Gazeteleri tarıyorum. HDP’li 8 belediyeye, virüs ortalığı kasıp kavururken kayyum atanmasıyla ilgili haberlere bakıyorum. Bir ikisi dışında haber yok.
Nihayet Cumhuriyet yazarı Erol Manisalı’nın yazı başlığını görüyorum… “Salgın felaketi: Kutuplaştırmaya devam mı birleşme mi?”
Yeni TV diliyle “İşte bu” diyorum. Nihayet, bir ulusalcı muhaliften sağduyulu bir ses. Yazıyı okuyorum, ilk cümlesi de umut vaat ediyor.
“Türkiye’de, “felaketlere karşı önlemlere” ve demokrasiye en büyük zararı, “toplumun kutuplaştırılması” vermektedir.”
Ne güzel değil mi?
Gerçekten güzel.
Manisalı “kutuplaştırma örneklerini” saymış. Bunlardan biri şu:
“CHP’nin kazandığı İstanbul başta olmak üzere belediyelerde, iktidarın işbirliğine karşı çıkması”.
Eh, Manisalı madem “CHP’nin kazandığı belediyelerle işbirliğine karşı çıkan Erdoğan rejimini” eleştirmiş, sıranın HDP’nin kazandığı belediyere geleceğini düşünerek sevindim.
Okudum okudum…
HDP’li belediyelere rastlayamadım. Oysa “CHP’li belediyeyle işbirliği yapmayan” rejim tam 8 HDP’li belediyeyi, bırakalım bunlarla “işbirliğini”, yalnız gaspetmekle kalmamış, bu belediyelerin eşbaşkanlarını içeriye atmıştı.
Virüse karşı birleşme lafı kulağa hoş geliyor.
Virüs sınıf, parti, din, mezhep ve millet farkı tanımayan bir düşman. Bu durumda beklenen nedir? Aradaki politik mücadeleyi virüsü yere serene kadar “ertelemek” ve virüs sonrası “kaldığımız yerden” kavgaya devam etmek değil mi? AKP’nin “CHP’ye karşı kutuplaştırma” siyasetine karşı çıkıp da milyonlarca seçmenin oy verdiği HDP’ye karşı kutuplaştırmaya aldırmamak olur mu? Türkler arasında faşistinden dincisine, ulusalcısından liberaline kadar “birleşme”den söz edip, Türklerle Kürtler arasında kutuplaşmaya göz yummak neyin nesidir?
Evet! Virüs salgını kendi başına, yani elektronik mikroskoptaki haliyle politik ya da ideolojik bir yaratık değildir. Tıpkı tek bir insanın yaşamadığı bir bölgede, diyelim ki çölün ortasında meydana gelen deprem gibidir. Sonuçta biri biyolojik, diğeri tektonik bir hadisedir. Formülden insanı çıkarın her ikisi de “masum”dur. Tıpkı insansız bir cangıldaki “yırtıcı” hayvanlar gibidir. TV belgesellerinde merakla izlemiyor musunuz? Denklemde insan yoksa tüm ekolojik varlıklar birbirini dengeler, hepsinin hayat hakkı vardır.
İşin içine insan girince her şey değişir. Deprem de, sel de, yangın da, mikrop da, virüs de “öldürücü” olmakla kalmaz. Anında politikleşir, sınıfsallaşır, etnikleşir, dincileşir, partileşir, devletleşir ve ortaya iki tip insan çıkar:
Ölen ve öldüren.
Sınıflı toplumda bir felaket karşısında “kutuplaştırmak” şu veya bu derecede kaçınılmazdır. Demokrasili toplumlarda bu “kutuplaştırma” halkın örgütlü gücü sayesinde nisbeten “keskin bir kutuplaştırmaya” dönüşmez. Ama demokrasi yoksa, ülkenin başında bir diktatör varsa, halk örgütsüzleştirilmişse, öyle bir kutuplaştırma yaşanır ki, Erdoğan’ın tabiriyle virüs zenginden, AKP’liden, Saray’dan yani egemen sınıftan ve egemen ulus, din ve mezhepten “bir götürürse”, ezilen sınıftan, ezilen ulus, din ve mezhepten “milyon götürür.”
Virüsle mücadele genel olarak “tıbbi” bir savaşsa, özel olarak politik, ideolojik bir savaşa dönüşür.
Türkiye’de olan budur.
Sağlık emekçileri hayatlarını tehlikeye atarak virüsle mücadele ederken, Saray Kürt halkına karşı ilan ettiği savaşı devam ettirmiyor mu? Kürdistan’da son demokrasi kırıntılarını da yok etmiyor mu? Devletin savaş açtığı Kürt insanı, bu zor zamanlarda güvebileceği kendi belediyelerinden mahrum edilmiyor mu? Bu belediyeler elektrik,su ödemelerini erteliyor, yaşlılara, hastalara elinden gelen desteği veriyor,devletten alamasalar da uluslar arası dayanışmayı bin bir engele karşı örgütlemeye çalışıyor.
Şimdi söyleyelim: Belediyelerin gaspı, Kürt halkını virüse karşı mücadelede “silahsızlandırmaktır.”
Bu kutuplaştırma insansız ortamda alelade mikronluk birer ekolojik varlık olan virüsü Kürdistan’da “bakteriyolojik silah” haline getirmektir.İnsanların evlerine kapatılması, fiili OHAL ile örgütlenme ve direnme imkanlarının yok edilmesi, belediyeleri de gaspederek çaresiz bırakılması yüzbinlerce insanın ölümüyle topyekun jenosid tehlikesini yaratmıştır.
Ortaçağ’da veba salgını patladığında, salgının baş gösterdiği şehir ve kasabalarda, vebaya yakalanmış olsun olmasın, evlerin kapı ve pencereleri kalın kalaslarla kapatılır ve insanların tümü ölüme terk edilirmiş.
Şimdi belediyelerin kapı ve pencereleri de böyle. Evlerin kapı ve pencereleri ne zaman çelik levhalarla kapatılacak?
Bir kutupta saray ve virüs, karşı kutupta yoksullar ve ezilen halklar.
Kutuplaştırmaktan şikayet etmenin anlamı yok: Ulusalcı bu kutuplaşmanın hangi kutbunda duracak. Soru budur.