidar, enerji şirketlerine üretmedikleri enerji için her ay 250 milyon liralara varan nakit ödeme yapıyor. 2019 sonunda 43 olan, 2020 yılında ise sayısı 45’e çıkarılan enerji şirketlerine Türkiye Elektrik İletim AŞ (TEİAŞ) tarafından ‘kapasite bedeli’ adı altında üretmedikleri enerji için her ay ödeme yapılmaya devam ediliyor.
Şubatta 135 milyon lira
2020 yılının Şubat ayı için kapasite mekanizması ödeme listesine göre, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) Şubat ayı için HES, kömür ve doğal gaz yakıtlı termik santralleri kapsayan 45 santrale 134 milyon 706 bin 766,7 TL ödeme yapacak. En yüksek ödeme yapılacak ilk üç santrale bakıldığında ise, Soma-B Termik Santrali 9 milyon 592 bin 322,46 TL, Kemerköy Üretim Tesisi 9 milyon 156 bin 307,80 ve Yatağan Termik Santrali 9 milyon 156 milyon 307,80, Soma Kolin Termik Santrali 7 milyon 412 bin 249,18, Enerji-Sa Tufanbeyli Termik Santrali 6 milyon 540 bin 219,86, Silopi Termik Santrali 5 milyon 886 bin 197,87 lira olmak üzere toplam 45 santrale 134 milyon 706 bin 766.7 lira ödenecek.
Soygun düzeni gibi
Ödeme yapılan şirketlere hangi bağlamda bu paraların ödendiğine dair tatmin edici hiçbir açıklama yok. Sistemden çıkmamaları ve enerji güvenliğini sağlamak gibi nedenleri ifade eden iktidarın, bu nedenleri sıralarken hiçbir karşılığı olmadığı ise anlaşılabiliyor. 91 bin MW enerji üretim kapasitesi olan Türkiye’de koronavirüsü öncesi bu kapasitenin 1/3’ü kullanılırken kalan 2/3’ü ise ticarileştirilemiyordu. Salgınla birlikte büyük enerji müşterisi olan birçok işletme üretime ara verirken enerji talebi daha düşmekte. Kapasite bedeli adı altında dağıtılan paraların enerji alım garantisinden kaynaklandığı yönünde iddialar var ancak bu durum daha çok ihale süreçlerinde dönen al gülüm-ver gülüm ilişkisine dayandığı diğer iddialar arasında. Tam bir soygun düzeninin kurulduğu Türkiye’de bu türden sermaye destekleri sadece enerji ile sınırı değil.
Madencinin zararı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2282 nolu, “Yer altı Maden İşletmelerinde Meydana Gelen Maliyet Artışlarının Karşılanması Amacıyla Destek Verilmesine İlişkin” 24 Mart 2020 günü verdiği karar, 25 Mart günü Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu karara göre, 12 Haziran 2019 ve 31 Aralık 2020 tarih aralığını kapsayan döneme ilişkin yeraltı maden işletmelerinde doğan zararların karşılanması amacıyla maden şirketlerine destek verileceği belirtildi. İçinde Koç Holding’in ve Ciner Grubu’nun madenlerinin de yer aldığı 17 maden şirketinin bu desteklerden yararlanacağı belirtilirken ‘niye zarar ettiler veya zarar ettilerse bize ne’ diyen bir Allah’ın kulunun ortaya çıkmaması ise bir başka dikkat çekici durum.
İşçiler ölebilir!
Hazine ve Maliye Bakanlığı geçtiğimiz günlerde yaptığı bir açıklamada, “Kovid-19 salgını sonrası şirketlerimizin öz kaynaklarını, sermaye yapılarını ve nakit dengelerini korumalıyız” dedi. Bakanlığın açıklamasında şirketlerin hissedarlarına yapacağı kâr payı dağıtımları, 2019 kârının yüzde 25’i ile sınırlandırılması ise dikkat çekti. Şirket çıkarları için her tür işe imza atan iktidar tarafından, bu şirketlerin işten atmaları, işçileri ücretsiz izne çıkarılmaları gibi uygulamlara ise yol verilmektedir. İktidarın işçi sınıfını, çarkların dönebilmesi için feda edilebilir kurbanlar olarak gördüğü çok net. İktidarın ‘devleti şirket gibi yöneteceğiz’ söylemi şirketlerde görülen fayda-maliyet analizi gibi bir değerlendirmeyle belli sayıda işçinin ölmesini göze aldığı ve tek önceliğinin sermayenin çıkarları olduğunu tartışmasız olarak ortaya konuyor.
Marshall yardımı
Almanya’da iktidardaki Hristiyan Demokrat Birlik (CDU) partisinin eski bakanlarından olan Von Der Leyen, yeni tip koronavirüs (Kovid-19) pandemisinden etkilenen AB ülkelerinin ekonomik krizden çıkmaları için daha fazla para ayrılması gerektiğini vurgulayarak, “Avrupa için bir Marshall Planı’na ihtiyaç var” sözleri kapitalist ekonomilerin ciddi ve büyük bir krizde olduğunu gösteriyor. Marshall Planı, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa ülkelerini yeniden ayağa kaldırmak için ABD’nin yürürlüğe koyduğu ekonomik yardım paketinin adıydı. Ancak bugün ABD’nin de Avrupa’dan pek bir farkı olmadığı görülüyor.
