Vahşileşen kapitalizmin yüzünü maskeleyip sanki hayvanlar hastalıklı, doğa kötü ve insanlık vahşileşti algısı yaratıyorlar. Oysa bu kapitalizmin virüsüdür. Buradan çıkış Demokratik Modernite’dir
Ercan Sevmez
1 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Hubei bölgesinin başkenti Wuhan’da koronavirüs (Covid-19 tipi bir virüs) ortaya çıktı. Kişiden kişiye hızla bulaşma özelliğine sahip ölümcül bir virüstür. Kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. Dünya genelinde vaka sayısının yaklaşık 1 milyonu, ölü sayısının da 60 bini aştığı ve hızla bu sayıların artmaya devam ettiği bilinmektedir.
Tarihte buna benzer onlarca salgın hastalık meydana gelmiştir. Ölüm ve vaka oranı itibariyla en ölümcül virüs salgın tipler; Atina Vebası (MÖ 429-426) 75-100 bin, Galen Vebası (MS 165-180) 5 milyon, Justinianus Veba Salgını (MS 541-542) 25-50 milyon, Kara Ölüm, Kara Veba ya da Büyük Veba Salgını (1347-1351) 200 milyon, Kanamalı ateş salgını (1576) 1 milyon, Veba (Orta Çağ’da 1347-1353) 120-150 milyon, Kolera (19. yy.) 6 milyon, İspanyol Gribi ya da İspanyol Nezlesi, (1918-1920) 50-100 milyon, AIDS/HIV (1960) 30 milyon, Hong Kong Gribi (1968-1969) 1 milyon insan hayatını kaybetti. 2000’li yıllardan sonra SARS, MESR, EBOLA, DOMUZ GRİBİ VE KUŞ GRİBİ gibi gripler de ortaya çıktı ve binlerce insan bu griplerden dolayı yaşamını yitirdi. Toplamda bugüne kadar 400 milyona yakın insanın öldüğü düşünülüyor.
Her dönemde, ortaya çıkınca her iktidar hazırlıksız yakalanmış, salgın virüsüyle baş etmek kolay olmamış ve yıllardır salgınlara karşı bir çözüm geliştirilememiştir.
Evrenin prototipi
21.yy.da koronavirüs ortaya çıktı. Sağlık sistemi çaresiz, yetersiz kaldı ve âdeta çöktü. Nasıl oluyor da bugün uzaya yolculuk yapmaya, başka gezegenlerde yaşam arayışı yapılır seviyeye gelinmişken, yapay beyinlerin üretimi yapılırken sağlık konusunda bir arpa boyu yol alınamamıştır. Evreni çözdüğünü, gezegenleri incelediğini ve dünyadaki birçok madde üzerinde inceleme yapıp mesafe aldıklarını söyleyen bilim dünyası bu tür salgınlar ve kronik hastalıklar konusunda neden çaresizdir? İnsan kendini tanımadan acaba evreni tanıyabilir mi? İnsan evrenin proto tipidir. Mikroskobik bakterileri yani hücreyi tanımadan, insan tanınabilir mi?
Tıp bilimi toplumsal bilim olmadan insan sağlığı konusunda hep yetersiz kalacaktır. Tıp bilimi ilaç firmalarının sermaye tekelindedir. Onun için ilaç tüketiminden kar sağlamayı hedeflemektedir.
5 bin yıllık sermaye düzeni olan Kapitalist Modernite’nin üç sacayağı vardır. Bunlar; Kapitalizm, Ulus devlet ve Endüstriyalizm’dir. Burada sistemin ana ekseninde insan/toplum yoktur. Sistem toplumun emeği üzerinde kurulmuş, denklemin ana amacı sermayenin büyümesi yani kârdır.
* Kapitalizm, sermayeci, mülkiyetçi, sermayeyi örgütleyen ve tüketici bir toplum hedefleyen, kapitalist modernite kültürü inşa eden akımdır.
* Ulus-Devlet, tek tip, milliyetçi, tekelci, homojen bir toplumu, belli sınırlar içinde devleti kutsallaştıran yasa ve kanunlarla yönetilen bir devlet sistemidir.
Endüstriyalizm, tüm elektrik-elektronik araç ve gereçleri, toplum sağlığını, doğaya olan zararlarını hesaba katmadan, önemsemeden, salt kâr hedefleyen kapitalist sanayiciliktir. Endüstriyalizm, sanayi ve endüstri değildir. Sadece sanayi ve endüstriyi çıkarına acımasızca kullanmaktır.
