Her yıl 27 Mart’ta kutlanan Dünya Tiyatro Günü’nün uluslararası bildirisini bu yıl; Pakistanlı oyun yazarı Shahid Nadeem kaleme aldı
Uluslararası Tiyatro Birliği’nin (ITI) 1961 yılından bu yana her yıl 27 Mart’ta kutladığı Dünya Tiyatro Günü’nün uluslararası bildirisi yayımlandı. Bu yıl Pakistanlı oyun yazarı ve Ajoka Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Shahid Nadeem’in kaleme aldığı bildiride, dünya sahnesinde yaşanan savaşlara ve ayrımcılığa vurgu yapıldı.
İşte Nadeem’in bildirgesi
Shahid Nadeem’in 27 Mart Dünya Tiyatro Günü mesajı şöyle:
“2020 Dünya Tiyatro Günü mesajını yazmak benim için büyük bir onur. Pakistan tiyatrosunun ve bizzat Pakistan’ın günümüzde dünyada etki ve temsil alanı en geniş tiyatro organı olan Uluslararası Tiyatrolar Birliği tarafından tanınması fikri, alçakgönüllülükle belirtmeliyim ki beni heyecanlandırıyor. Bu onur aynı zamanda iki yıl önce vefat eden tiyatro ikonu ve Ajoka Tiyatrosu (1) kurucusu, hayat arkadaşım Madeeha Gauhar’a (2) bir ithaftır. Ajoka ekibinin, kelimenin tam manasıyla ‘sokaktan salona’ yolculuğu uzun ve zorluydu. Eminim birçok tiyatro topluluğu da benzer hikayeler paylaşıyor. Yolculuğumuz hiçbir anında kolay olmadı. Her gün, hala yeni bir zorluğu beraberinde getiriyor.
“Çoğunluğun Müslüman olduğu bir ülkeden geliyorum. Pakistan birçok askeri diktatörlüğe, dinci radikallerin endişe verici yükselişine ve binlerce yıllık ortak tarih ve kültür mirası paylaştığı komşusu Hindistan’la üç savaşa tanıklık etmiş bir ülke. Bugün hala ikiz kardeşimiz, komşumuz Hindistan’la her an patlak verebilecek bir savaşın, -artık iki ülkenin de nükleer silahları olduğuna göre- belki nükleer bir savaşın korkusuyla yaşıyoruz.
“Bazen şaka mahiyetinde kötü günler tiyatro için iyi günlerdir diyoruz. Malzeme; aşılması gereken zorluklar, ifşa edilecek çelişkiler ve yerinden sarsacak statüko hiç azalmıyor. Tiyatro topluluğum Ajoka ve ben 36 yıldır bıçak sırtında yaşıyoruz. Korumaya çalıştığımız denge eğlence ve eğitim arasında; geçmişi araştırıp ondan ders çıkarmakla geleceğe hazırlanmak arasında; yaratıcı özgür ifade ve otoriteyle heyecanlı kapışmalar arasında; toplumu eleştiren tiyatroyla maddi olarak sağlam tiyatro arasında; kitlelere ulaşmakla avangart kalmak arasında…
“Pakistan’da kutsallık ve dünyevilik olguları net bir şekilde ayrılmış durumda. Dünyevi, laik kesim için dine dair sorulara yer yok; kutsal, dindar kesim içinse açık tartışma ya da yeni fikirlere. Hatta muhafazakâr tabanda sanat ve kültür, caiz ‘kutsal oyunların’ tamamen dışında kalıyor. Bu yüzden de performans sanatçılarının oyun alanı hep dar, hep kısıtlı oldu. Performans sanatçıları dans, müzik ve tiyatronun İslam’da yasak olmadığı algısının yerleşmesi için uğraşırken, oynayabilmek ve gelişmeye devam edebilmek için her şeyden önce iyi birer Müslüman ve uyumlu vatandaşlar olduklarını kanıtlamak zorundalar. Dinine bağlı Müslümanların büyük bir kısmı dans, müzik ve tiyatro türlü başka şekillerde hayatlarında yer alsa bile performans sanatlarını kabullenmekte -dinen yanlış olmadığını düşünmekte- isteksiz. Biz, işte böyle bir düzen içerisinde, Kutsal ve Dünyevi olanı sahnede bir araya getirebilecek bir alt kültür olduğunu keşfettik.”
