Her akşam neredeyse aynı saatte, televizyonlardan ve sosyal medya hesaplarımızdan COVID – 19’a dair son 24 saat verilerini öğreniyoruz. Bu veriler yoluyla salgının gidişatını, ne zaman en yüksek noktaya erişeceğini, önümüzdeki günlerde -ne yazık ki- kaç kişinin daha yaşamını kaybedebileceğini ve bu salgının ne zaman sona ereceğini hesaplamaya çalışıyoruz. Bunları yaparken sanki günbegün her bir rakamın insan olduğunu yok sayma riskiyle daha fazla karşı karşıya kalıyoruz. İşte bunlar hep “istatistik”.
İnsan hakları ihlallerine dair verilerde de benzeri yaşanabiliyor. Yayınladığınız düzenli raporlar, yıllık ya da aylık ihlal bilançoları bazen hazırlayanların kendisini de bu verileri duyanları da “körleştirip, sağırlaştırabiliyor”. Bu yüzden rakamlardan hakikate ulaşırken “uyanık” olmak gerekiyor…
İstatistiksel veri üretmek, insan haklarıyla ilgili hakikati ortaya koymanın yollarından sadece biri. Ancak her ne kadar Arendt “Siyasette Yalan” kitabından hakikati “insanın değiştiremediği şey” olarak tanımlasa da neoliberal zamanlarda “istatistiksel veri” ile hakikate erişmek her zaman mümkün olamıyor. Hatta “istatistiksel veriler” yoluyla hakikat değilse bile “betimlemesi” kolaylıkla değiştirilebiliyor.
Salgın devam ederken ve “evde kal” talebine her birimiz yanıt arar ya da verirken, aslında “evde kaldıkça” yaşamımızda nelerin değiştiğini, belki de değişmediğini düşünürken, TUİK; çocuk işçiliği konusunda yeni istatistikler yayımladı: Altı yılda bir gerçekleştirdiği Çocuk İş Gücü Araştırması 2019’un sonuçlarını.
Bu araştırma en son 2012 yılında yayımlanmıştı ve alanda çalışanlar yeni sonuçları önemle bekliyordu. Çünkü 2012 yılından bugüne dek çocuk işçiliğinde nelerin değiştiğini anlamak, çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılmasında en azından etkili politika önermeyi sağlayabilecekti. 31 Mart günü yayımlanan TUİK’in araştırmasının bazı sonuçları şöyle:
TUİK araştırmasını 5-17 yaş grubu çocuklar arasında yapmış ve toplamda ekonomik faaliyette çalışan çocuk sayısını 720 bin olarak belirlemiş. Çalışan çocukların yüzde 79,7’sini 15-17 yaş grubundakiler oluştururken, yüzde 15,9’unu 12-14 yaşındaki çocuklar, yüzde 4,4’ünü ise 5-11 yaş grubundaki çocuklar oluşturuyor.
Çalışan çocukların cinsiyetine bakan araştırmanın sonuçlarına göre; çocukların yüzde 70,6’sını oğlan çocuklar, yüzde 29,4’ünü ise kız çocukları oluşturuyor. Çalışan çocukların yüzde 65,7’si bir eğitime devam ederken çocukların çalıştığı sektörler şöyle sıralanmış: Çalışan çocukların yüzde 30,8’i tarım, yüzde 23,7’si sanayi, yüzde 45,5’i ise hizmet sektöründe yer alıyor.
Çalışan çocukların işteki durumlarına bakıldığında ise çocukların yüzde 63,3’ünün ücretli ya da yevmiyeli, yüzde 36,2’sinin ücretsiz aile işçisi olarak, yüzde 0,5’inin ise kendi hesabına olarak çalıştığı görülmüş.
Bu çocukların yüzde 66’sı düzenli iş yerinde, yüzde 30,4’ü tarla-bahçede, yüzde 3’ü seyyar, sabit olmayan iş yeri veya pazar yerinde, yüzde 0,5’i ise evde çalışıyormuş.
Araştırma kapsamında çocukların çalıştıkları yerde fiziksel sağlığını olumsuz etkileyen faktörlere de bakılmış: Çocukların yüzde 12,9’unun aşırı sıcak/soğuk ya da aşırı nemli/nemsiz bir ortamda çalıştığı, yüzde 10,8’inin kimyasal madde, toz duman veya zararlı gazlara maruz kaldığı görülmüş. Çocukların yüzde 1,3’ü çalıştığı yerde bir yaralanma veya sakatlanmaya maruz kalırken, yüzde 4,4’ü çalıştığı yerde yaralanma veya sakatlanmaya tanık olmuş.
2012 yılında yapılan bir önceki araştırmanın “Türkiye’de 893 bin çocuk çalışıyor” verisine ve son rakamlara baktığımızda Türkiye’de çocuk işçiliğine dair bir düşüşten söz etmek gerekiyor. Ancak çocuk işçiliği konusundaki “hakikat” alanda çalışanlara ve uzmanlara göre öyle değil.
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Vakfı ile Bilgi Üniversitesi Çocuk Çalışmaları ve Göç Araştırmaları Birimleri, TUİK araştırmasıyla ilgili yaptıkları ayrıntılı değerlendirmelerde verilere dair eksikliklere ya da yanıltıcı olabilecek durumlara dikkat çekti. Her iki açıklamada öncelikle bu verilere mülteci çocukların dâhil edilmediği ve aslında edilmesi gerektiği söylendi. Çünkü Türkiye sınırları içerisinde çalışan çocuk gerçekliğini anlamak için bu konuda da gerçek veriye ihtiyaç duyulduğu çok açık.
Araştırmanın ekim-aralık aylarında yapılmış olması eleştirilen bir başka konu. Alanda doğrudan çalışma yapan bu örgütler bu ayların çocukların en çok okula devam edebildiği ve en az çalıştığı aylar olduğunu belirtiyor ve dolayısıyla ortaya çıkan verinin yanıltıcı olma olasılığına vurgu yapıyor.
Örgütlerin dikkat çektiği bir başka konu ise “işte yaralanmalar”la ilgili. Araştırma sonucunda paylaşılan yaralanma verileri ile SGK verileri karşılaştırıldığında çelişkiler olduğu belirtiliyor ve yayımlanan verinin eksik olabileceği söyleniyor.
Oldukça önemli değerlendirmelerin bulunduğu, çocuk iş gücü istatistiklerini iyi anlamamıza yardımcı olabilecek açıklamalara kurumların web sitelerinden ve BİANET’ten ulaşılabiliyor.
Elbette sekiz yıl sonra yapılan bu araştırma çok önemli. Bu yüzden TUİK’in araştırmasını çocuk hakları temelinde, farklı disiplinlerden doğru, bütüncül bir şekilde değerlendirmeye devam etmek gerekiyor.
Bu verilerin ne demek istediğini iyi anlamamız ve çocuk işçiliğine karşı etkili politika geliştirmemiz şart. Hatta bunu çocuklarla birlikte yapmak da çok önemli. Tabii her istatistiksel verinin ve içerdiği teknik dilin neoliberal politikaların yaygınlaşmasına ve meşrulaşmasına olanak verebildiğini unutmamak, bu konuda uyanık olmak şartıyla…