“Seksen bir milyonluk bölünmez bir bütünüz”, “seksen bir milyonluk yüce milletimiz”, “seksen bir milyonu kucaklıyoruz” gibi hamaset dolu lafları duyanlar gerçekten uluslaşma sürecini tamamlamış koca bir millet var sanırlar. Aslında durum hiç de öyle değil, herkesten önce bu lafları edenler bu seksen bir milyonu bölük bölük ayırıyorlar. Seksen bir milyonun %51’inin, kalan %49’unu düşman bellemesine yol açtılar. Mitinginde “işte millet burada, gerisi illet” diyerek kendilerine oy vermeyen, muhalefet eden herkesi milletin dışına çıkardılar.
15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra ilan ettikleri ve gelmiş geçmiş sıkıyönetimlere rahmet okutan OHAL rejimini iki yıl sürdürdüler, Anayasa referandumu ve 24 Haziran seçimlerini eşitsiz ve hukukun askıya alındığı bir biçimde yaptılar, meşruiyetlerini tartışılır hale getirdiler. 19 Temmuz’dan itibaren OHAL kalktı ama yerine getirilmekte olan rejim, OHAL’i de aratacak.
Nasıl aratmasın ki, 81 ilin 81 Valisi, 81 milyondan istediğini il dışına çıkarma, sürgün etme, dilediği yerde ikamete mecbur etme, bazı bölgelere giriş çıkışı tamamen yasaklama, işten atıp açlığa mahkum etme… yetkileriyle donatılıyor. Bu şartlarda OHAL kalksa ne yazar, kalkmasa ne yazar; OHAL, kalıcı rejime dönüp normalleştiriliyor.
Bir kere sağcısıyla solcusuyla herkes Kürtleri ayırıyor. “En iyi Kürt ölü Kürt” diyeninden “bu milletin, bu devletin ekmeğini yiyen hainler” diyenine kadar…Kürtler, sanki bu ülkenin kadim halkı değil de sonradan gelip sığınan bir toplulukmuş gibi davranıyorlor desem öyle de değil, sığınanlara tanınan ayrıcalıkların hiç birinden bu ülkenin yerli insanı yararlanamaz.
İkinci en büyük inanç grubu olan Alevilerin durumu meydanda, onlar da Kürtler gibi ayrıma tabi tutuluyor, vergileriyle geçinen koca Diyanet teşkilatı, onları yok görmenin ötesinde zaman zaman rencide edici davranışlarından kaçınmıyor.
24 Haziran seçimlerinden önce iktidar bloku, yani AKP, MHP ve BBP Cumhur İttifakı adı ile seçime birlikte girdi, TBMM’de çoğunluğu aldı ama AKP tek başına çoğunluğu sağlayamadığından MHP’nin ipoteği altında. Sayın Devlet Bahçeli, her dilediğini yaptırmak için Sayın Erdoğan’ı sıkıştırıyor. Başta istememesine rağmen Erdoğan hem adi hükümlülerin affına evet demek üzere, hem de “Reis bizi Afrin’e götür” diyen on-yüz binlerin hem de Kerkük’e gitmek üzere yola çıkmaya hazır olduğunu söyleyenlerin baskısına dayanamayıp bedelli askerliği kabul etti. Öyle ki bu tosuncuklar 21 veya 28 günlük bir eğitime bile razı olmuyorlar. On beş bini bulan askerlikten “yırtar”, bulamayanların “şehitlik” şansı artar.
Daha işin başı, bakalım ilerde Bahçeli’nin ne gibi talepleri olacak.
Tabii bu durumun Cumhurbaşkanını rahatsız ettiği muhakkak. Sanırım o da boş duracak değil. Bu günlerde İYİ Parti içindeki çalkantılar o bloka bol bol umut dağıtıyor.
Öte yandan seksen bir milyonun en az %49’u -ki kırk milyonu aşıyor- farklı bir havada. Önce bu %49, bermutad Kürtleri dışlayıp kendi aralarında Millet İttifakı’nı kurup daha küçülmeyi kabul etti. Kürtler milletin parçası değildi çünkü.