Kapitalist Modernite
Görüldüğü gibi Kapitalist Modernite özünde toplum yararını ve ekolojik bir yararı hedeflemiyor. Sadece burada toplum ve doğa acımasızca kullanılıyor.
Denklemde insan ve toplum yararına bir şey yoktur. Sadece sistemin kazanması ve büyümesi üzerine her şey inşa edilmiştir.
Bilimi tamamen kontrolünün altına almış ve kendi şirket ve holdinglerinin geleceği için kullanmanın dışında asla toplumun geleceğini düşünmezler. Yani pozitif bilim tamamen kapitalist şirketlerin tekelindedir. Pozitif bilim Kapitalist Modernite’nin dinidir. Bu din sadece toplumun kapitalist sisteme itaat etmesini ve toplumu buna inandırmayı amaçlamaktadır.
Bu nedenle sermayenin küresel çapta yayılmasını, gelişip büyümesini arzuladıkları için küreselleştiler. Küresel dünya sloganı bir palavradır. Dünyayı biz yönetiyoruz, en güçlü biziz, biz olmazsak siz bir hiçsiniz diyorlar. Kapitalizm bu söylemle toplumu kendine mahkum ve modern köle kılıyor. Eşyayı kutsallaştırıp şöhret ve ihtişam ile toplumun kendisine tapmasını ve bağımlı olmasını sağlıyor.
Mega kentlerin riski
Küreselleşmeyi iki türlü ele almak gerekir. Birincisi sermayenin küreselleşmesi ve ikincisi toplumsal küreselleşme olarak ayırmak lazım. Bugün yaşanan sıkıntı ve salgın tamamen küresel sermaye üzerinden yayılıyor. Koronavirüs (Covid-19), Küresel Kapitalizmin mega kentleri, büyük şehirleri, kocaman holding/şirketleri üzerinden kısa zamanda tüm dünyaya yayıldı. Bugün yüzbinlerle ifade edilen spor etkinliklerinin, sanat adı altında organize edilen ve kitlelerin bir arada izdiham yaratacak biçimde yapılan düzenlemelerin salgının bir kişiden aynı anda binlerce kişiye bulaşması üzerinde çok büyük bir riski vardır.
Salgının sermaye araçları, özelikle de para, metro, uçak ve toplu taşıma araçları üzerinden yayılımı daha hızlı oluyor. Sosyal mesafede insanlar oldukça yakın bir düzende yaşarken sistem insancıl olma yani sosyal olma konusunda o kadar uzak mesafelidir. Böyle bir sistemin insancıl, doğacı olması da gerçeklikten o kadar uzaktır. Mega kentlerin/şehirlerin sadece salgın hastalıklarda değil, depremlerde, sel vb. doğal afetlerde toplu katliam araçları olduğuna her felakette şahit oluyoruz. İnsanlık en büyük hastalığı kapitalist yaşam düzenin yerleşik mimarisinde kapıyor. Şehirlerin mimarisi nefes almaya imkân tanımayan, oksijensiz, doğa ile kopuk bir düzen ile inşa edilmiş. Zaten dikkat ederseniz tüm salgınlarda olduğu gibi bu salgın da nefes almayı zorlaştırıyor. Akciğerleri hedef alıp, iflas ettiriyor ve bugünün kent/şehirleri de toplumu nefesiz bırakıyor. Sistemin kendisi hastalıktır.
Ektiğini biçmek
Bugün hormonlu ürünler, sanayi atıkları, nükleer silah, atom bombası, nükleer santraller vb. ile kısaca endüstriyalizm birçok kronik hastalığın yaratıcısı olmuştur. Örnek olarak, tansiyon, diyabet, kolekstrol, kanser ve daha yüzlercesini sayabileceğimiz küresel hastalıklar türemiştir. Devasa dağ yığınlarına dönüştürülen mega şehirlerin çöplerinin ne gibi hastalık ürettiğini bilmiyoruz bile. Bu çöplerin üzerinde ekmek arayan binlerce insanın olduğunu biliyoruz. Zararlı fabrika atıklarının gelişi güzel atıldığı bu merkezlerin doğaya, ekosisteme nasıl büyük zararlar verdiğini artık bilmiyor değiliz. Gelişi güzel kozmetik ürünlerin doğaya olan zararları hepimizin malumudur. Küresel hastalık ve zararlı olan bunlardır. İklimi etkileyen, ekolojik zararlarının boyutu küresel ısınmaya yani iklim değişikliğine kadar giden bir tehlike artık tüm dünyanın sorunudur. Sosyo-ekonomik sonuçların ötesinde, dünyayı tehdit eden noktaya getiren endüstriyalizmdir. İddia edildiği gibi hayvanlardan direk geçmiyor, endüstriyalizmin atıklarından sonra insanlara geçen hastalıkları doğadan geliyormuş gibi söylemek gerçeği, hakikati gizlemektir. Doğayı bu kadar tahrip eden endüstriyalizm, doğadan ne bekliyor? Merhamet mi? “İnsan ektiğini biçermiş” deyimi tam da bunun açıklamasıdır.
