Kimi hadiseler var ki tarihin belleğinde sonsuza kadar taze kalmalı, zamana yenilmemeli, eskime bilmemeli. Bu hadiseler ibretliktir, ders almalıktır. Küçük ya da büyük olmaları değil önemli olan, etkileri ve içerdikleri anlamdır onları özel kılan.
Tarihe mal olan unutulmayan hadiseler insanlık için birer yol gösterici ve rehberdirler. Onlar üzerinden insanlık rotasını şaşırmadan yoluna devam eder. Böylesi hadiseleri unutturmamak hafızalarda diri tutmak tarihe ve insanlığa karşı sorumluluktur. Tarih boyunca bu türden hadiseler fazlasıyla yaşandı. Yaşanmaya devam edecek.
Yakın zamanda yaşanan bir olay da bu türden bir olaydı. Suruç’ta katledilen baba ve iki oğlu hadisesi… Bu olay üç canın katledilmesi, üç bedenin toprağa düşmesinden ibaret bir olay değil. Bunu böyle göremeyiz. Bu olay bu ülkede hukuksuzluğun, keyfiliğin ne boyutlara ulaştığının göstergesidir. Gücün pervasızca kullanıldığının ve bunun karşısında duran kim varsa katledilebilirliğinin tezahürüdür. Bütün gayrı meşru ilişkiler ağının içinde olanların hiçbir hukuk, değer ve kural tanımadığının ispatıdır.
Sırtını iktidara dayayanların istedikleri gibi davranabileceğinin açık delilidir. Muhalif olmanın suç olduğunun ve bu suçun bedelinin gerektiğinde can olduğunun vesikasıdır. İktidarın yanında olununca her şeyin mubah ve meşrulaştığının belgesidir.
Suruç cinayetleri bu ülkede hiçbir muhalifin can güvenliğinin olmadığını gösteren hadisedir. Farklı bir tercih ortaya koymanın, istendiğinde, bedelinin keyfilikle ödetilebileceğini karşımıza çıkaran acı bir hadisedir. Bütün muhaliflere gözdağı vermenin olayıdır. Herkese ayağınızı denk alın mesajıdır. Hukuk ve adalet denen mekanizmaların işlemediğinin; bunlara güvenerek muhalefet etmenin size güvence olamayacağının ilanıdır.
Muktedirler çok açık ve net mesajlar verirken, hukuk ve adalet ilkelerini hiçe sayıp keyfi muamelelerle icraatlerini sürdürürken muhalifler ne yapıyor? Ortaya konulan muhalefet tarzı, üslup ve yöntemi yeterince caydırıcı olabiliyor mu? Muhalif kitlelere güven ve cesaret telkin edebiliyor mu? Aslolan budur.
Suruç’ta katledilen insanların aileleri canlarıyla birlikte umutlarını da yitirdi mi? Bunu yitirmişlerse o zaman her şey bitmiş demektir. Güvenleri sarsılmışsa, biçare olduklarını düşünmeye başlamışlarsa o zaman sadece üç can değil öldürülen, öldürülen hepimizin tüm umutları, güveni ve geleceğe olan inancıdır. Suruç’lu Şenyaşar Ailesi’nin içinde olduğu psikolojik durum hepimizi ilgilendirir. Onların hali bizim geleceğimizin belirleyenidir. Geleceğimizin nasıl olacağını onların haline bakarak görebiliriz.
Şenyaşar Ailesi yalnız ve kimsesiz bırakılmamalıdır. Onların yanında olunduğunu bütün insanlık değerleri adına mücadele edenler bir araya gelip göstermelidir. Yaşadıkları travma sadece bir ailenin travması değildir. Bu hepimizin travmasıdır. Bu şekilde yaklaşılmalıdır.
Hesabı sorulmayan her bir hadise, unuttuğumuz her bir olay, yeni olayların yaşatılmasına kapı açıyor ve olanak veriyor. Roboski unutulmasa, birinci Suruç katliamı unutulmasa ikinci Suruç katliamı olabilir miydi?
Hesabı sorulmayan, hukuk önünde hesaplaşılmayan her bir hadise yeni hadiselerin hazırlayıcısıdır. Ya yenilerinin yaşanmasına seyirci kalırız; ya da yaşananların hiçbirini unutturmadan yenilerinin önüne geçme olanağına sahip oluruz. Unutmayalım ki hukuksuz davrananlara cesareti hukuk ve adalete inananların sindirilmiş tavrı verir. Biz sindikçe onlar daha da cesaretlenecektir.