Rusya’nın geniş stepli coğrafyasını bırakıp daha önce hiç adını duymadığı Süleymaniye’ye geldiğinde neyle karşılaşacağını bilemez haldedir. Heybesinde sadece sevdiği insan ile paylaştığı siyasi düşüncenin dışında başka hiçbir şeyi yoktur. Lidya yaşamını ‘zor ama güzelliklerle dolu’ diye tanımlıyor
Moskova’da doğan Lidya kimliğinde geçen soyadını kullanmıyor. Komalayê Rencdaran saflarında BAAS rejimine karşı savaşan Şehit Aram (Şasuwar Celal Seyîd) ile evlendikten sonra geldiği Kürdistan’da yeni bir soy isim edinir. Kendisini Lidya Şasuwar olarak adlandırıyor. “Aram’ın anısına bağlıyım ve bu nedenle o şehit düştükten sonra da bu toprakları terk etmedim” diyor.
Lidya Kürdistan’a dair duygularını şöyle anlatıyor: “Rusya’da doğdum ama yaşamımın büyük bir bölümünü Kürdistan’da geçirdim. Rusya’ya da Kürdistan’a karşı da aynı duyguları besliyorum. Kürt değilim ama Kürdistanlıyım. Örneğin Mewlewî Caddesi’ne gittiğimde orada yaşayan insanların hikayelerini bilmek istiyor, hissettiği duyguları hissediyorum. Piremegrun dağlarından geçtiğimde orda yaşayan insanlarla ortak olabiliyorum. İnsan iki kimlikle yaşayabilir. Ben iki vatana sahibim, bu beni bir tercihe zorlamamalı” diyor.
Rusya’daki anılarını anlatmasını istediğimizde “2. Dünya Savaşı sona erdiğinde dünyaya geldim. Hitler’in saldırıları sonucunda Rusya birçok şeyini kaybetmişti. Yaşamımızı zorluklar içinde geçirdik. Gaz lambamız dahi yoktu. Biraz yağ koyduğumuz bir kutu yapmıştık, içine pamuklu ip batırmıştık, onun ışığında ders çalışıyordum. Ekmek için sıraya girer, uzun bekleyişlerin ardından ekmek alabilirdik. Tabii Rusya’da ekmek o zaman gramajla satılırdı. Kürdistan’daki gibi tandır ekmeği yoktu, büyük kalıplar halindeydi. Sıraya girer kaç gram istiyorsak onu söylerdik. Büyük makaslarla kesip verirlerdi. Un yılda sadece iki kez dağıtılırdı; 17 Ekim’de devrimin yıldönümünde ve 1 Mayıs İşçi Bayramı’nda. Ailedeki kişi sayısına göre verilirdi. Ailemiz dört kişilikti ve bize 12 kilo un verilirdi. O zamanlar sadece hamur işleri yapılırdı. O unu aldığımızda annem bize börekler, çörekler, kekler yapardı. Büyük zorluklar içinde geçse de yaşam çok sade ve birbirine bağlıydı. Öğretmenimiz annemiz gibiydi. İlk okul birinci sınıfa giderken, iki kez bulaşıcı hastalığa yakalandım. Rusya’da çocuklar böyle hastalıklara yakalandığında hemen hastanede karantinaya alınır ve tedavi edilirdi. Başarı bizim için çok önemliydi. Geleceğini kurgulamak, umut etmek…” diye anlatıyor.
‘Atuxan kaygılarımı giderdi’
Adını hiç duymadığı bir halk ve hiç bilmediği coğrafyaya nasıl geldiğine ilişkin de şunları anlatıyor Lidya: “Kürtlerin bile adını duymamıştım. Üniversiteyi bitirdim, İngilizce eğitimi alıyordum. Şehit Aram ile Rusya’da tanıştık, o da orada eğitim görüyordu. Evlendik. Çevremdekiler, tanıdıklarım Kürtlere ve Kürdistan’a dair iyi şeyler anlatmıyorlardı. Kadınların baskı altında olduğu anlatılıyordu örneğin. Bu beni kaygılandırsa da sevgime güvenerek ilk önce Bağdat’a geldik. Çünkü eşimin ailesi de önceleri Bağdat’daydı. Eşimin annesi Atuxan, gülleri çok severdi. Yaşadığı yeri mutlaka gül bahçesine çevirirdi. Düşünsenize ben o bahçede bir sandalyede oturmuş ‘Savaş ve Barış’ kitabını okuyordum. Atuxan benim tüm kaygılarımı silip süpürdü. Atuxan’ın yanında yaşam hemen planlanırdı. Tam bir içişleri bakanı gibi hızlıca yaşamı planlar ve işleri yürütürdü. 1973 yılında üç dört ay Bağdat’ta kaldıktan sonra rejimin baskıları sonucu Silêmanî’ye kaçmak zorunda kaldık.” BAAS rejiminin baskılarına karşı hazırlık içerisinde olan Lidya ve ailesi Süleymaniye’ye yerleşirler. Eşi Komalaya Rencdaran’ın üyesi, bir kardeşi de Mele Mustafa ile birlikte hareket etmektedir. Aram’ın peşmergelik yaptığı dönemde kendisi de dağlara gitmeye hazırlanan Lidya’ya öncelikle dağları ve köy yaşamını anlatmaları gerekmiş. Eşinin babasını, Baba Celal olarak isimlendiriyor Lidya. “Baba Celal, benim için büyük bir güçtü” diyor ve anlatmaya devam ediyor: “Bizi Kürdistan’da bir yere götürdü. Yöresel elbise giymiştim. Beni ata bindirmek istemişti. Atın eyeri de yoktu. Zor bela binmiştim. O dönem uçaklar Kürdistan’ı vuruyordu. Uçaklar geldiğinde ‘İn attan, kaçmamız lazım’ dedi. Çok zor bindim, bir daha binemem dedim. Attan inmeden büyük bir kayanın altına bizi saklamıştı.