“Pakistan’da 1980’lerdeki askeri yönetim döneminde sosyal ve politik sesi güçlü, muhalif tiyatro aracılığıyla diktatörlüğü sınamayı hedefleyen bir grup genç sanatçı Ajoka’yı kurdu. Hissettikleri öfke ve acının, kendilerinden 300 yıl kadar önce yaşamış Sûfî (3) bir ozan tarafından muhteşem bir şekilde zaten ifade edildiğini fark ettiler. Bu büyük tasavvuf şairi Said Abdullah Şah Kadriydi. (4) . Ajoka onun şiiriyle yozlaşmış yöneticileri ve yobaz dindar düzeni eleştiren, kuvvetli politik mesajlar verebilecekti. Yetkililer bizi susturabilir, hatta sürgün edebilirdi, ama Abdullah Şah gibi saygın ve değerli bir Sûfî şairin sesine müdahale edemezdi. Abdullah Şah’ın hayatının şiiri kadar dramatik ve çarpıcı olduğunu keşfettik, hakkında fetvalar çıkarılmış, sürgün edilmiş biriydi. O dönem, Abdullah Şah’ın hayatını ve karşılaştığı güçlükleri konu alan bir oyun yazdım. Güney Asya halkları ona sevgiyle “Bulha” demişti, aynı isimdeki oyun şiir ve icra yoluyla imparatorların ve din tacirlerine korkusuzca karşı çıkan Pencap tasavvuf şairlerinin geleneğini örnek alıyordu. Bu şairler halkın dilinde ve halkın umutlarına dair yazardı. Aracı din adamlarını ve sömürüyü kınayarak denklemden çıkarıp İnsan ve Tanrı arasında doğrudan bir ilişki kurabilmenin yollarını müzikte ve dansta buldular. Gezegenin güzelliğine bakıp onu Tanrı’nın bir sureti olarak gördüler, cinsiyet ve sınıf ayrımlarına meydan okudular. Lahor Sanat Konseyi, sahnelenecek bir oyundan ziyade biyografi olduğu gerekçesiyle Bulha’yı reddetmişti. Ancak daha sonra Goethe Enstitüsü’nde sahnelendi ve seyirci, halk şairinin hayatındaki ve şiirindeki sembolizmi gördü, anladı ve takdir etti. İnsanlar şairin yaşadığı hayatla ve zamanla kendilerini tam anlamıyla özdeşleştirebildiler, kendi hayatları ve zamanlarıyla arasındaki benzerlikleri görebildiler.”
“2001 yılının işte o gününde yeni bir tür tiyatro doğdu. Kavvali (5) ibadet müziği, Sûfî Semâ (7) dansı ve ilham veren şiir resitalleri, hatta meditasyon mahiyetli Zikir (7) oyunda yer aldı. Bir Pencabi konferansı için şehirde olan ve oyunu görüp izlemeye giren bir grup Sih (8), oyun sonunda sahneye atlayıp göz yaşları içinde oyunculara sarıldı. 1947’de Pencapların bir toplum olarak Hindistan’dan ayrılmasıyla sonuçlanan bölünmeden sonra ilk kez Müslüman Pencaplarla aynı sahnedelerdi. (9) Abdullah Şah onlar için de çok kıymetli bir isimdi, çünkü tasavvuf dini ya da toplumsal ayrılıkların ötesindeydi.
