UNESCO’ya yönelik olarak, Hasankeyf’i su altına gömen Ilısu Barajı nedeniyle ortaya çıkarılmamış arkeolojik kazıların mutlaka sürdürülmesi ve yok sayılan Hıristiyan kültür mirasının korunması çağrısı yapılan bir mektup yayınladı
Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi’nin de aralarında olduğu uluslararası yedi sivil topum örgütü, Türkiye’ye, Ilısu Baraj ve Hidroelektrik Santral projesinin stratejik ortakları ve UNESCO Dünya Kültürel Miras Komitesi’nin üyelerine yönelik Hasankeyf Matters, Hasankeyf’i Yaşatma Girişimi, FIVAS Association for International Water Studies, The Corner House, Humat Dijlah (Tigris River Protector Association) Riverwatch ve Save the Tigris Campaign ortak açık bir mektup kaleme aldı. “Hasankeyf’te kültür mirasına yönelik kazı, dokümantasyon ve koruma çalışmaları devam etmeli” vurgusunun yapıldığı mektubu yayınlıyoruz.
Devlet, Hasankeyf’i SİT olarak tanımıyor
“Arkeolojik kazılar ve kültürel mirasın korunma çalışmaları devam ederse, koronavirüs pandemiği nedeniyle zor ekonomik durumlarla karşılayan yerli insanlar, özellikle turizm sektöründe çalışan esnaflar için yeni iş imkanları yaratılacak. Ayrıca, Ilısu Barajı projesinin tedarik zincirinde yer alan bütün stratejik ortakların, özellikle de kurum şirketleri Andritz, Nurol, Cengizler, Er-Bu ve Bresser, ve bankalar GarantiBBVA ve Akbank’ın, Hasankeyf’in Hıristiyan mirasının tümüyle ortadan kalkmasının önüne geçmek için ağırlıklarını kullanmalarını da talep ediyoruz.
10 kriterin 9’unun olmasına rağmen
UNESCO’nun Hasankeyf’le ilgili tartışmalarda sessiz kalmasını esefle karşılıyoruz. Hasankeyf, UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmenin 10 kriterinden 9’unu yerine getirmekte olduğu halde bir siti aday göstermeye ancak Devlet Taraflar’ın yetkili olduğu yönündeki hüküm yüzünden, sivil toplumun, belediyelerin ve bilim insanlarının yıllardır taleplerini dile getirmesine rağmen korunması gereken sit olarak tanınmamıştır. Ilısu Barajı projesi, aralıklarla devam eden bir silahlı çatışma ortamında ve vatandaşlık haklarına yönelik süre giden bir baskı ortamında ilerlemiş, etkilenen yöre halkları ve çeşitli paydaşların görüşlerini dile getirmekten çekinmeleri için her yola başvurulmuştur.
Granada Sözleşmesi
Hasankeyf’in ve Yukarı Dicle havzasının sular altında bırakılması, temel insan hakları arasında yer alan toplumun kültür hayatına katılma hakkının ihlali niteliğindedir. Bu hak, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Hakkında Uluslararası Sözleşme (Madde 15) ve tarihi binaların değiştirilmesi hususunda halk ile sistemli ve sürekli bir görüş alışverişi yürütme zorunluluğu getiren Granada Sözleşmesi (CETS 121, Madde 14) ile teyit edilmiş bir haktır. UNESCO Dünya Kültürel Miras Komitesinin Üyelerine, çeşitli paydaşlara (etkilenen yöre halkları, sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve diğerleri de dahil olmak üzere) kaygılarını duyurma ve Dünya Mirası listesine aday sitlerin belirlenmesinde ve listede yer alan sitlerin izlenmesi/yönetilmesinde esaslı bir rol oynama imkanı tanıyacak mekanizmaları acilen tesis etmesi çağrısında bulunuyoruz.
Hasankeyf’in bazı tarihi özellikleri
Türkiye’deki tartışmalı Ilısu Hidroelektrik Santrali’nin baraj gölünün suları altında kalmamaları için Hasankeyf’ten ve bölgeden kurtarılan tarihi eserlerin bazılarının saklanması için yapılmış olan ve yeni açılan Hasankeyf Müzesi’nde bölgenin tarihi kapsamlı bir şekilde sunulmaktadır. Sergi, Yukarı Dicle havzasının jeolojik oluşumu ile başlamakta, Neolitik çağda örgütlü insan yerleşimlerinin ortaya çıkması ile devam ederek, kentin M.S. 12 ila 15. yüzyıllarda Artuklular, Eyyubiler ve Akkoyunlular yönetiminde gelişip büyümesi ile son bulmaktadır.
Halkın kültür mirasına ulaşma hakkı
Hasankeyf Müzesi’ndeki koleksiyon, sadece kapsadığı tarihsel dönem itibariyle değil, aynı zamanda içerdiği münferit parçaların güzelliğinden dolayı da etkileyicidir. Bu parçalar arasında, Neolitik çağ çanak çömleklerinden nadir örnekler, erken İslam dönemine ait mezar taşları ve Büyük Selçuklu tarzında stüko kabartmalar da yer almaktadır. Ne var ki, Müze, bu dikkat çekici zenginliğine rağmen, milyarlarca Avro’luk bir proje olan Ilısu Barajı ve Hidroelekitri Santralı’nın bir yan ürünü olmaktan kurtulamamaktadır. Söz konusu proje ile projeden etkilenen yöre halklarının kendi kültür miraslarına erişme hakları (bu hak ICESCR Madde 15 tarafından garanti altına alınmıştır) ve tarihi yapıların değiştirilmesinin söz konusu olduğu projelerde sistemli bir şekilde fikirlerinin alınması hakları inkar edilerek paha biçilmez doğa ve kültür mirası varlıklarının yok olmasına sebep olunmuştur.
