Korona gündemi ile hazırlanan infaz düzenlemesine dönük yasada mevcut içerik çok değişmeyeceğe benziyor. En azından mecliste görüşülürken bir değişiklik çıkmadı. CHP ve diğer partilerin malum yaklaşımları da yetersiz olunca HDP’nin bu büyük hak kırım yasasına dair söyledikleri de yeterince kamuoyuna ulaşmıyor.
Mesele siyasi tutsak olmakta bitiyor. Bu yüzyılları bulan bir hesaplaşmanın da adı aslında. Haliyle şu an dalga geçer gibi yaptıkları şey de aleni bir mesaj. Kendi kodlarına, sözleşmesine davet! Bu neden bu kadar önemlidir? Bu sorunun cevabını ‘cezaevi nedir?, politik tutsak kimdir?’ soruları üzerinden rahat verebiliriz. Çünkü politik tutsağın kim olduğu anlaşılmadan bu kararın kapsamı ve olan biten kin de anlaşılmaz diye düşünüyorum.
Cezaevi/zindan, dediğimiz şey, her şeyden önce devlet açısından bir efendi olma, kendini kanıtlama arenasıdır. Zindanın varlığı ve devamlılığı, onu yaratan kafanın varlığı anlamına gelir. Zindan itaati arzular, tamamen bedensizleştirme, zaman ve mekân üzerinden bedeni delip ruha ulaşma peşindedir. Tüm kuralları bunun etrafında döner. İçine aldığı birey tarafından tanınmak ister. Varlığını kabul ettirmek için öldürmez, zafer için yok etmez ama bireyin ruhunu gasp eder, ölümden beter bir hal ile ona olmadık şeyleri aşılar. Her zindan aynı zamanda dev bir ekonomi çarkıdır, kişiyi topluma kazandırma, ıslah etme adı altında yoğunca sömürür. Devlet beden ve zihne çalışır içeride. Onları yarar, keser, biçer, tasarlar, şekillendirir. Bunu tekrar tekrar yapar. Çünkü asli görevi budur, cezaevleri de bunun için vardır!
Bir yasa koyucu olarak devlet, tutsağın bilincine yerleştiği, kendi ihtiyaç, arzu ve beklentilerini kavrattığı oranda başarılıdır. Böylece sahte bir var olma alanı yaratır, kendisine boyun eğenlerin ‘var olduğunu’ söyler, ona göre davranır. Yani özce iki seçenek var: Ya itaat edip teslim olacaksınız ya da direneceksiniz! Bu noktada politik tutsağın tanımı da ortaya çıkar: Devletin demin yukarıda çizdiğim sindirme politikasının dışında kalan kişidir! Buna itiraz eden kişidir. Devlet kendini efendi olarak kodlar, karşısında da onu tanıyan köleler ister! Politik tutsak bu formülü alaşağı eder. Ölümü pahasına beden ve zihnini vermez, bilir çünkü bunun sonrasını… Böylece infaz paketinin neden dışında olduklarına dair birinci sebebe varmış oluyoruz, bu da politik tutsağın kabul ret ölçüleridir. Çünkü ortada bir restleşme var. Devlet ve politik tutsak arasında amansız bir savaş var. Siyasi tutsak olarak zindanlarda kalmış herkes bunu iyi bilir, iliklerine kadar hisseder.
Diğer önemli bir sebebi de Platon’un Devlet kitabında geçen bir mesele üzerinden verebiliriz.
Siyaset tarihinin en meşhur çalışması olan bu kitap, çok ilginç bir açılışa sahip. Kitap, Sokrates’in Pire şehrinde bir festivalde olduğunu söylemesiyle başlar. Sokrates arkadaşlarıyla şehirden ayrıldığı zaman bir köle arkalarından koşar ve onları yakalar. ‘Durun! Efendim beklemenizi emrediyor, bekleyin’ der. Kalabalık bir grupla gelen Efendi, gitmemeleri gerektiğini söyler. Bunun üzerine Sokrates ‘Seni, gitmemiz gerektiğine ikna edemez miyiz?’ deyince Efendi Polemarchus’tan çok ilginç bir cevap gelir: ‘Kulaklarımızı tıkar, dinlemezsek ikna edemezsiniz’ der. Dikkat edilirse görece kalabalık ve güçlü konumda olan efendi, ‘dinlemezsek’ diyor. Burada ikna-güç üzerine belki düşünmemiz isteniyor. Çünkü Antik Yunan’dan günümüze, ‘özgürlük ve güvenlik’ ters orantılıdır. Güvenli olmayan bir özgürlük, özgür olmayan bir güvenlik! Birini seçmeye zorlanırız. Kalabalık olan, gücü elinde tutan otomatik sonucu belirleme gücüne sahip midir? İkna edilemez mi? Azınlığın yararı çoğunluğun da yararına mıdır? Sokrates yüzleşmek istediğinden hemen tartışma teklif eder. Ama karşıda tartışacak, diyalog kuracak kimse yoktur! Dinlemiyorum der. Sokrates bu ve benzer durumları ‘cehenneme inişin başlangıcı’ kabul eder. Yani demek istediğim, devlet burada güç gösterisi yapıyor! Haklı da da olsanız kulaklarımı tıkıyorum size diyor. Olmayan bilgisi ve ikna yeteneği ile çoğunluk adına karar veriyor. Bu kararı verme sebebi ne? Tabii ki elindeki ‘tutsaklar’… O halde şunu demek abartı olmaz: Virüs vesilesi ile bir cehenneme inişin içindeyiz. Bunun büyük bir bedeli aleni olarak siyasi tutsaklara ödettirilmek isteniyor.
Hikayesini bildiğimiz ve bilmediğimiz yüzlerce kritik hasta var. Mesela Mehmet Emin Özkan, herkesin bildiği adı ile Apê Dedo, 25 yıla yakındır sebepsiz yere yatıyor. Ve şu an boğuştuğu hastalıklara bakılırsa yaşaması da mucize. Tahliye başvurusuna ne diyor yetkililer? ‘Dışarıya moral olabilir…’ Nasıl anlamalı bunu? Mesela Soydan Akay, prostat kanseri ve yaklaşık bir aydır İstanbul’da ışın tedavisi başlamış. Olası bir virüs durumunda nasıl korunacak? Bu soruların cevabı yok! Hayatta övünecek tek şeyi zindan yapmak olan bu aklın, nihai hedefinin de her Kürdü birbirinden ayrıştıracak, kişi başına bir zindan projesi düşlediğini bilmek gerek.
Hasılı, devlet her fırsatta politik tutsağı cezalandırır, yaşamını en aşağı düzeye çeker. Tecavüzcü, katil, uyuşturucu tacirini ödüllendirirken de mesajı yine politik tutsağadır. Tekrar vurgulamak gerekiyor! Devlet, kendine dair sözleşmeyi ihlal edenin peşinde, gelip topluma tecavüz edenin değil. Özellikle yakınları içeride olanlar aktif çalışma yürütüyor, sesini duyurmaya çalışıyor. Bunun yaygınlaşmasına yardımcı olmak hepimizin görevi. Bu sesin yükselmesi sadece yakını içeride olan ailelere bırakılmamalı. Yaşam sokağa, eve sığabilir ama zindana sığmaz, sığmıyor. İnfazda eşitliği talep ediyoruz. Değindiğim hikayeye geri dönersek, ‘dinlememe’ gibi bir lüksün içinde değiliz. Devlet toplumu ‘dinlemek’ zorunda…