Yaşadığımız küresel salgınla ilgili birçok soru işareti kafamda dolanıp duruyor. Salgının Çin’in Vuhan şehrinde başladığı ve kısa sürede dünyayı kapsadığı söyleniyor. Bu söylem üzerinden salgına karşı önlemler geliştiriliyor. Bu kadar kısa sürede dünyayı kapsayan salgının Pekin, Şangay gibi Çin’in diğer kentlerinde hiç rastlanılmamış olması bir başarı gibi lanse edilse de benim bu sürece yönelik kuşkularımı ortadan kaldırmıyor. Elbette aksini söyleyecek herhangi bir veri elimizde yok ve bizlere sunulanla yetinmek zorundayız.
Aktarılanlardan tatmin olmamama yol açan şey dünyanın âdeta kanını emen kapitalizm şartlarında her türden kötülüğün her an karşımıza çıkma olasılığıdır. Çin’de salgının başladığı ve geliştiği günlerde ABD ve İngiltere gibi ülke muktedirlerinin salgına dair umursamaz tutumları dikkatimi çekmişti. Bugün bu ülkelerde salgın hızla gelişirken önlem adına ortaya konan tek şey Türkiye’de olduğu gibi şirketlerin çıkarlarını koruyacak adımların atılması bana çarpıcı geliyor. Elbette bunlardan başka bir şey beklemek yersiz ama salgın sonrasına yönelik büyük bir hazırlık içinde olduklarının da ipuçlarını veriyorlar.
Bu hazırlık salgın öncesi halin sürdürülmesi olmadığı aksine yeni bir sürecin başlatılması üzerine salgının bir kaldıraç olarak kullanılacağa benziyor. Önümüzdeki kasım ayında yapılması gereken iklim zirvesinin 2021 Kasımı’na ertelenmiş olması bu zirvelerde alınan kararların artık bir hükmünün kalmayacağını gösteriyor. Yani kapitalizm doğa yağmasında bir sınır tanımayacağı sürece girme eğiliminde. Koronavirüsü salgınının en büyük etkisi insanların akciğerlerine yönelik saldırısı. Ancak koronavirüsünden önce iklim değişimlerinin başlıca sorumlusu olan karbon yakıtlarının, madenlerin, kimyasal tesislerin yaydığı hastalıklarda bir kısıntıya gidilmeyeceğinin anlaşılması manidar.
Önlem adına insanlara evde oturun çağrıları yapılırken madenler, termik santraller, demirçelik işletmeleri, kimyasal üretimler yapan işletmeler vd. üretimde bir kesintiye gitmiş değil. Bu koşullarda işçiler bu sürecin kurbanı durumundayken halk ise atmosfere salınan kirlilik nedeniyle koronavirüsünün etkisine misliyle muhatap durumundalar. Türkiye’de ortaya çıkan enerji arz fazlası nedeniyle termik santrallere üretmedikleri enerji için açıktan ödeme yapmaya devam eden devlet halk sağlığı karşısında süt dökmüş kedi gibi.
Kocaeli’de virüs bulaşan bir işçi sonrası üretimi durduran işçiler, Valilik kararıyla zorla koronavirüsün kucağına itiliyor. Durum Türkiye’de böyleyken dünyanın diğer ülkelerinde farklı olduğunu sakın düşünmeyin. Evde kal çağrısı hizmet sektörü için geçerliyken diğer sektörler tüm dünyada kesintisiz olarak üretimlerini sürdürüyor. Bu durumda ise salgına maruz kalacak en büyük riskli kesim işçiler oluyor. Diğer yandan temel gıda gereksinimlerini ve birçok tarım ürününü ithalata bağlayan AKP iktidarının çiftçilere yönelik hiçbir destek vermeyeceğini açıkça izliyoruz.
Evde kal denilen köylülerin eve çekildiği saatlerde maden şirketleri Bursa Yenişehir’de görüldüğü gibi ağaç katliamını jandarma eşliğinde sürdürürken, Çanakkale, Balıkesir, Kütahya vd. bazı illerden de getirilecek olan maden cevheri için siyanür havuzları inşa etmeye çalışıyor. Diğer yandan ise enerji şirketlerine üretmedikleri kapasiteleri kadar her yıl milyarlar ödeniyor. 2020 yılının şubat ayı için enerji şirketlerine ödenecek tutar 134 milyon 706 bin 766.7 lira olması iktidarın hangi konuya odaklandığını gösteriyor.
Belediyelerin halktan yardım toplama girişimine engel olup bunu merkezi olarak yapacaklarını açıklamaları, geçmiş yıllarda deprem vergisi gibi paraların nereye kullanıldığını halen öğrenememiş olmamız ve dolayısıyla halkın yardıma muhtaç olduğu günlerde bağış toplamaya kalkışılması bize geçmişi hatırlatıyor. Değişen bir şey yok aslında mevcut sermaye yanlısı politikalarını azgınca sürdürüyorlar. Tek fark halkın eve kapatılmasıyla ortaya çıkıyor. Halkın dayanışma örgütlenme çabalarını iktidarın dayanışma çağrısının sulandırması ise bir başka problem.
Belediyelerin bağış toplama girişimiyle ortaya çıkan potansiyel rakamlar (rakama ulaşamadık ancak yüksek olmalı!) iktidarın en önemli ilgi alanına hitap ediyor. Bu rakam merkezi iktidarı, böyle bir parayı neden biz toplamıyoruz sonucuna ulaştırmış olmalı. Çünkü başka türlü olma olasılığı iktidarın geçmiş dönemde ortaya koyduğu fotoğrafla tezat oluştururdu. İktidarın dayanışma girişimleri sadece bir aldatmaca. Ancak halklar için birbiriyle dayanışma dışında hiçbir yol yok. Bugüne kadar yaşanan sermaye saldırılarına gelecek günler rahmet okutacak. Bu nedenle en geniş dayanışma ağları mutlaka kurmak ve yeni bir yaşamı ortaya çıkarmak zorundayız.