28 Mart 2006’da Diyarbakır’da başlayıp birçok kente yayılan ve hafızalarda ’28 Mart protestoları’ olarak yer eden 6’sı çocuk 14 kişinin öldürülmesinin üzerinden 14 yıl geçti ancak failler hala ceza almadı
Diyarbakır’da Muş’un Şenyayla kırsalında kimyasal silahla öldürüldüğü belirtilen 14 PKK’liden 4’ünün cenazesinin defnedilmesi üzerine 28 Mart 2006’da başlayan ve “28 Mart Olayları” olarak hafızlarda kalan protestolarda, 14 sivil öldürüldü, yüzlerce sivil yaralandı.
Diyarbakır’da Mehmed Akbulut (18), Halil Söğüt (78), Tarık Ataykaya (23), Mehmet Işıkçı (19), Mustafa Eryılmaz (26), Emrah Fidan (17), Abdullah Duran (9), Enes Ata (6), Mahsum Mızrak (17), İsmail Erkek (8), İlyas Aktaş (24), Mardin’de Ahmet Araç (27), Sıddık Önder (22), Batman’da ise Fatih Tekin’in (3) yaşamını yitirmesi ile ilgili birçok dava da olduğu gibi cezasızlık politikası işletildi.
Erdoğan’ın açıklaması
Bölgedeki olaylara ilişkin açıklama yapan dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, gösterilere katılanları hedef göstererek, “Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun gereğini yapacak” dedi.
Polis iki kez beraat etti
Protestoların ardından adli makamlarca başlatılan soruşturmalardan Mahsum Mızrak’ın ölümüne ilişkin ancak 14 0cak 2010’da açılabilen dava ile Enes Ata’nın soruşturma dosyası 9 Aralık 2013’te birleştirildi. Böylece Mızrak ve Ata davasının birlikte ilk duruşması 8 yıl sonra 13 Mayıs 2014’te görüldü. Diğer 12 sivilin ölümüne ilişkin de “faillerin bulunması için daimi arama kararı” çıkartıldı. Diyarbakır 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde 12 yıl boyunca süren Mızrak ve Ata davasının 26 Nisan 2018 tarihli duruşmasında “Olası kastla öldürme” suçundan yargılanan sanık polisler Hayrettin A., Bilal Ö. ve Nuri Ö., delil yetersizliği gerekçesiyle beraat ettirildi. Yerel mahkemenin verdiği karara karşı Mızrak ve Ata’nın ailesi avukatları kararı istinafa taşıdı. Usul yönünden istinaf mahkemesince bozulan beraat kararının ardından yeniden yapılan 10 Ekim 2019 tarihli yargılamada sanık polisler ikinci kez beraat ettirildi. Mızrak ve Ata ailesi avukatları beraat kararını tekrar istinafa götürdü.
Deliller karartıldı, mahkeme görmezden geldi
Mızrak ve Ata’ya ait adli emanette bulunan “delillerin kaybolması” ve “delillerin değiştirilmesi” mahkemece tespit edildiği davada, Mızrak’ın kafasına saplanarak ölümüne neden olan gaz fişeğinin yerine adli emanette av tüfeği fişeğiyle değiştirildiği, Ata’nın ölümüne neden olan fişeğin ise yine adli emanette kaybolduğu ortaya çıktı. Ata’ya ait kanlı tişörtün herhangi bir mahkeme kararı bulunmadan polisler tarafından imha edildiği belirtildi. Dosya kapsamında Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü’nce 2015’te mahkemeye gönderilen bir yazıyla, olay gününe ait polislerin yaptığı bütün telsiz konuşma kayıtlarının imha edildiği tespit edildi.
AİHM Türkiye’yi mahkum etti
Yargı mercilerinin “faillerinin bulunması için daimi arama kararı” verdiği Mehmet Akbulut, Halil Söğüt, Mehmet Işıkçı, Mustafa Eryılmaz, Emrah Fidan, Abdullah Duran, Fatih Tekin, Ahmet Araç, Sıddık Önder, Tarık Ataykaya, İsmail Erkek ve İlyas Aktaş’ın ailelerinin avukatları ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “yaşam hakkı ihlali” maddesini düzenleyen 2’nci maddesi kapsamında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurdu. AİHM incelediği, Tarık Ataykaya, Halil Söğüt, Abdullah Duran ve Mehmet Akbulut dosyalarında Türkiye’nin “yaşam hakkını ihlal ettiği” ve “etkin soruşturma yürütmediği” kararı verdi. AİHM, Türkiye’yi binlerce Euro tazminata mahkum etti.
Olaylarda ağır yaralananlardan Abdullah Yaşa ve Hakim İpek dosyalarını da karara bağlayan AİHM, “yaşam hakkı ihlali” ve “işkence yasağı ihlali” kapsamında Türkiye’yi 2013’te Yaşa davasında 15 bin, 2015’te İpek davasında 10 bin Euro tazminat ödemeye mahkum etti. AİHM, Türkiye’yi defalarca mahkum etse de iç hukukta kimse cezalandırılamadı. Mahsum Mızrak davasında etkin soruşturma yürütülmediği gerekçesiyle AİHM, 18 Ekim 2016’da Türkiye’yi “yaşam hakkının ihlal etmekten” ve “etkin soruşturma yürütmemekten” suçlu bularak, Mızrak ailesine tazminat ödemesine karar verdi.
‘Failleri tespit edecek deliller vardı’
AİHM kararları ve Türkiye’de yürütülmeyen etkin soruşturmayı dava avukatlarından Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FİDH) Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Diyarbakır Şube Başkanı Abdullah Zeytun, Mezopotamya Ajansı’ndan Aydın Atay’a değerlendirdi. 28 Mart olaylarında öldürülen 14 siville birlikte yüzlerce insanın işkence ve kötü muameleye maruz bırakıldığını anımsatan Zeytun, ancak hiçbir kolluk görevlisinin şimdiye kadar cezalandırılmadığının altını çizdi. Zeytun, davanın bilerek dosya sürüncemede bırakıldığını ve failleri rahatlıkla tespit edebilecek deliler dosyada olmasına karşın mahkeme süreci uzattığını ve tevsi tahkikat taleplerini reddettiğini söyledi. Zeytun, iç hukuk yollarının tükenmesiyle dosyayı AİHM’e götüreceklerini vurguladı.
‘Birey ve toplum, devlet karşısında korumasızdır’
FİDH Genel Başkan Yardımcısı Reyhan Yalçındağ ise, “28 Mart olayları, bu halkın asla unutmayacağı olaylardan biri olduğunu söyleyerek, “Temel mantık, sürekli biçimde devleti, bireye karşı koruma refleksidir. Tüm otoriter rejimlerde olduğu gibi burada da aynıdır. Oysa ki aslolan yurttaşın güvenliği, yaşam hakkı olmalıdır. Hukuk, devleti bireye karşı korumak yerine, bireyi devlete karşı korumalıdır. Ancak bugün de devam ettiği üzere, birey ve toplum, devlet karşısında korumasızdır. Binlerce örnek var böyle. İstanbul’da ev baskınında öldürülen Dilek Doğan’dan tutalım Medeni Yıldırımlara kadar…” diye konuştu.
DİYARBAKIR