“Bu önemli prömiyeri takiben Abdullah Şah’ın Hindistan yolculuğu ele alındı. Bir Pencabın Hint tarafını göstererek açılan Bulha Hindistan’ın her yerinde, iki ülke arasındaki tansiyonun en yüksek olduğu dönemlerde bile sahneye kondu ve tek bir kelime Pencapça bilmeyen seyirci oyunun her anını çok beğendi. Politik diyalog ve diplomasi kapılarına kilit üstüne kilit vurulurken, Hint halkının kalpleri ve tiyatrolarının kapıları ardına kadar açık kaldı. Ajoka’nın 2004’teki Hintli Pencap turu sırasında, kırsalda binlerce kişiye oynanmış ve sıcak karşılanmış bir oyun sonrasında, seyirciler arasından yaşlı bir adam büyük Sûfî’yi canlandıran oyuncuya yanaştı. Yaşlı adamın yanında genç bir oğlan da vardı. “Torunumun durumu çok kötü, bir okuyup üfler misin oğlum?” diye sordu. Hazırlıksız yakalanan oyuncu “Babaji (10), ben Abdullah Şah değilim, rol yapıyorum sadece, oyuncuyum ben,” dediyse de yaşlı adam ağlamaya başladı. “Lütfen torunumu kutsa, senin duanla iyileşecek, biliyorum.” Oyuncuya tavsiyemiz yaşlı adamı kırmaması yönünde oldu ve o da oğlana dualar okuyup üfledi. Yaşlı adamın gönlü oldu, gitmeden önce dönüp dedi ki: “Sen oyuncu değilsin oğlum, Abdullah Şah sende vücut bulmuş. Sen onun avatarısın (11)” Böylece bir anda oyunculuğun, tiyatronun yepyeni bir boyutunun bilincine vardık; oyuncu, canlandırdığı karakterin reenkarne olmuş haliydi.”
“18 yıl süren Bulha turnesinde, konuya dair ön bilgisi olmayan seyirciden de benzer tepkiler aldık, izledikleri performans yalnızca eğlendiren ya da düşündüren bir deneyim değildi, ruha gerçekten dokunan tinsel bir buluşmaydı. Abdullah Şah’ın hocası rolünü oynayan oyuncu o kadar etkilendi ki turne sırasında Sûfî oldu, şimdiye kadar da iki şiir derlemesi yayımladı. Yapımda yer alan sanatçılar da performans başladıktan sonra Abdullah Şah’ın ruhunu aralarında hissettiklerini ve sahnenin olduğundan daha yüksekteymiş gibi geldiğini söyledi. Hintli bir akademisyen oyuna bir yazı kaleme aldı:
‘Tiyatro mabet olunca’
“Ben dindar biri değilim, tasavvufun daha çok kültürel yanıyla ilgileniyorum. Pencap tasavvuf şairlerindeki sanatsallık ve performans potansiyeli daha çok ilgimi çekiyor, ama seyircimin aşırıcı ya da dar görüşlü olamayacağı gibi, dini inancı gerçekten güçlü insanlar olabileceğinin farkındayım. Abdullah Şah’ınki gibi, her kültürde çokça bulunan hikâyeleri keşfetmek, biz tiyatro yaratıcılarının ve bu hikayelerle tanışmamış ancak hevesli seyircilere ulaşmasını sağlayabilir. Beraber tiyatronun manevi boyutlarını keşfedebilir, geçmişle şimdi arasında hepimizi; inananları, inanmayanları, oyuncuları, yaşlı adamları ve torunlarını, kaderimizdeki geleceğe götürecek köprüler kurabiliriz.”
