Görüşleri, dolayısıyla kendileri eskimeyen düşünürler vardır. Hatta okurun anlama düzeyine paralel, okuru her okumada daha da derine götüren eserler vardır. Hepimiz böylesi düşünür ve eserlerle karşılaşmışızdır. PKK Lideri Sayın Abdullah Öcalan’ın 5 ciltlik “Demokratik Uygarlık Manifestosu” eseri de öyledir. Bütünlüklü bir evren, toplum, yaşam, toplumsal doğa, toplumsal sorun, uygarlık ve karşı uygarlık çözümlemesi. Coronalı bugünlerde herkesin derinlemesine ihtiyaç duyduğu insanca, eşit ve ekolojik yaşamın nasıl yeniden inşa edilebileceğine odaklanan bir eser.
Hemen herkes tarafından ciddi bir sorgulamadan geçirilen mevcut kapitalist sisteme alternatif arayışında olanların, umutlu olmak isteyenlerin, yaşam sevincini yitirmek istemeyenlerin, yeni yaşam arayışçılarının mutlak surette okumaları gereken bir eser.
Bu külliyatın beşinci cildi olan ‘Kürt Sorunu ve Demokratik Ulus Çözümü’ adlı eserde: “Devlet özünde toplum ve iktidar arasındaki çelişki ve çatışmanın çerçevelenmiş, bazı temel kurallara bağlanmış ve meşruiyeti sağlanmış geçici ateşkes veya barış hali olarak da tanımlanabilir. Geçici ateşkes hali olarak devlet, henüz normları oluşmamış ve meşruiyeti sağlanmamış fiili devlet halidir. Barış hali olarak devlet ise normları oluşmuş, meşruiyeti sağlanmış (toplumla iktidar arasında sözleşmeye varılmış) devlet gerçekliğidir.” Geçen bu satırlar, Türk devletinin mevcut durumunu değerlendirmede iyi bir referans olabilir.
Devlet var oluşsal olarak iktidarcı zihniyetin ve eylemin bir ürünü olsa da nihayetinde iktidarcı güçler ile toplum arasındaki uzlaşı anlamına gelir. Özsel olarak birbirinden apayrı, çelişik ve çatışmalı olan toplum ile iktidarcı güçlerin birbirleriyle yaşayabilmelerinin aracı halkasıdır devlet. Yani ontolojik olarak birbirine karşıt olan toplum ile iktidarcı güçlerin -biri ortadan kalkıncaya kadar- bir arada yaşamaları çerçevesi belirlenmiş, normlara kavuşmuş devletle mümkün oluyor. Bu nedenle devlet toplum ile iktidar arasında bir yerde, bir tür uzlaşıcı karakterde olmalı ki istikrar olsun. Bu, Sayın Öcalan’ın ‘barış hali’, ‘meşruiyeti sağlanmış devlet gerçekliği’ dediği haldir.
Toplumla sözleşme yapmaktan imtina eden, topluma karşı duyarlılık göstermeyerek onu tanımayan durum ‘geçici ateşkes’ iken, bunun devlet biçimi ise ‘fiili devlet hali’ oluyor. Tek taraflı bir hakimiyet öngören ve toplum nezdinde meşruiyet krizi yaşayan bu halin, toplumsal doğanın refleksiyle karşılaşması, dolayısıyla ‘geçici ateşkes hali’nin ‘istikrarsızlık ve savaş hali’ne dönüşmesi kaçınılmazdır.
Nitekim kuruluş yıllarından itibaren toplumla sözleşme yapmaya yanaşmayarak, toplumsal doğadaki çoklu yapıyı tek’in içinde eritmeyi, yok etmeyi esas alan Türkiye Cumhuriyeti ‘sürekli savaş hali’ne, dolayısıyla ‘süreklileşen istikrarsızlık’a neden olmuştur.
Dönemin iktidar elitleri eliyle böyle kurulmuş olan bu devlet geleneği, bu karakterini pek değiştirmedi, ulus-devlet anlayışıyla davranmayı kendisi için var oluş hali olarak gördü. Bu gelenek ağırlıkta ‘savaş hali’ni, zaman zaman da ‘geçici ateşkes hali’ni yaşadı.
Ancak ne yazık ki mevcut iktidar tüm yetersizlikleriyle Türk Devleti’nde olan kısmi kurallı yapıyı bile ortadan kaldırdı. Mevcut durumda devleti kurallı kılan hukuk, tümden rafa kaldırılmış durumda. Her şey tamamen iktidarın söylem, istem ve eylemine göre olmaktadır. Devlet ve iktidar özdeşleştikçe, devletin meşruiyeti giderek daha fazla tartışılır hale gelmektedir. Öyle ki bu tartışmalar artık sadece Kürtler tarafından değil, sınırlı bir kesimin dışındaki tüm Türkiye toplumu tarafından da yapılmaktadır.
Bu, AKP-MHP iktidarının kuramsal olarak iktidar ile toplum arasında bir yerde olması gereken devleti, bu halden çıkardığı, tamamen kendi çıkarları temelinde araçsallaştırdığı anlamına geliyor.
Bu iktidarın o çokça bahsettiği ‘beka sorunu’ tam da bu tutum ve uygulamalardan dolayı gerçekleşiyor. İktidarın kendisini devletle bu kadar özdeşleştirmesi uzlaştırıcı devlet gerçeğini ortadan kaldırıyor. Çünkü kimse ama hiç kimse karşısında uzlaşmadan, diyalogdan, ortaklaşmadan yana bir iktidar görmüyor.
Her şeyi bildiği gibi yapan, yaparken kimseden görüş alma zahmetinde bile bulunmayan, kimseyi umursamayan, devlete sadece ve sadece kendisi gibi düşünenleri yerleştiren, diğerlerinin tümünü değişik gerekçelerle ayıklayan, bu yönüyle devleti kendisine ait kılan bir iktidarla karşı karşıyayız. Açık ki bu oldukça tehlikeli bir durumdur ve gidişat bunun değişeceğine ilişkin hiçbir emare taşımıyor.
Birlikte yaşam için asgari ölçülerde de olsa gerekli olan ‘topluma duyarlı devlet hali’ni tümden ortadan kaldıran bu tutum ve davranışların Türkiye’ye, mevcut olanı kat be kat aşan zararlar vermesi, ülkeyi daha istikrarsız hale getirmesi kaçınılmazdır… Mevcut iktidarla ülke büyük bir karanlığa doğru sürükleniyor…