7. yüzyılda İslam uygarlığı
Müze, sağlamlaştırılmış olan Kale ve arkeoloji parkı ile birlikte (aşağı şehirden taşınan yedi anıt şimdi burada durmaktadır), antik kentin kültür mirasının korunmasına yönelik hükümet programının bir parçası niteliğindedir. Bu koruma programı, içerdiği iddialı sözlere rağmen, birçok bakımdan çok ciddi noksanlar içermektedir. Programın en fena kusurlarından ikisi şunlardır: 1) Erken İslam döneminin yeterince ele alınmamış olması ve 2) uzun zaman varlığını sürdürmüş olan Hıristiyan unsurunun tümüyle yok sayılmış olması. Müze’de erken İslam döneminin ele alınışı, az sayıda sikke ve üzerinde erken dönem Arapça kaligrafisi bulunan iki taş oyma eser ile sınırlıdır. Biri köşeli harfler, diğeri yuvarlak harflerden oluşan bu yazılar, erken İslam döneminden kalma taş yazıtların ne kadar az olduğu düşünülürse, Müze’deki en merak uyandırıcı ve en önemli objeler arasında yer almaktadırlar. Bu taşların bulunmuş olması, aşağı Hasankeyf şehrinde başka arkeolojik kazılar yapılması halinde 7 ila 9. yüzyıllarda Yukarı Mezopotamya’da İslam uygarlığının gelişmesi hakkında yeni bilgiler bulunabileceğini düşündürmektedir.
Hıristiyan eserleri
Müze’de Hasankeyf’in Hıristiyan mirasının ele alınışına gelince, sergilenen Hıristiyan eserleri, Geç Roma dönemine ait beş haçtan ibarettir. Bir ziyaretçinin Müze’den şehrin M.S. 640 yılında İslam devleti tarafından fethinden sonra Hıristiyanlıkla bir ilgisinin kalmadığı gibi bir izlenimle ayrılması işten değildir. Hasankeyf Müzesi’nde sunulan tarih anlatımındaki bu boşluk mantığın almayacağı bir şeydir çünkü Hıristiyanların ve Hıristiyanlığın İslam’ın gelişinden sonra 1300 yıldan uzun bir süre boyunca şehrin kültürel ve ekonomik hayatında kayda değer bir rol oynadığına dair bolca kanıt mevcuttur.
Tareke Kilisesi
Örneğin, 10. yüzyılda, Arap coğrafyacı El Makdisi, şehirde çok sayıda kilise bulunduğundan bahseder. 3- 16. yüzyıla ait Osmanlı kayıtları da, Hasankeyf’teki toplam 1700 hanenin neredeyse yüzde 60’ının Hıristiyan olduğunu göstermektedir. Ayrıca, bugün de Hasankeyf’te tarihte Hıristiyanların bu şehirde var olmuş olduklarının şahidi niteliğinde olan kayda değer bir taşınmaz kültür mirası bulunmaktadır. Bu bapta, aşağı şehrin her iki tarafında bulunan mağara kiliseleri veya, taş yapılar arasında, aşağı şehrin merkezinde yer alan (El Rızk Camii’nin taşınmadan önceki yeri yakınında) Tareke Kilisesi’ni, Hisar’ın güneydoğu köşesinin altında bulunan Deirike Kilisesi’ni (Kırk Şehitler Kilisesi diye de bilinmektedir) ve 16. yüzyılda Atafiye ve Difne/Üçyol köyleri halkı tarafından vakfedilen Mor Aho Manastırı’nı sayabiliriz.
Hıristiyan miras yok sayıldı
Hasankeyf’in kent dokusundan Hıristiyan kültür mirasının, bunun sebebi ister ihmal olsun ister başka bir şey olsun, tümüyle silinmesi, evrensel insan hakları arasında yer alan toplumun kültür hayatına katılma hakkının ve bu arada kültür mirasına erişme hakkının ciddi ihlali niteliğindedir ve ayıplanacak bir şeydir. Bu anıtlar devletin Hasankeyf’e ilişkin kültür mirasını koruma programından açıkça dışlanmış olup, bu anıtların bundan dolayı kaybedilmemeleri için acil tedbir alınması gerekmektedir. Kültür Mirasının Kasıtlı Olarak Tahribi hakkında 2003 UNESCO Beyanı’nda ‘kültür mirası toplumların, grupların ve bireylerin kültür kimliğinin ve aynı zamanda toplumsal kaynaşmanın önemli bir unsuru olup, dolasıyla, kültür mirasının kasıtlı olarak tahribinin insan onuru veya insan hakları üzerinde olumsuz sonuçları olabilir’ denmektedir.”
Ilısu Barajı hemen durdurulmalı
Hıristiyanlığın müzede neredeyse tümüyle yok sayılmış olmasının ve onun hemen yanında yer alan ve antik kentten taşınmış olan anıtların bulunduğu alanda da Hıristiyanlığa ait hemen hemen hiçbir eserin yer almamasının mantıklı bir açıklaması yoktur. Bu durumu düzeltmek için Türkiye Cumhuriyet Devleti’nin yapması gereken, en azından, Ilısu baraj gölünün doldurulmasını durdurup (savakları açıp suyun kontrollü bir şekilde akmasını sağlayarak) arkeolojik kazılara devam etmek, özellikle erken İslam dönemi, varlığını sürdürmekte olan Hıristiyan unsuru ve 7. yüzyıldan 20. yüzyıla Hıristiyan – Müslüman ilişkilerinin gelişimi üzerinde durarak Hasankeyf’in kültür mirasının önemli yönlerinin dokümantasyonunu gerçekleştirmek ve korunmasını sağlamaktır.
EKOLOJİ SERVİSİ