bu iktidarın salgınla ilgili hamlelerinin çoğunun desteğini artırmaya yönelik olduğunun sanırım herkes farkında. belediyelerin bağış toplamasına getirilen yasak da dahil olmak üzere her konu, iki adım sonra, yarın öbür gün oya dönüşecek destek arayışına çıkıyor. belediyeler yardım yapamasın, maskeleri ptt dağıtsın, her şeyi merkezi iktidar sağlıyor gibi görünsün, merkezi iktidar her şeyi kontrol altında tutuyor gibi olsun… bu arada son yılların en önemli oy devşirme konularından biri olan af da gündeme geldi. cezaevlerinde, üç yıldan fazladır af konusu konuşuluyor, özellikle yerel seçimler öncesi beklenti yüksekti. ancak o zaman da siyasi mahkumlar için bir değişiklik olmayacağı fikri yaygındı çünkü politik insanların tercihleri kolay kolay değişmez yani onlardan oy almak mümkün olmaz.
salgından sonra cezaevleri tekrar gündeme geldi. burada önemli bir ayrım noktası var. salgında cezaevleri son derece tehlikeli ortamlar haline geliyor. cezaevi ortamında fiziksel mesafe zaten mümkün değil, hele son yıllarda kapasitelerinin üstünde insanın barındığı cezaevlerinde bu hiç mümkün değil, aynı yatakta iki kişinin yattığı hatta nöbetleşe uyunan cezaevleri var. gardiyanlar başta olmak üzere memurların virüsü içeri taşıma ihtimali yüksek, hijyen şartları çok kötü. beslenme düzeni bağışıklık sistemini güçlendirecek gibi değil. yani salgında cezaevlerinden yüzlerce, binlerce ölü çıkabilir.
kimse ölüme, salgının insafına terkedilemez. idam cezasının uygulandığı iran’da dahi salgın sebebiyle cezaevleri boşaltıldı. üstelik karantina koşullarında ev hapsi uygulamak çok kolay.
ama tasarlanan değişikliğin salgınla ilgili olduğunu düşündüren hiçbir şey yok. bu yeni bir infaz düzenlemesi ve hâlihazırda, diğer hükümlülerle kıyasla cezalarının daha yüksek oranda bir bölümünü yatan siyasiler için bu oran daha da yükseliyor! yani herkes çıkacak, siyasiler kalacak, salgın adeta onlardan kurtulmanın bir aracı olacak. ve siyasilerin cezaları ağırlaştırılırken erkek şiddetinin önü açılıyor. daha önce, kapsam dışı bırakılacağı ısrarla vurgulanan erkek şiddeti failleri bir son dakika golüyle kapsanıyor. bu benim fikrim de değil, cuma günü gerçekleşen meclis adalet komisyonunun tutanaklarına baktım, iyi parti aksaray milletvekili ayhan erel, çocuk istismarcılarına indirim olarak yorumlanabilecek maddeler bulunduğunu, zaten kamuoyunda da ensarcıları çıkartmak için bir düzenleme yapıldığı izleniminin olduğunu söylemiş! erkeklerin cezaevinden kurtulduklarında daha önce dövdükleri, yaraladıkları kadınları öldürdükleri bilinirken bu adamlar o kadınlarla, istismar ettikleri çocuklarla aynı evde karantina altında yaşamak üzere salınacak! bu kabul edilmez bir durum.
yine tutanaklarda, tasarıya yedirilmiş ilginç ayrıntılar göze çarpıyor. örneğin, denetimli serbestlik uygulaması çerçevesinde bir kamu kuruluşunda çalışanlar, kurumun barınak sağlaması halinde denetimli serbestlik sürelerini orada geçirecekler. ikinci hapis yani!
ama konu bunlardan ibaret değil bence. toplum da, devlet de aslında cezaevinde olan insanları umursamıyor. onları adeta toplumun “atığı” sayıyor. birçok solcunun da sadece siyasi mahkumların durumuyla ilgilendiğini görüyoruz.
alman solunun, türkiye’de “adli” olarak tanımlanan suçlarla ilgili “toplumsal” terimini kullandığını öğrendim geçende. bu çok isabetli bir tanım çünkü bu insanların çok önemli bir kısmı toplumsal sebeplerle suç işliyor. (tekrar edeyim, erkek şiddeti bunun dışında çünkü bir egemenliğe dayanıyor) türkiye’nin önemli bir kısmı bugünlerde kapalı kalmanın ne kadar zor olduğunu fark etti. mahkum olmak, hiç çıkamamacasına kapalı kalmak demek, bu başlı başına ağır bir ceza. kalınan yerin koşulları ve baskı fazladan ceza oluyor. ve herkes cezasını insani koşullarda çekme hakkına ve daha önemlisi yaşama hakkına sahip.
o yüzden, öncelikle insan hakları örgütlerinin, infaz ya da genel olarak cezaevleriyle ilgili söylemlerini oluştururken herhangi bir suça ya da mesleğe vurgu yapmaması gerekir, bence. “terör” adı altında tanımlanan suçlar arasında bir fark olduğu ve hakların kullanılmasında bu farkların herhangi bir sonucunun olabileceği varsayımı, insanların kanun önünde eşit olduğu ilkesiyle dahi çelişiyor. siyasi amaçlarla yürüttüğü faaliyetler için yargılanmış herkes siyasi suçludur ve daha önemlisi eşit ve adil koşullarda yargılanma, insani koşullarda hapis yatma ve yaşam hakkına sahiptir; ister yasadışı bir örgütün mensubu olsun, ister bağımsız bir gazeteci! gazeteci örgütleri meslektaşlarını odağa alan kampanyalar düzenleyebilir ama insan hakları örgütlerinin bu türden ayrımlar çizmesi doğru değil. çok yaygın bir pratik olduğu için vurgulamak istedim.
hdp’nin birçok seçmeni, üyesi, seçilmişi bugün cezaevlerinde, önemli bir kısmı komplo denebilecek davalarla hapse atıldı. hdp’nin bu insanlara sahip çıkması ve genel olarak siyasilerin infaz kapsamına alınmasını talep etmesinden normal bir şey yok. ama toplumun tamamına vaatleri olan, toplumsal bir değişim hedefleyen bir parti, adli olarak tanımlananlar da dahil olmak üzere bütün mahkumların durumunu dikkate almak zorunda. ayrıca unutmayalım ki, o adli mahkumların önemli bir kısmı yoksulluk yüzünden suç işlemek zorunda kalmış insanlar. bunların ciddi bir kısmı, kürt oldukları için yoksullaşmış, göçe zorlanmış, eğitimsiz, mesleksiz kalmış. ve yoksulluk da, kadın özgürlüğü de, kürt meselesi de siyasetten, siyasal müdahaleden ibaret değil.