Hukuk, bir ülkede düzenin sağlanması için devletin yaptırım gücüne dayanan ve tüm yurttaşları kapsayan kurallar bütünüdür. Yani anayasa ve yasalar önünde herkes eşittir. Yurttaşların haklarını kullanmada, yargılamada ve cezalandırmada ırk, din, renk, milliyet, sınıf, cinsiyet ve düşünce ayrımına yer yoktur. Ancak demokratik hak ve özgürlüklerin iyice sınırlandığı ve her türlü ayrımcılığın yapıldığı Türkiye, insan hak ve özgürlüklerinin kullanımı konusunda dünyada adeta ayrıcalıklı bir ülke konumundadır. Bu bakımdan cumhuriyet tarihi boyunca af ve ceza indirimi konusu her daim siyasetin gündem maddelerinden birini oluşturmuştur. 1921’den bu yana toplam olarak 52 adet af ve ceza indirimi yasası çıkarılmış, bunlardan 1922, 1923, 1933, 1960, 1963, 1966 ve 1974’te olmak üzere 7 kez genel af ilan edilmiş, 45 yasa ile esas olarak infaz yasasındaki düzenlemeler ile ceza indirimleri ve şartlı tahliyeler yapılmıştır.
Hukuk doktrininde siyasal suçun tam, doğru ve açık bir tanımı yok. Kendisini demokratik olarak tanımlayan devletler ve siyasal iktidarlar, somut olarak bir siyasi suç tanımı yapmıyor/yapamıyor. Sadece totaliter devletlerin hukuki mevzuatlarında siyasal suç tanımı var. Türkiye gibi bazı devletlerin kanunlarında ise “devletin ve milletin bölünmez bütünlüğüne” göre oluşturulan milli güvenlik devletlerine özgü siyasal suç listeleri bulunuyor. 12 Eylül darbe hukukunun devamcısı olan AKP iktidarı döneminde Türkiye adeta bir cezaevleri ülkesi haline geldi. Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirdi. Anayasayı ve yasaları hiçe sayarak yapılan keyfi yaptırımlar/uygulamalar nedeniyle adalet sistemi çöktü. Türk tipi başkanlık rejimi ile kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırıldı. Her şey tek kişinin iradesine göre yapılmaya başlandı.
Gelinen aşamada artık söz, yazı, ifade, seyahat hürriyeti, kısacası insan hak ve özgürlükleri iyice sınırlanmış durumda. Cezaevlerinde kapasitesinin çok üstünde (211 bin kapasiteye karşı 300 bin kişi) tutuklu ve hükümlü var. AKP-MHP iktidarı bir yandan 2023 yılına kadar 228 yeni cezaevi inşa etmeyi planlarken bir yandan da cezaevlerinde yatak boşaltmak için infaz yasasında 53. kez düzenleme yapmaya çalışıyor. Siyasal tutuklu ve hükümlüleri kapsam dışı bırakarak sadece adli tutuklu ve hükümlülerin yararlanacağı şartlı salıverme yasası çıkarıyor. AKP ile MHP arasında 2 yıldan beri kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklar sonucu oluşan yeni bir düzenlemeye bu kez muhalefeti de ortak etmeye çalışarak “Korona virüsü indirimi” ile cezaevlerinden 100 bin kişilik bir boşaltma gerçekleştirme hesabı yapıyor.
İktidar medyası, hükümet ve AKP sözcüleri, infaz yasasındaki bu yeni düzenlemenin esas olarak cezaevlerinde yer açma ve korona virüsü riskini azaltma için yapıldığını açıklamaktan ve mutad olduğu üzere siyasal suç-adli ayrımı yapmaktan kaçınmıyor. Ancak hukukçular, her ne şekilde olursa olsun bir affın hiçbir zaman cezaevlerinde yeni mahkumlara yer açmak için değil, toplumsal barış ve kamu vicdanı için yapılması gerektiğini, dünyanın hiçbir yerinde sadece cezaevlerindeki yığılmayı önlemek için “kısmi af”, “şartlı af”, “özel af” gibi yöntemlere başvurulmadığını vurguluyor. Adalet Bakanı ise her ay 2 binden fazla kişinin cezaevine girdiğini ve bu yüzden kapasitesinin aşıldığını söyleyerek gerçekte iktidarın bu amacını boşa çıkarıyor. Çünkü 80-100 bin kişinin yararlandırılacağı bu infaz düzenlemesine rağmen en geç 2 yıl içinde cezaevlerinin yeniden dolacağı anlaşılıyor. Bu bakımdan ayrımsız, adil ve eşitlik ilkelerine göre uygulanan bir infaz sisteminin yapılması ve adalet sisteminin yeniden düzenlenmesi önem kazanmaktadır.
Korona virüsü salgını tüm insanlık için risk oluşturuyor. Dünya tarihinin en ölümlü günleri yaşanırken cezaevlerinde dört duvar arasına sıkıştırılmış yüz binlerce insanı unutmak olmaz. Bu hastalık insanlar arasında ayrım yapmıyorken, devlet ve hükümet tedavisi için ayrım yapamaz. Yol yakınken birçok ülkede yapıldığı gibi Türkiye’de bir acil önlem paketi hazırlanarak denetimli serbestlik veya ceza ertelemesi gibi bir uygulamayla hiçbir ayrım yapılmaksızın cezaevleri boşaltılmalıdır. Tersi bir durumda doğrudan ölümle yüz yüze gelen ve hiçbir korunma imkanı olmayan binlerce insan ölüme terk edilecektir: Cezaevleri boşaltılmazsa yoğun ölümler, intiharlar, isyanlar ve direnişler kaçınılmaz hale gelecek; bu durumun insani, siyasi, hukuki ve ahlaki sorumluluğu da iktidara ait olacaktır.