‘Ve benim sorum yine basit; Bir ölüyü bile canlı (!) tutacak, bir ya da beş solunum makinesi, kaç kişiyi kurtarabilir ve bir küresel salgına karşı, piyasanın dışında, toplumsal bir sağlık sisteminden başka mücadele edilebilir mi?’
Şimdi biraz geriye gidiyoruz. Belki yıl olarak çok değil ama gerçekten, dönem olarak sanki iki-üç yüzyıl daha önceki zamana. Ülkede ‘Barış süreci’ olarak adlandırılan bir dönem var ve demokratik örgütlenmeler, önceki zamanlara göre daha iyi koşullarda gerçekleşebiliyor ve hele bugüne bakıldığı zaman, Altın Çağ farkı gibi. Mesela sağlık emekçileri, bir sürü toplantılar, çalıştaylar yaparak, sağlık için ne yapabileceklerinin yolunu yordamını arıyor. Henüz ortada Korona yok, adı yok ve başka bir salgın da yok. Sadece sokaklarında, çok alışık olduğumuz yoksulluk, eşitsizlik, yok sayılma filan dışında pek bir şeyin olmadığı günlerde şöyle demişiz;
‘6 doktor, 3 hemşire, 1 laborant, 2 hasta bakıcı yani 12 sağlık emekçisi ve muhtemel 9 hasta, yani insan, yani bir zaman, dalak ya da karaciğeri çökecek, yükselen kolesterolleri ile her an kalp krizi geçirecek bizden birileri, 11 Ocak 2011’de, saat 14.47’de bütün devlet hastanelerini denetlese. -Tabiî ki sayıları ve tarihi sallıyorum.- ‘Biz sağlık emekçileri, muhtemel hastalar soruyoruz; Burada kaç yatakta, kaç hasta var? Neden şu para ödeniyor? Hangi ilaç firmaları sizi fazla ilaç yazdığınız için kongre tatillerine gönderiyor? Aynı sedyeyi bir ucundan itekleyen taşeron sağlık emekçisi neden daha az maaş alıyor?’ dese. Karikatür demokrasi sınırlarını caart diye yırtmaz mı kenar mahalle, bizim mahalle ağzıyla? 1968’de ABD’deki Kara Panterler’den beri, ilk defa bu kadar geniş bir şekilde, sağlık sistemini, tıbbın hegemonyasını da dahil ederek sorgulasak…’
Şimdi bunu niye yapmamamızın sonuçlarını çok daha dehşetli görmüyor muyuz? Bütün dünyayı saran bu salgın günlerinde, tıbbın toplumsallaştırılmasına ne kadar ihtiyacımız olduğu gerçeği suratımıza çarptı. Kaç kişinin gerçekte hasta olduğunu ve belki kaç kişinin bu salgın nedeniyle öldüğünü bile bilmiyoruz ve yazının ilk başında vurguladığım gibi, sadece o makinelerin başına gitmemek için elimizde sahiden duadan başka bir şey yok.
Radikal bir demokrasiyi savunmak sadece siyasal iktidarın (!) daha demokratik bir işlerliğe kavuşmasından çok daha ileri bir şey ve bu yüzden bugün ölüm nedenimiz dışardan, işte endüstriyel tıbbın bir ilaç bulamaması, henüz aşıları filan keşfedememeleri ve mesela yeterince solunum cihazı olmaması filan gibi görünüyor olabilir ama aslında -bir sürü şey de olduğu gibi- tıbbın toplumsallaştırılamaması, demokratikleştirilememesinden başka bir şey değil her şey.
Belki Korona virüsünden bulabilecekleri bir ilaçla kurtulabiliriz ama iktidar virüsünün tek çaresi sağlıkta da radikal bir demokrasi.
Yoksa bunu, belki atlatsak bile, bir dahaki virüste görüşmek üzere…