Dünya şehirleşiyor, kentleşme oranı yüzde 54’e erişti. Kent nüfusu, kır nüfusunu aştı. Dünya şehirleşme oranının 2050 yılında yüzde 66’ya ulaşacağı hesaplanıyor. Kentleşiyor, kentleştikçe modernleşiyoruz(!)
Türkiye’de şehirleşme oranı Büyükşehir Yasası’na göre yüzde 90 civarında. Yasanın sonuçları henüz gerçekleşmediği için hali hazırdaki şehirleşme durumumuz yüzde 77’lerde. Endişeye gerek yok, şehirleşme konusunda yerimizde saysak bile dünya ortalaması 2050 yılında bizi yakalayamayacak. Yüzde 11 gerimizde kalacak. Böyle devam edersek, 2050 yılında Türkiye’de şehirleşme oranı yüzde 88’i bulacak. Dünya ortalamasına yüzde 22 fark atmış olacağız. En modern ülkelerden biri olacağız(!)
Bununla övünelim mi, üzülelim mi o bize kalmış bir şey. Eğer övünüyorsak yükselen et, soğan ve patates ile diğer ürünlerin fiyatının artmasına itiraz etmeyeceğiz. Ürünlerin kimyasal kalıntılı olmasına söz söylemeyeceğiz.
Yok, eğer yükselen et, soğan, patates ve diğer ürünlerin fiyatlarından memnun değilsek şehirleşmeyi durduracak, kıra dönüşü sağlayacak -üretim odaklı- politikalar üretecek ve uygulayacağız.
Peki, nasıl olmalı bu politikalar?
En başta üretimi özendirecek ve kırsalda yaşayanların refah seviyesini artıracak ve kırsalın sosyal yanını geliştirici/güçlendirici olacak.
Yapmazsak ne olur?
İlerde ne olacağımızı bilemem, ama bugün uyguladığımız -üretim değil ithalat endeksli- politika ürün fiyatlarını aşağıya çekmiyor. Yükseltiyor. Bu da geleceğimizin bu günden daha iyi olmayacağını, daha kötü olacağını muştuluyor(!)
Ne yapıyoruz da gıda fiyatları yükseliyor?
Üretmiyor, ithalat yapıyoruz, ama ürün fiyatları düşeceğine yükseliyor. Üstelik bu süreçte üretim daha fazla düşüyor.
Bakalım.
2017 Ocak- Mayıs döneminde 6, 9 milyon dolar kırmızı et ithal etmişiz, 2018 Ocak- Mayıs dönemindeki kırmızı et ithalatımız 122.1 milyon dolara fırlamış.
İthalat fiyatı düşürdü mü?
Ne gezer, yükseltti. Ona da bakalım. Geçtiğimiz yıl bu zamanlar koyun eti fiyatı 41 TL’nin biraz üzerindeyken, şimdi 50 TL, dana eti 39 TL idi, bugün 43 TL’yi aştı.
Peki, bitkisel üretimde üretimi artırabiliyoruz mu?
Maalesef onu da ithalat yolu ile çözmeye çalışıyoruz. Gelin buna da bir göz atalım.
2017 yılında hububat ithalatına 1 milyar 696 milyon dolar, mısıra 429 milyon, pirince 149 milyon, pamuğa 1 milyar 676 milyon dolar ödemişiz.
Kuru fasulye, nohut, mercimek, yağlı tohumlar, küspeler gibi ana kalemler ve burada yazmaya gerek görmediğim daha birçok tali kalemleri ithal etmiş, ülke ülke, şirket şirket döviz saçmışız. Sıra üretici çiftçilerimize gelince elimiz bir türlü cebimize varmamış.
Önemli mi?
Yok, canım, denizde kum bizde döviz. Üstelik şehirleşiyoruz, (modernleşiyoruz) önemli olan bu. Ama ürünler ilaç kalıntılı hasta ediyor. Olsun, tarımda şirketleşiyoruz siz asıl ona bakın.
Bak şirketler kıra gidiyor, giderken eli boş gitmiyor, medeniyet götürüyor. Köylüler de kente geliyor, şehirleşiyor, modernleşiyor(!)
Hem ne güzel, bundan böyle üreticiler/çiftçiler değil, şirketler karnımızı doyuracak. İlaç kalıntılı da ne demek? İlaç kalıntılı ürünler bize bir şey yapmaz. İlaç dediğin bizden büyük mü ki, bizi yensin?
Evham yapmaya da endişeye de gerek yok. Şehirleşelim, üretime geçit vermeyelim, ithalatı artırarak döviz saçmaya devam edelim(!) Çiftçiler, köylüler yerine şirketleri besleyelim ki şehirleşelim, modernleşelim.