“Her şey kontrolümüz altında” demek için yapılan işler ve yapılan açıklamalar aslında ne kadar titrek ve kendine güvenmeyen bir iktidar tarafından yönetildiğimizi açığa vuruyor. Bu coronavirüs salgını günlerinde başta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaratmaya çalıştığı havalar ve hükümet yetkililerinin açıklamaları, açıklama tarzları bence böyle de yorumlanabilir.
İşin en gıcık tarafı “Dünya beşten büyüktür” diye dünyaya “katılımcı” ve “demokrat” meydan okumalar yapanlar kendi ülkelerinde, toplumun diğer paydaşları ve onların önderleri ve siyasi partileriyle hiçbir temas yapmamayı içlerine sindirebiliyorlar. Kendi taraftarlarının dışında toplumda başka kimse yokmuş gibi topluma “yukarıdan” ve “kibirle” bakabiliyorlar. Bu, güçlüymüş gibi yaratılan afra tafra aslında kendi zayıflıklarının bir göstergesi değilse nedir ki?
Dün Erdoğan, G-20’lere (sanki kendi ülkesinde yapıyormuş gibi) “dayanışma” önermiş. İnsan yine de ‘bu konuyu uluslararası güçlü ülkelere hatırlatmak iyidir’ diye düşünürken, meğer dayanışma önerisi yine aslında parayla ilgiliymiş, onlara swap anlaşmalarının G-20 merkez bankalarının tümünü kapsaması dileğini iletmiş. Yani ekonomik olarak bana destek olun, dolar verin demiş
Oysa coronavirüsün ne kadar etkisine girdik, ülkede ki gerçek durum nedir kimse bilmiyor. Yapılan testlerin azlığı, vak’a sayısının düşüklüğünün nedeni. Ama bu açığın yansıması “Her şey kontrolümüz altında” biçimine büründürülüyor. “Evde kalın!” söyleminin hiçbir işe yaramamasının bence iki nedeni var.
Birincisi, aramızdan bazıları “evde kalma” lüksüne sahip değil. Çalışmazsa hiçbir geliri olmayacak sayısız insanımız var ve onlar da bütün uyarılara rağmen evde kalamıyorlar. Nitekim geçenlerde, İstanbul ile ilgili “kim evde kim değil”i anlamamıza yardımcı olabilecek bir haritadan evde oturmayanların özellikle yoksul semtlerimizde oturanlar olduğu anlaşılmıştı.
İkincisi ise, zaten bu dünyada yaşamaktan hiçbir şey anlamamış, yoksul, yaşlı ve dindar insanlarımıza camilerden seslenmek, “ölürsek ölürüz, her şey Allahtandır!” inancını yaygınlaştırmak değil midir? Böylelikle corona salgını karşısında bir tür “kaderciliğimizi” körükleyerek bu mücadelede bir zafiyet yaratmak nasıl tercih edilen bir politika olabilir? Bununla, tıpkı “Şehitler tepesi boş kalmayacak” sözleriyle insanlarımızın dini inançlarını kendi anlamsız dış politikasına alet ederek insanlarımıza “öbür dünyayı” vadetmek saçmalığı arasında ne fark var?
Hele hele bu herkesin geleceğinden kuşkulu hale gelmiş olduğu bu günlerde “Kanal İstanbul” ihalesi de ne oluyor? Bakanlık açıklama yapmış: “Türkiye Cumhuriyeti, salgın ile mücadele ederken üretim ve yatırımları da yapabilecek güçtedir”.
Bak! Bak! Bak sen! Gördünüz mü? Biz kimseye pabuç bırakmayız, biz güçlüyüz, düşmanlarımız finansal oyunlarla bizi yıkamadı, coronavirüs mü bizi yıkacakmış! Şaşarım! Yeter ki sen siper et gövdeni, corona filan hikaye. Bu hayâsızca akın bir gün duracaktır. Doğacaktır sana va’dettiği günler Hakk’ın… Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Corona ile mücadelemiz bundan ibarettir efendim!