Koronavirüs bütün insanlığı tehdit ediyor. Onunla mücadele ortak dayanışan, paylaşan ve tedbir geliştirmeyi zorunlu kılıyor. Kapsamı geniş olan salgına karşı mücadele de çok boyutlu olmalıdır. Küresel dayanışma ağlarını örgütlemeden, ülkesel, bölgesel, yerel düzeylerde de mücadele ağlarına ihtiyaç vardır. Mücadelenin en başarılı olma hali de yerel, yani en küçük yerleşim biriminde sonuca götürebilecek gerçeğidir. Zira sonuçta insan yerellerde ikamet ediyor.
O birimde yaşayanlar hem birbirlerini tanıyor hem de dayanışma ve çözüm ağlarını kolay örme kabiliyetleri yüksektir. Hemen hemen her şeyin kararının merkezden alındığı ve uygulamaya konulduğu şartlarda, mücadeleye katılım motivasyonunu zayıflatır, katılımcılığa ciddi engeller kor. Çünkü bu durum insanı nesneleştirir. Nesneleşme, anlamsızlaşma ve katılımda isteksizliğe yol açar.
Virüse karşı verilen mücadele öncelikle ahlaki ve vicdani bir meseledir. Onu ideolojik ve siyasal çıkarlar açısından fırsata çevirme ahlak ve vicdandan uzaklaşmadır. Yine fırsata çevirme adına devleti merkeze alan yaklaşım, tutum ve yönelimlere girmek, devleti yeniden reorganize etmeye çalışmak; bu temelde toplumu bölme “onlar ve biz” ikilemi içinde olmak ahlak ve vicdandan pek nasiplenmediğini gösterir.
Bu yönlü Türkiye’de epey pratikler yaşanıyor. Bunun sonuçlarının en bariz ortaya çıktığı alanların başında da cezaevleri geliyor.
Salgından dolayı infaz düzenlenme tasarısı Meclis’e sunuldu. Tasarı kanunlaşırsa ki, yasallaşması kuvvetle muhtemeldir. Bütün hükümlü ve tutukluların salıverilmesini hedeflemiyor. Devletin işine gelenler tahliye olacak, gelmeyenler de veya kendisi için tehlikeli addedilenler (onlar “terörist” yaftası takılananlardır) ise içerde tutulacaklar. Yani siyası tutsaklar içerde, ‘ölüm’ tehlikesi altında olacaklar.
Başta BM, Avrupa Konseyi olmak üzere uluslararası kurum ve kuruluşlar virüs tehlikesine dikkat çekerek salıverilmelerini istiyor. Özellikle de siyasal tutsaklar önceliklidir. Zira Türkiye’de hukuki yanı olmayan, siyasal mülahazalarla çok sayıda siyasetçi, insan hakları savunucusu, gazeteci, entelektüel tutuklu ya da hükümlüdür.
Cezaevleri mekânsal olarak virüsün bulaşma olasılığı en yüksek olduğu yerlerdir. Risk grubunda kabul edilen altmış yaş üstü yüzlerce insan bulunmaktadır. Binlerce tutsak 20-30 yıldır cezaevinde. Yine onlarcasının toplamda cezaevinde kalış süreleri 30-40 yıl arasıdır. Bu kesimlerin yaş grupları 50 ile 70 yaş üstüdür.
Cezaevleri biyolojik olarak insan bedeninin tüketildiği yerlerdir. Beş ile on yıl arası kalan birisi çeşitli hastalıklar yaşamaya başlar. 20 yıl, 30 yıl cezaevinde kalan birinin hastalıkları çok fazla artar. Adeta beden bir hastalık koalisyonu kuruyor. Koalisyon ince dengeler üzerindedir. Denge hassastır. Küçük bir müdahale onu bozmaya yeterlidir. Korona gibi bir salgın bu yanıyla cezaevlerini büyük risk altına sokuyor.
Yine cezaevleri gerek hijyenik yönüyle gerekse mekân olarak çok dar. Sosyal mesafeyi korumak mümkün değildir. Örneğin L Tipi diye tanımlanan cezaevlerini açarsak, tehlikenin boyutlarının anlaşılması daha kolay olur.
L Tipi cezaevi koğuşlarında 7 kişinin kalabileceği şekilde tasarlandığı söyleniyor. İçinde 7 adet hücre veya oda bulunur. Hücrede bir kişinin yatabileceği öngörülmüştür. Yine iki adet duş, iki adette tuvaleti vardır. Ayrıca ortak kullanım alanı olarak bir oda ve bir adet havalandırması bulunuyor. Bütün mekân budur. Şimdi bu koğuşlarda 25 civarında insan tutuluyor. Yatak odası olarak kullanılan hücrelere üç ranza atılmış ve toplam 6 kişi yatıyor. Altı kişinin aynı anda soyunup yatması mümkün değildir. Tek tek ya da ikişerli odaya girilebilir. Yatakta nefes alınıp verilirken sanki yüzüne üfürüyor, yani nefesin yatak arkadaşının yüzünde dans ediyor. Burada bir metrelik sosyal mesafe nasıl korunacaktır? İç içe olma durumu yaşanıyor. Başka da olanak yoktur. Diğer tüm kulanım alanları da dardır. Adeta üst üste yığılı bir yaşam vardır.
Tuvalet, banyo ihtiyaçlarını karşılayabilme de ciddi sorundur. Yeterli düzeyde sıcak ve temiz su bulunmaz. Yine duvarların sıvaları dökülüyor, oluşan yarıklar mikrop yuvalarına dönüşüyor. Özcesi mekânı hijyenik tutmak imkânsız. Beslenme ve diğer sorunlar da eklendiğinde sıkıntı daha iyi anlaşılır.
Sonuç itibariyle cezaevlerine salgının bulaşma olasılığı daha yüksektir. Hızla önlemler alınmazsa öngörülemeyecek sonuçları olur. Onlarca yıldır tutuklu olan, çeşitli hastalıklarla cebelleşen çok sayıda insana her an virüs bulaşabilir. Salgın bir bulaştı mı hızla yayılır demek abartı değildir. O açıdan cezaevleri meselesi ahlak ve vicdan sorunudur. En öncelikli önlem de cezaevlerini boşaltmak olmalıdır. Bu sadece cezaevinde olanların sorunu da değildir. Bütün toplumun sorunudur. Çünkü orada başlayan hayat yitimleri topluma da yansıma ihtimali çok yüksektir. Bunun da vebali büyüktür!