“Abdullah Şah’ın hikâyesini ve bir çeşit Tasavvuf Tiyatrosu’nu keşfimizi paylaşıyorum, çünkü sahnede oynarken bazen tiyatro felsefemiz, yani toplumda değişim elçileri olma rolü bizi andan alıp götürüyor, o zaman halkın büyük bir kısmını arkada bırakıyoruz. Günün zorluklarıyla uğraşarak kendimizi tiyatronun sağlayabileceği kuvvetli manevi deneyimlerden mahrum bırakıyoruz. Yobazlık, nefret ve şiddetin yine sükse yaptığı günümüz dünyasında farklı milletler, inanışlar ve topluluklar arasında büyüyen bir kin var; bu kin nefret ideolojilerini beslediği sırada çocuklar yetersiz beslenmeden, doğum yapan anneler sağlık hizmeti yetersizliklerinden ölüyor. Gezegenimiz iklim faciasına hızla yaklaşıyor, Mahşerin Dört Atlısının (12) toprağı döven nal sesleri artık resmen duyuluyor. Manevi gücümüzü tazelemeliyiz, kayıtsızlık, rehavet, kötümserlik ve açgözlülüğe karşı savaşmalıyız. Yaşadığımız dünyayı, bizi yaşatan gezegeni önemsemeyenlere karşı savaşmalıyız. Tiyatronun bir rolü var, insanlığı giderek içine sürüklendiği boşluktan çıkaracak, harekete geçirecek asil bir rol bu. Tiyatronun gücü oynandığı sahneyi, performans alanını gerçekten de kutsal bir yüksekliğe taşıyabilir.”
Açıklamalar:
- Ajoka Tiyatrosu: 1984’te kurulmuştur. Ajoka kelimesi Pencapça’da “Modern” anlamına gelir. Repertuvarında dinsel tolerans, barış, cinsel şiddet ve insan hakları temalarını işleyen oyunlar yer alır.
- Madeeha Gauhar (1956-2018): Tiyatro yönetmeni, oyuncu, feminist ve Ajoka Tiyatrosu kurucusu. Londra Royal Holloway College’da yüksek lisans yapmıştır. Kendisine Pakistan Hükümeti’nce Seçkiniyet Madalyası takdim edilmiştir. Hollanda’da ise Prince Claus ödülüne layık görülmüştür.
- Sûfî: Kişinin Tanrı’yı doğrudan deneyimlemesiyle asıl ilahi sevgiyi arayan İslami mistik gelenek olan tasavvuf hayat tarzını benimsemiş, ermiş kişilere denir. Evrensel kardeşliğe övgü ve din öğretilerinin katı doktrinlerle dayatılmasına karşı duruşu ile popülerlik kazanmıştır. Çoğunlukla müzikle harmanlanan Sufi şiiri dünyevi sevgi metaforlarıyla mistik birliği anlatır.
- Said Abdullah Şah Kadri (1680-1757): Sade bir dille karmaşık felsefi konular üzerine yazmış önemli bir Pencabi tasavvuf şairi. Dini tutuculuğa ve elit kesim yönetimine güçlü bir muhalifti, düşünceleri aykırı ve sapkın olmakla suçlandı, Kasur şehrinden sürüldü ve şehir mezarlığında gömülmesine izin verilmedi. İlahi sanatçıları ve halk ozanlarınca sevilir. Dini farklılıkların ötesinde saygı görür.
- Kavvali: Bir çeşit ibadet şiiri, Kavval denen şarkıcılar söyler. Aslen Sûfî mabetlerinde sahnelenir ve dinleyenleri vecd durumuna sürüklerdi.
- Sema: Sûfî mabetlerinde, genelde davul eşliğinde vecdi dans.
- Zikir: Ritimli ilahi söylenişi ve dua ile manevi aydınlanmaya ulaşmak
- Sih: Guru Nanak’ın 15. yy’de Pencap bölgesinde kurduğu Sih dini inanları
- Pencap: 1947 yılında bölgede benzersiz bir katliam ve çok yoğun kitlesel göçler yaşanmış, Müslüman Pakistan devleti Hindistan’dan ayrılmıştır
- Babaji: Yaşça büyük bir erkeğe söylenen saygı sözü.
- Avatar:Hint kültüründe kutsal bir öğreticinin Dünya’daki reenkarnasyonu ya da sureti
- Mahşerin Dört Atlısı:Patmoslu Yuhanna Yeni Ahit’in son kitabı olan Vahiy’de tanımlanmıştır. Çoğu kaynağa göre dört atlı sırayla Fetih, Savaş, Kıtlık ve Ölümü sembolize eder.
Kaynak: Tiyatro Dergisi