Aşırı tüketim
Kapitalizm aşırı tüketen bir toplum ve obezite gibi hastalıklı bir nesil yaratmıştır. Dikkat edin hiçbir ilaç kesin çözümlü değil, sadece uyuşturan ve bağımlı hale getiren ilaçlar vardır. Bu hastalıklardan ölen insanların sayısı salgınlardan ölenlerden katbekat fazladır. Onun için toplumun “doğal ilaçlara” talebi daha çok yaygındır. Artık toplumun bu talepleri arttığı için bu piyasaya da el atmışlar. Sahte doğal ilaçlar diye sabahtan akşama kadar sözde TV kanallarında pazarlaması yapılıyor. Toplum nereye kaçıyorsa kapitalist sermaye peşinden kovalıyor. Çakma ve yapay bir sistem olarak böyle bir piyasa gelişiyor. Toplumun hâlâ şifayı muskadan, üflemeden, rüyalardan, şeyh, türbe gibi yerlerden aramasını çoğu zaman cehalet, gericilik olarak tanımlıyoruz. Oysa toplum mevcut kapitalist tıp biliminden umduğu şifayı bulmadığı için çareyi kendince böyle yerlerde arıyor. Tabi bu alanı fırsat bilip sömürenler de aynı sistemin zihniyetindendir. Toplumu yoksullaştıran, açlık sınırında tutan, ne karnını doyuran ne de öldüren, modern biçimi bugün asgari ücret adı altında bu düzenli karın tokluğuna çalışan küresel işçilerdir. Açlıkla terbiye edilen, aç bırakılan, açlıktan ölecek olanların yarasa, fare, at, yılan vb. hayvanları yiyen insanları dünyaya servis edenlerin amacının özünde insanlığı aşağılama, toplumun ahlakıyla alay etme, insanlığı vahşi gösterme olmadığını kimse inkar edemez. İnsan aç kalırsa her şeyi yiyebilir, bunu hepimiz biliyoruz. Garibanların, yoksulların, yetimlerin, çocukların özcesi toplumun ekmeğini, nafakasını, malını, rızkını ve sermayesini çalan kapitalist sistemden daha fazla vahşi, günahkar ve suçlu kimse olamaz herhalde. Burada vahşileşen kapitalizmin yüzünü maskeleyip sanki hayvanlar hastalıklı, doğa kötü ve insanlık vahşileşti algısı yaratıyorlar. Küreselleşen suç ve günah budur.
Ahlakın çöküşü
Toplumun en büyük harcı ahlakıdır. Ancak bugün sistem dini tekeline almış, din öncülüğünü eden tarikat, cemaat ve şahıslar iktidarlarla organik bağlar içine girmiş şahsi menfaat uğruna dini iktidarların günahına ortak eder hale gelmişlerdir. Oysa din toplumun inancı, imanı, maneviyatı, toplumun ve insanlığın arasındaki çimentosu olan ahlakın temsiyedir. Din toplumun ahlak ve maneviyatını güçlendirmiş olsaydı, bugün bu kadar toplum çöküntü içinde olmazdı. Din pazarlamacılığın toplumda yarattığı yıkım en büyük yıkımlardan biri olmuştur. Toplumun ayakta tutan en önemli direklerden biri inancıdır yani dinidir. Ama bugün sistem mabet yerleri iktidarların propaganda araçları haline gelmiştir. Toplum kendi inancını daha özgün ve tüm siyasi amellerden, siyaset araçlardan bağımsız ve özgür yaşamalıdır.
Doğal toplumda kadın ana özne iken, kapitalizm kadını tümden üretim ve yaşamdan soyutlayıp sadece metalaştırdı. Sistemi erkek egemen zihniyetin üzerine inşa etti.
DEVAMI YARIN…