Rus napalmları altında
Hacı Umran ve Çoman arasında yer alan Derbendirayet köyüne yakın bir yerde kalıp peşmergelik yaptık. Kocaman bir ceviz ağacının gölgesine çadır kurmuştuk. Yakınımızda yaşlı bir kadının işlettiği bir değirmen vardı. Erkeklerin hepsi kaçağa düşmüştü. Kış gelince artık çadırda edemez olmuştuk. Küçük bir ev kiraladık. Bir gün herkes çalışmaya gitmiş ve ben evde tek kalmıştım. Cezayir Anlaşması imzalanmak üzereydi. Bu ara süreçte hava saldırıları da yoğundu. Henüz anlaşma imzalanmadığı için Kürdistan şehirleri ve köylerine hava saldırıları yapılıyordu. Uçaklar geldi, belli ki hava saldırısı yapacaklardı. Gideceğim herhangi bir yer yoktu. Yönümü dağlara verirsem kurtulabilirim diye düşündüm. Uçaklar napalm bombası atıyorlardı. Yüz metre ötemde patladı. Bir an Rus uçaklarıyla, Rus napalmlarıyla Kürdistan dağlarında Rus kadını yaşamını yitirecek diye düşündüm” Lidya, 1992’de yerel hükümet kurulunca, BAAS rejiminin kararnameleriyle görevinden siyasi nedenlerle uzaklaştırılan herkesin göreve dönmesine karar verdiğinde yeniden işine dönüyor. Öğrencileriyle çok özel olarak ilgileniyor ve birçok gencin eğitiminde önemli rol üstleniyor. Emekliliği ardından Güney Kürdistanlı engelli çocukların eğitimi ile ilgilenen bir sivil toplum örgütünde eğitmen destek bölümünde çalışma yürütüyor.
Dağlar daha güvenli
1975’te Cezayir’’de Irak ve İran anlaşmaya varır. Buna göre Mustafa Barzani öncülüğündeki peşmerge güçleri “Aş Betal” denilen savaşı durdurur. Kürt tarihinde büyük kazanımların kaybedildiği süreç olarak geçen bu dönemde kimileri İran’a göç eder, kimileri ise gittikleri kırsal köylerden şehirlere döner. Lidya ve ailesi de Süleymaniye’ye döner. Lidya, Süleymaniye Üniversites’inde görev alır. Ama “Aş Betal” sürecinin kapanmasının ardından Şehit Aram’ın gerçek kimliği açığa çıkar. BAAS rejimi Lidya’yı tehlikeli biri olarak kayıtlara geçirir. Bu nedenle üniversite başkanı korkuya kapılıp Lidya’nın evine birisini gönderip tutuklanabileceği haberini iletir. Haberi tekrar peşmergelik yapmaya başlayan Şehit Aram da alır ve şehirdense Lidya için dağların daha iyi olacağını düşünür. Sonrasını Lidya’dan dinleyelim: “Üniversiteden gelen bu haber üzerine çalışmaya gitmedim. Aram zaten yönünü dağlara vermişti. Bu haberleri alır almaz, beni dağa getirmesi için bir peşmergeyi görevlendiriyor. Ancak o peşmerge evimize geldiğinde herkesi tek tek gösterip, ‘Bunu götürürüm, bunu götürürüm’ dedi. Ama sıra bana gelince, ‘Bunu götüremem, kontrol noktasından geçemeyiz’ dedi. Bu olaydan kısa bir süre sonra Aram şehit düştü.” Kürdistan’daki yaşamını “Çok zordu ama güzelliklerle doluydu” diye tanımlayan Lidya, Rusya’da 1983 yılında gittiğini, daha sonra çıkan Irak-Kuveyt savaşından dolayı yıllarca gidemediğini söyledi.
Esra Mikyaz/Süleymaniye-Yeni Özgür Politika