Kürtler bundan rahatsız oldu mu?
İttifakın ilkeler bazında kurulduğunu ve seçimden sonra da sürdürüleceğini yemin billah söylemelerine rağmen seçimin hemen ertesinde itirazlar başladı. İYİ Parti’de, “yok, tek başımıza girsek daha fazla oy alırdık”, “yok teröristlerle bir olduk”, “yok Kürtlere laf edetmedik” gibi bahanelerle ittifakın bozulduğu ilan edildi.
İttifakın diğer ortağı Saadet Partisi de aynı kervana katıldı. İYİ Parti bununla kalmadı. Partideki çalkantıların giderek artması üzerine geçtiğimiz günlerde yapılan genel toplantıda Genel Başkan Sayın Meral Akşener istifa noktasına geldi, ancak ikna edilerek istifadan vazgeçirildi. Buna karşılık Sayın Akşener, kurultay kararı alarak genel başkan adayı olmayacağını ilan etti. Bunu pes edip kaçma olarak niteleyip İYİ Parti’nin sonu diyenler de oldu. Sanırım Meral Akşener, “Şah!” dedi. Çünkü şu an partide genel başkan adaylığı hazırlığı içinde olan kimse yok henüz. Potansiyel adaylar Ümit Özdağ ile Koray Aydın’ın çok kısa süre içinde aday olmaları mümkün olmaz. Nitekim taktik de tuttu, iki ilçe başkanı kendisini Genel Başkanın kapısında zincire vurdu ve partide Akşener’in yeniden oybirliği ile aday gösterilmesi yolunda hummalı bir faaliyet var. Daha çok liste küskünlerinden oluşan ve dağınık olan parti içi muhalefet çok cılız şimdilik. Ancak dışarıdan gelecek hamleler bir sonuç verir mi, bilemeyiz.
1950’den bu yana kısa koalisyonlar dışında hep muhalefette kalan CHP’de ise sular bir türlü durulmuyor. Sayın Kılıçdaroğlu, hep seçim kaybetmesine rağmen istifayı düşünmemekle suçlanıyor. Muhalifleri, 24 Haziran seçimlerinde oyu düşmesine rağmen kendisini başarılı saymasını eleştiriyorlar,
CHP ve Sayın Kılıçdaroğlu bir yandan seçimlerin meşru olmadığını ileri sürüyorlar, diğer yandan o seçim sonuçlarının gereğini yerine getiriyorlar. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu?
Yargıtay’ın tutuklu Milletvekili Sayın Enis Berberoğlu’nun tekrar seçilmesiyle Anayasa gereği dokunulmazlığa yeniden kavuştuğunu kabul etmeyip tahliye istemini reddetmesi üzerine eylem kararı alan MYK, bu sefer itirazın sonucunu beklemeye karar verdi. Daha önce iki HDP Milletvekili hakkında tahliye isteminin reddi kararı sanırım CHP’lilerin kulağına gitmedi ki o konuda laf etmediler.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde partiden yüksek oy alan Sayın Muharrem İnce, “24 Haziran akşamı elli bin avukatla YSK’nin kapısında nöbet tutacağım” dedi, sabaha kadar nerede olduğu öğrenilemedi. “Beni aday gösteren Kılıçdaroğlu’na karşı aday olmam” dedi, ailece gittikleri yemekte “Genel Başkanlığı bana bırak, sen grup başkanı ol” önerisinde bulunduğunu söyledi. Kabul edilmeyince kurultay için imza toplanmaya başlandı. Kurultayın toplanıp toplanmayacağı bugün yarın belli olur. Kurultay toplansa da toplanmasa da CHP’nin iç karışıklıkları devam edecek. On ay sonraki yerel yönetim seçimlerine nasıl hazırlanacak bu hay huy içinde, bilinmez.