Batının sömürgecilik tarihini anlatan Gülünç Karanlık oyunu, cesur ve sözünü saklamayan bir oyun
Çağdaş Alman Tiyatrosu’nun önde gelen yazarlarından Wolfram Lotz’un “Gülünç Karanlık” adlı oyunu, ilk olarak 2014’te Viyana’da “Akademie Theater”da sahnelendi. Bu sahneleme Lotz’a en iyi yazar ödülü kazandırdı. Wolfram Lotz, uygarlık tarihinin, modern sonrası döneminde ortaya çıkan sürece dair, eklektik bir metin oluşturmuş. Bu metin, Joseph Conrad’ın “Karanlığın Yüreği” isimli edebi eseri ile Francis Ford Coppola’nın “Apocalypse Now” isimli filmi oyunun omurgasını oluşturuyor. Eser yeni dünya düzenine eleştirel bir bakış getiriyor. Batının sömürgecilik tarihini anlatan bir radyo oyunu aslında, şimdi ise Türkiye’de Bakırköy Belediyesi tarafından Şubat 2016’dan itibaren oynanıyor.
Karanlık başlarken
“Başlangıçta her şey kapkaranlıktı ve hiçbir şey oluşmamıştı ve Tanrı dedi ki: Bu karanlık ve bu hiçlik yeterli değil. Ve Tanrı büyük bir makineli tüfek yarattı ve bir pikap kamyonet yarattı ve mühimmat üreten bir Alman Firması yarattı ve makineli tüfeği pikapın yükleme yerine monte etti ve mühimmatla karanlığa deli gibi ateş açtı, gökyüzü işte böyle oluştu…” Somalili bir korsanın mahkeme karşısındaki savunmasıyla başlıyor oyun. Korsan savunmasında kendi toplumunun öz yaşamını ve onları suça iten nedenleri ve hayatta kalma umutlarını anlatıyor. Hatta çığlıklar atıyor, yardım çığlıkları ve evet yardım istiyor, yaşayabilmek için. Sonrasında kendimizi Afganistan’da buluyoruz.
Buraya gizli bir görev için gelmiş iki Alman asker karşılıyor bizleri. Onlarla birlikte kayığa binerek olmayan bir yağmur ormanında uzun bir yolculuğa başlıyoruz. Bu yolculuk bazen ürkütücü, bazen komik, bazen trajik bir hal alıyor. Karşımıza çıkan İtalyan karargah kumandanın yalnızlık betimlemelerine gülerken, savaşta eşini ve çocuklarını kaybetmiş bir tüccarla yüzümüzdeki gülümseme buruklaşıyor. Misyoner kampına doğru geldiğimizde ise kamp öğretmeni ile tanışıyoruz. Türkiye’den sahneler görmeye başlıyoruz. Burada geçen diyaloglara gülmemek elde değil. Sözde bu bölgeye “medeniyeti’’ getiren “Avrupalılar’’ ki sadece Avrupalılar olarak bakılmamalı buraya bir halkın kendi medeniyetini bir diğer halka zorla dikte edilmesini izliyoruz. En etkili sahnelerden biri olan Papağan sahnesi, sadece iki dakika sürüyor ama önce afallatıyor, sonra bir bir anımsatıyor.
Evet evet anımsatıyor oyunun geçtiği yer hala Afganistan ama ben anımsıyorum yanımda oturan anımsıyor ve hatta gözümün önünden geçiyor papağanın bütün söyledikleri. Ne kadar tanıdık şeyler. Ancak medyanın gösteremediği, gazetelerin yazmadığı, insanlığın görmediklerini iki dakikaya sığdırıyor papağan. Taybet Ana’nın cansız bedeni gözümüzün önüne getiriyor. Evet papağanın anlattığı kadın Taybet Ana’dan bir başkası değil. Buradan sonra nasıl mı devam ediyor oyun? Alman asker yani “İnsanlık’’. Aaaa bakın papağan konuşuyor, nasıl güzel eğitilmiş değil mi? Bir tokat gibi vuruyor insanlığın yüzüne bu cevap. Dramaturg Ceren Ercan’nın ve yönetmen Nurkan Erpulat’ın başarılı çalışması sayesinde bu sahne ne iğreti duruyor ne de ajite.
Sona doğru gelirken…
Sonlara doğru tam da ne güzel gidiyor dendiği yerde son olarak eklenen bölüm yani Alican Yücesoy’un tek başına uzunca konuştuğu, öğütler verdiği sahne. Daha kısa olamaz mıydı demekten alıkoyamıyorum kendimi. Bir de evet, güzel şeyler söylüyor çoğuna katılmakla beraber bütün bu söylediklerini seyirci kendi çıkarsa veya çıkarmasa dahi ki kanımca “seyirciye de güvenmek gerek’’. Bu kadar anlatıcı olmak ne kadar teatral duruyor diye sormuş olalım… İlk sahnede izlediğimiz savunma sahnesiyle ne bağlantısı var derken kurguya dahil oluyor tekrar Somalili korsan. Oyunun sonunu da söylemeden şu kadarını paylaşmış olalım; finalde oluşan karanlığın yırtılması hala umut var dedirtiyor. Kostüm, dekor ve müzik Sahne tertemiz bir sayfaya yazı yazacakmışsınız gibi başlıyor, her şey bembeyaz, kostümler de öyle. Bütün sahne öğelerine tek tek emek verildiği aşikar. Duvara yansıyan oyuncuların gölgelerini veren ışık aynı zamanda alacakaranlık, uçsuz bucaksız orman yolculuğunu hissettiriyor seyirciye. Bütün değişimlerin sahnede seyircinin önünde yapılması, her anlamıyla izleyiciyi geren efektlerin yanı sıra, bir oyun izliyorsunuz hatırlatmasını yapıyordu. Bembeyaz dekorların zamanla kirlenmesi, yırtılması ve yok olması oyunla çok ciddi bir bağ yakalamış. “Bu düzende temiz kalamazsınız’’ diyor adeta.
Müziğe gelecek olursak
Ben ileriyim insanım
Don giyen ilk memeliyim
Şehvetimle barışığım
Tanrı’ya inancımla güvendeyim
Öyleyse öldürebilirim
Evrim bu bebeğim’’
“Do the evolution” şarkısının sözleri oyuna dair her şeyi anlatmaya yeterli gibi. Tabii şarkıyı söyleyen oyuncuların da hakkını vermek gerek. En ilginç yorumlardan biri ise, ilk okulda söylemeyi hiç sevmediğim “Orda bir köy var uzakta’’ şarkısıydı. Getirilen yorum ile çok sevimli bir hal almış. Oyuncu arkadaşların başarısı da ayrı bir konu, ayrı bir yazı ister. Uzun zamandır izlediğim en başarılı oyun. Hatta cesur, sözünü saklamayan bir oyun. “Gülünç Karanlık’’ı mutlaka izleyin derim. Yeni sezonda da devam ediyor oyun… İyi seyirler