Kriz çok büyük
Koronavirüs krizi derinleştikçe, çökmekte olan para birimleri, düşen emtia fiyatları, ihracat kazançları ve turizm gelirleri Türkiye gibi birçok ülke için borç ödeme sorunlarını ortaya çıkarıyor. Para birimlerinin dolar karşısındaki değer kaybı dolar borçlarının ödenebilmesini imkansızlaştırırken Türkiye dahil çok sayıda ülkenin karşılıksız para bastığı belirtiliyor. Bu durum ise ekonomiler açısından ciddi bir tehdit oluşturuyor. Koronavirüsü salgınının yarattığı sorunlar gayri safi yurtiçi hasılada ciddi bir düşüşe yol açacağı, üretimde çöküşe neden olacağı, yabancı sermaye çıkışlarında artış yaşanmasının krizi daha da kötüleştireceği ekonomistlerce ifade ediliyor.
IMF adres mi olacak!
Türkiye, Güney Afrika, Şili, Endonezya ve Macaristan da dahil olmak üzere birçok ülkede döviz rezervlerinin yetersiz olduğu ve yardım için Dünya Bankası’na veya IMF’ye başvurmalarının beklendiği yapılan değerlendirmeler içinde yer alıyor. Türkiye veya Güney Afrika için, IMF’ye gitmelerinin çok zor olduğu ancak IMF’nin sadece borcun sürdürülebilir olduğunu düşündüğü ülkelere borç verebileceği ve bu kuralı yıkmayacağını, bu nedenle birçok ülke için IMF rolününi, borç yeniden yapılandırmasının gerekli olduğu bir koşulla birlikte İMF’ye gelmesinin gerekeceğinin ekonomistlerce belirtiliyor olması borç alma koşullarının çok ağır şartlara bağlanacağını gösteriyor.
Kapitalist çağın sonu
Virüs uluslararası ticarete ağır bir darbe vurmuş durumda. Bu durum tüm ekonomileri derinden sarsarken bunun yanında turizm gibi sektörler iflas bayrağını çekmek üzere. 2. Dünya Savaşı’nı besleyen en önemli etkenin o yıllarda kapitalist büyümenin yüzde 25’lere düşmüş olmasıydı. Büyümeyi arttıramayan kapitalist sistem büyük bir paylaşım savaşına girdi. Uzun yıllar bir denge içinde büyümeyi sağlayan kapitalizm 70’li ve 80’li yıllarda büyük krizler yaşadı. Bu krizlerle birlikte neoliberal politikalar uygulamaya konurken 2008 yılında yaşanan krizi neoliberal politikaların da çözemeyeceği gerçeği tartışmaya açıldı. Ortaya çıkan bir diğer gerçek ise kapitalist çağın sonunun geldiğiydi.
Sermayeye sınırsız özgürlük!
Neoliberal politikalar sermaye için sınırları ortadan kaldırırken aynı zamanda doğal yaşam yine sınırsızca sömürüye tabi tutuldu. Bununla birlikte kapitalizmin kirli üretimleri her yana dağılırken 70’lerde tespit edilen küresel ısınma ve iklim değişimleri günümüze kadar artarak gelişti. Bu soruna dikkat çekmek ve çözmek adına BM tarafından 25 kez iklim zirveleri düzenlenirken Kasım 2020’de yapılması gereken 26.’sı ise koronavirüs salgını gerekçe gösterilerek bir yıl ötelendi. Bu zirvelerde sorununun çözülmesi bir yana sadece sermaye için yeni birikim alanları ortaya çıkarmak başlıca çabalarıydı. Kyota zirvesinde alınan kararlarla soluduğumuz temiz hava bir ticari meta haline getirildi. İklim değişimini çözmek adına ‘yenilenebilir enerji’ adı altında enerji üretimlerine geçişler hedeflendi.
Kral çıplak ama!
İklim değişimini engelleme yönünde herhangi bir sonuç elde edilemezken koronavirüs salgını bu sürecin nasıl durdurulabileceğini ortaya koydu. Küresel boyutta süren ekolojik krizi enerji üretim biçimlerinin kapitalizm koşullarında hem değiştirilmesi hem de çözümü olanaksız. Kapitalizmin aşırı üretimlerle yarattığı birikim sürecinin durdurulmasının iklim için gerekli olan tek çözüm olduğu pandemi sürecinde anlaşıldı. Ozon deliğinin küçülmeye başlaması ve hava kirliliklerinin ciddi oranlarda gerilemiş olması, yapılması gerekeni açıkça ortaya koydu. Kapitalizm koşullarında iklim dahil gezenegenimizi ve yaşanan koronavirüsü gibi salgınları önlemenin ve onlarla başetmenin mümkün olmadığı açığa çıktı. Koronavirüs salgını kapitalizmin gerçek yüzünü ortaya koyarken bu süreçten kapitalizm kendisini yenileyerek çıkma hesapları yapmakta. Ancak yüzü iyice teşhir olmuş olan kapitalizme karşı, ekolojik, demokratik ve sosyalizm hedefiyle yeni bir yaşamı var etmenin temel koşullarının olgunlaşmış olmasına karşın halkların kapitalizmi yenmesine yetecek bir gücü biriktirememiş olması büyük bir handikap.
Anti-kapitalizm!
Koronavirüsü sonrası şirketlerin ve hatta devletlerin yoğun iflasıyla karşılacağız. Bunun yanı sıra çok fazla insan yaşamını yitirecek. Halklar ise büyük bir yoksulluk içinde yaşama tutunmaya çalışırken ortaya çıkarılabilecek örgütlü bir dayanışma ağının, anti kapitalist yönelimin ciddi bir itici gücü olması mümkün. Elbette bu hedefe bugünden güçlü bir biçimde sarılınması gerekmektedir
* Haberib ilk bölümüne bu linkten ulaşabilirsiniz: https://yeniyasamgazetesi6.com/kapitalizm-de-turkiye-de-iflasin-esiginde-1/