“Bakıp ahval-i perişanına ar eyle gönül.”
***
Toplumda her etkiye karşı bir tepki oluşur. Bu doğa yasasıdır. Acının seyrini sevince evirmek kolay olmuyor tabii… Turgut Uyar’ın dizelerinde ifade ettiği gibi o süreçlerde daha hızlı dönüyor dünya: “…Böyle kargaşalı günler döneminde/ Beşer onar koparılan bir takvim sanki bahara.”
***
Korona canavarı bile dil, din, ırk, sınıf farkı tanımaksızın eşitlikçi davranırken biz bu durumda bile hala düşmanlaştırıcı, ötekileştirici olmaktan, iradeyi yok saymaktan vazgeçmiyoruz. Virüs gibi kayyım atamalar da hız kesmiyor. Hazırlanmakta olan infaz paketinde uyuşturucu ticareti, cinsel suçlar ve kadına şiddet kapsam içine alınırken gazeteciler, akademisyenler ve muhalifler kapsam dışı bırakılmaya çalışılıyor.
Yaşanan koronavirüs gibi önemli bir süreçte bile özellikle sosyal medya paylaşımlarında hala partizanlık yapılıyor. Karşılıklı dayanışma yerine kutuplaştırıcı davranışlar gösteriliyor. Kin ve nefret peşinde koşuluyor. Yeterince düşünmüyor ve sorgulamıyoruz.
Montaigne, ‘Hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür; ona iyiliği de, kötülüğü de katan bizleriz’ diyor. Sorgulamak; düşünme yeteneği olan beyinlere has bir özelliktir. Eski veri tabanlarıyla yenilenmek mümkün değildir. Bazen eskileri atmak, beynimize format atmak, akıl ve mantıkta bir dönüşüm, bir sıçrama yapmak gerekir. Yoksa zihinsel gevişin ötesine geçemeyiz.
Zihinsel geviş toplum bilincinin köklü değişim ve atılımına yol açamayacağı için yatıştırıcı ve uyuşturucudur. Toplumsal bilincin köklü demokratik dönüşümünü, özgüven gelişimini ve adalet talebini ancak yüzleşme ve hesaplaşma bütünlüğü sağlayabilir.
Yetkililer vatandaşın ve kurumların gördüğü yanlış uygulamalara ilişkin yaptıkları eleştiriye açık olmalı. Eleştiri de kısır tartışmalara çanak tutan türden olmamalıdır. Bilimsellikten uzak, sadece tartışmacı bir yapıdan kaynaklanan saldırgan ve kışkırtıcı düşman bir yaklaşım kadar, bağnazca bir hayranlığın ifadesi de eleştiri olarak adlandırılamaz.
***
Kişi hayatın ışığından payına düşeni kabullenmeye zorlanmıştır ama içimizdeki o güzelim huysuz “ben” bizi ortalamanın ötelerine çekmek ister. Tıpkı A. Camus’nün Yabancı adlı yapıtında konuşan kahramanı gibi; “… Bana eklediklerini üzerimden sıyırıp atsam ben kim olurum?.. Düşündüğüm hiçbir şeyin benimle ilgisi yok. Amaçsız düşünüyorum ve hazır bulduğum kurallara dayanan bir oyunun dışına çıkamıyorum. Bir ara kuralları değiştirmeyi düşünüyorum ama oyunu değil.”
Evet, kural değişse de fark etmiyor. Aslolan oyunu değiştirmek ya da bozmaktır. İnsanın farklı düşünebilmesi, görünenin ve sunulanın ötesine geçebilmesi önyargılardan ve şablonlardan kurtulabilmesine bağlıdır. Böyle bir duruşta çıkar veya korkulara bağlı olarak olan-biteni çarpıtmamak vazgeçilmez koşuldur. Böyle bir bakış, hem bireyin hem de toplumun yararını gözeten bir tutumdur.
***
Değişmek kavramına yüklediğimiz negatif anlamlardan dolayı değişimi pek kabul etmeyiz. Birçoğumuz değişmeyi ve gelişmeyi armutların elmalaşması olarak algılarız. Oysa değişim bir şeyin kendi içindeki başkalaşmasıdır. Bir çiçeğin tomurcuk halinden çiçeğe durmasına geçen süreç gibidir.
“Hayat bizi bekliyor, gitmemek olmaz” diyordu şair. Gitmek gerekiyordu, unuttuk. Hiçbir şey kendiliğinden değildi, sebepler ve sonuçlar konuşuyordu. Dinlemeyi unuttuk. Hep ikinci ve üçüncü tekil şahısları sorguladık, kendimizi sorgulamayı unuttuk.
***
İdareciler kısır ve bir o kadar da karmaşık zihin yapısıyla gel-gitler yaşıyor. Einstein, “aptallığın en büyük kanıtı, aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar almayı beklemektir” der. Geçmişin değerleri ve metotlar yetersiz kaldığında, yeni değerler yaratmak, hayatın tıkandığı noktalarda yeni yöntemler geliştirmek gerekir.
Görünen o ki bugün artık hayat bizden yeni tanımlar, anlamlar, yeni roller ve hamleler bekliyor.