Herkes tanık edilirse suçlu aramızda rahat bir şekilde dolaşabilir. Bunun için mizansen bir mahkemede cinayeti aklayacak hukuk aygıtı hemen devreye girer. Hukuk hazır ve nazırdır zaten. Bakunin’e göre hukuk iktidarın fahişesidir. Yüzyılların eril yeniden üretimi hukuku bu kendi bakışından sakınmayacaktır. Sakınmadı da. Hukuk duvarlarda kocaman adalet salvoları, meşakkatli ve maaşlı yeni düzen cübbeleriyle bir temsiliyet, bir sıradan teşebbüs. Her şey nazır olduğuna göre hazır olan getirilsin.
Kutsalı da hakkaniyeti de palavra bir beka sorununa sığdırmaya çalışan devlet mantığı inandırıcı olmak için her şeyden kopya çekti. Yeminler ve şahitler ve düzmece iddialar kurnaz bir itinayla yargılama esnasında hazır edildi. Yeri geldi ilkesine ihanet etti, yetmedi yasasına başkaldırdı. Çünkü devlet bekası her yeri yer.
Hiçbir devlet kendini suçüstü yakalatmaz. Mazeretler sunar, yargıladığına çok gördüğü zamanaşımını kendine kalkan yapar. Devlet dediğimiz zaten zar atarken hilesini kurallara yedirmiştir ve sahasına giren herkesi yenilmiş saymıştır. Sürekli aklanmak zulmün mazotudur. En alt kimlikten, en az hasar alacağı yerden idmanlıdır ve buradan her yere yaymaya gayretlidir. Devlet zulmün en çalışkan aklandığı müessesedir.
Gabriel Garcia Marquez’in bilinen Kırmızı Pazartesi romanındaki ana tema Diyarbakır Sur’da gerçekleşti. Cinayeti canlı yayında izledik. Her halukârda bir anda şahit oluverdik. Öncesinde cinayete teşebbüsü teşvik için canlı yayında bir ferman ilan ettiler. Hrant Dink’in katledilme sürecinde izlenen yol tekrarlandı. Sonra insan hakları savunucusu, nice failli meçhul davanın korkusuz avukatı Tahir Elçi, tarihi Dört Ayaklı Minare’nin dibinde katledildi. Modern çağın çirkinliği değil de tuzağıdır hepimize göstere göstere öldürmek, yıkmak ve talan etmek. Cinayetler ve soykırımlar tanık olmadan iştahsız davranabilir çünkü.
Geçtiğimiz günlerde bu koronavirüs salgınından fırsatçılık devşiren bir mahkeme, Tahir Elçi cinayetini sulandırmak için bilime şirk koşacak bir karar verdi. 4 yıl 4 ay aradan sonra 41 sayfalık iddianame hazılayan mahkeme, aynı gün ölen 2 polisin olayını da davada birleştirdi. Sulandırmak ve perdelemek ilk hedef olduğundan araçlar ve izahatsız sebepler devreye konuldu.
İddianamede, Elçi’nin vurulduğu yerde, PKK’li olduğu belirtilen Uğur Yakışır ile Yakışır’ın yaraladığı sanık polisler S.T., F.T. ve M.S.’nin olduğu belirtildi. Polislerden hangisinin Elçi’nin ölümünden sorumlu olduğunun tespitinin mümkün olmadığına yer verilen iddianamede, “polislerin kuvvetli suç şüphesi altında oldukları” belirtildi sadece. Ayrıca iddianamede 2 PKK’linin silahından çıkan mermilerden birinin de Elçi’ye isabet etmiş olabileceği ileri sürüldü. Yani kimin cinayetin asıl şüphelisi olması gerektiğini daha önce Londra’daki bir kurulun açıkladığı bilimsel sonuç anında göz ardı edildi. Ayrıca iddianamede, Yakışır’ın “2 polisi öldürmek, ülke birliğini ve bütünlüğünü bozmaktan” 3 kez ağırlaştırılmış müebbet, Elçi’yi “olası kastla öldürmekten” 20 yıl, polis memuru S.T.’yi “öldürmeye teşebbüsten” 20 yıl, “izinsiz silah bulundurmaktan” 5 yıl olmak üzere toplam 3 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 45 yıl hapsi istendi. Ha, tepkilerin önüne geçmek için şüpheli polisler S.T., M.S ve F.T.’nin “Bilinçli taksirle öldürmeye sebebiyet verme” suçundan ayrı ayrı 2 yıldan 6 yıla kadar değişen hapis istemiyle cezalandırılmaları talebinde bulunuldu. Sömürgeci ceza hukuku terazisinde tartılan bu birbirinden farklı kıstasa kıstas ceza talebi, sonucunu ifşa etmek isteyen cezasızlığın ilk adımının ilanı ve kalanlara bir tehdittir.
Bugünlerde en üst yetkililerden işporta tezgahlarına kadar bangır bangır bağıran fırsatçılık mahkemeleri es geçecek değil. Bunda şaşılacak bir şey yok. Şaşırmıyoruz da, sadece unutmuyoruz. Gördüklerimizi ve hafızamızı bir kendi terazimize koyduğumuzda ceza nedir, öldürmek nasıl aklanır tek tek, tane tane kendini duyuruyor. Büyük şair Cegerxwîn’in yazdığı, Ciwan Haco’nun da bestelediği dillere destan bir şarkı var, adı Welatperestî. Ağıt olarak başlar ve makus talihi resmeder. Der ki şarkı; Zana û jîr im bindestê dijmin / Çiqas dijware ev reng bindestî. Tahir Elçi’ye uyarlarsak ve onu konuşturursak şöyle diyor: Biliyorum ve çalışkanım bu düşman sömürgesine. Ne kadar serttir bu sömürgenin rengi!