Mahalle baskısı kavramı Şerif Mardin tarafından literatüre kazandırılmıştır. Şerif Mardin bu kavramla “Muhafazakarlaşan bir toplum içinde bu muhafazakarlaşmanın baskın hale gelmesi durumunda dini bir hayat tarzını benimsemeyenlerin kendilerini dışlanmış hissedeceklerini ve baskın hale gelen muhafazakarların değerlerinin bu kesim üzerinde ağırlık kurabileceğini” anlatmıştır.
Mahalle olgusu, coğrafyamız da oldukça bilindik, aşina bir yaşam tarzını işaret eder. Koca kentler, kente benzeyen ilçelere, ilçeler ise her biri ayrı bir toplumsal bir form oluşturan mahallelere bölünmüştür. Köyden kente göçün enteresan sonuçlarından biri olarak mahalleler neredeyse, hemşehri örgütlenmeleri olarak öne çıkmıştır. Taşranın kentlerinden göçle metropollere gelenler, ilk elden tanıdıkları bildikleri insanların yani hemşehrilerinin yanına, mahalle içinde ise köylülerinin yanına yerleşmişlerdir. Metropollerde mahalleler, Anadolu kentlerinin ismiyle, sokaklar ise bu kentlerdeki köylerin ismiyle anılmıştır.
Mahalle kültürünün ikili bir yapısı vardır. Birincisi diğer mahalleler ve yabancılara karşı kendinden olanı korur ve tutar. İkincisi diğer mahallelere karşı kendisini korur ve konumlandırır. Mahalle kendi içinde kendisinden olanla kendisi uğraşırken, en kötüyü bile dışarıdan müdahaleye karşı savunur.
Şerif Maridin’in kavramsal olarak, toplumsal bir duruşu mahalle baskısı kavramı ile anlatmasının özünde mahallenin bu tarzının etkisi olsa gerek.
Neo-liberal politikaların ve esnek üretimin modern kimlikleri parçalaması ve modern güvence ağlarını ortadan kaldırması ile beraber güvencesiz ve yalnız kalan bireyler ve toplumsal gruplar hızla, modern öncesi güvence ağlarına sarılırken cemaat, aşiret ve hemşehri yapılanmaları, yerel dernekler yeniden önem ve güç kazanmaya başlamıştır. Marksizmin ve işçi sınıfının politik gerilemesi, sınıfsal üst kimliğin flulaşması alt sınıflarda din, aşiret ve hemşehriliği öne çıkarırken, orta ve üst sınıflarda dayanışma grupları, platformlar ve bunları tarif eden yeni kimliklerin, bu kimlikler ekseninde hayata müdahale etmeye çalışan politik oluşumların sivrilmesine sebep olmuştur. İktidar hedefinden kopan siyasal hareketler açısından, popüler haline gelen kimlikler ve kimlik mücadeleleri, sınıf siyasetinin yerine ikame edilmeye başlamıştır. Böylece yerleşim yeri olarak mahalleler dağılırken, yaşamsal paylaşım alanları ve kimliksel dokuların şekillendirdiği siyasal ve kültürel ideolojik mahalleler oluşmaya başlamıştır. Kendisini yaşam tarzı üzerinden tarifleyen bu yeni oluşumların ortak özelliği, klasik mahalle yapısında olduğu gibi , ortak kimliğin diğer bütün kimlikleri sosyal ve ekonomik farklılıkları, politik ve ideolojik çatışmaları görünmez hale getirmesidir.
Kimlik siyaseti denilen olgu, kapitalizmin sınıfsal karakterinin, bu karakterin yol açtığı sınıf mücadelelerinin ve doğal olarak, bu sınıf mücadelesine dayanarak kapitalizmin ortadan kaldırılması iddiasının göz ardı edilmesidir. Sonuç olarak siyasal mücadelenin, iktidar perspektifinden koparılması lokal yerel talep ve eylemin siyasal olanın yerine ikame edilmesidir. Kimlik siyaseti bu siyasete dayanarak var olan kendisini bu siyaset üzerinden kurgulayarak, kendi içerisindeki bütün sınıfsal ve sosyal çelişkileri gizleyen egemen yapının kendini meşrulaştırmasının en geçerli yöntemi olarak öne çıkmıştır. Güncel olarak AKP dindarlık üzerinden oluşturduğu bu mahalle ile kendisini tüm diğer mahallelerden ayırırken, kendi içindeki bütün çelişkileri gizlemeyi başarmış ve on altı yıldır kendi tabanını korumuştur. Söz konusu mahalle olduğunda tüm farklılıklar, eşitsizlik ve adaletsizlikler, haksızlık ve saldırılar, görmezden gelindiği gibi, mahallenin koruyucu dünyası, bu cenahtaki insanların, hayata tutunmasının aracına da dönmüştür.
Sıkıntı AKP’ye karşı mücadele edenlerin AKP ile aynı kurgu üzerinden hareket ediyor olmasındadır. Bir mahallenin karşısına başka bir mahalle çıkarılmış, böylece büyük mahallenin yanına küçük mahalle inşa edilmiştir. AKP’nin dindar muhafazakar dokusunun karşısına seküler “modern” elitist bir yaşam konulmuştur. Her ikisi de tüm sınıfsal, sosyal farklılıkları flulaştıran yaşam tarzları üzerinden tarif edilirken sağ ve sol kavramsal olarak sınıfsal konumundan koparılmış, bu yaşam tarzlarının ideolojik arka planı olarak sunulmuştur. İşçilerin ve yoksulların kendi sınıf kardeşlerine düşman, sınıf düşmanlarına ise kardeş olması böylece sağlanmıştır. Neoliberalizm ile mücadele edenlerin, onun yol açtığı sosyal sonuçları, doğrudan veri alarak politika üretmesi, ironik bir durum olarak öne çıkmaktadır.
Eğer Saray’ın egemenliği sona erdirilmek isteniyorsa, bu egemenliğin yaslandığı toplumsal destek en azından parçalanmalıdır. Kimlik siyaseti üzerinden oluşturulmuş ideolojik mahallelere dayanılarak yürütülen politik mücadele bunu başaramamıştır. Saray’ın kurduğu ideolojik mahalle, ancak bu mahalle içerisindeki sosyal ve sınıfsal farklılıklar, belirgin hale getirilirse parçalanır. Bunun yolu kimlik siyasetinin yanına, sınıf siyasetini koymak ve en başta sol diye tariflenen ideolojik mahallenin sınırlarının dışarısına çıkarak, sınıf temeli üzerinden bu tabana değmekten geçer.