Öcalan’ın avukatlarından Şakar, İmralı sistemini ve 8 ayın ardından gelen mesajı değerlendirdi: ‘Politik gelişmeler, gündelik olarak orada yansımasını bulur. İmralı tarihinin şaşmaz kriterlerinden biridir bu’
İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi’nde tecrit altın tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan 8 aylık bir aranın ardından 2 Mart’ta kardeşi Mehmet Öcalan ile bir görüşme gerçekleştirdi. İktidarın İmralı’da yangın çıkan yangını açıklamasının ardından oluşan tepkiler üzerine gerçekleşen görüşmede Öcalan, kamuoyuna ‘üçüncü ayak’ mesajını iletti.
Öcalan’ın avukatlarından Mehmet Şakar, devletin İmralı’ya yönelik yaklaşımlarını ve Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği mesajları Mezopotamya Ajansı’ndan Ferhat Çelik’e değerlendirdi.
Şakar’ın verdiği röportaj şöyle;
- İmralı’da çıkan yangın nedeniyle 8 ay aradan sonra PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan kendisiyle görüşebildi. Kamuoyunda “İktidar ne zaman sıkışsa o zaman İmralı’nın kapılarını açıyor” yorumları var. Sizin bu konudaki düşünceniz nedir?
İmralı sisteminin uluslararası komplonun bir parçası ve devamı olarak inşa edildiği gerçeğini hiçbir zaman akıldan çıkarmamak gerekir. Özel bir mekan ve özel bir sistemdir, herhangi bir hapishane gibi ele almak yanılgılı olacaktır. İmralı Ada Hapishanesi’nin inşasının stratejik nedenleri var. Komplonun hedeflerini zamana yayarak gerçekleştirmek gibi. Öcalan şahsında Kürt halkına reva görülen bir yaşam tarzı olarak tecrit bu sistemin doğasında var. Orada ilk günden beri günlük yaşam bile bu genel amaca göre işletilir. Aile, avukat görüşmeleri de buna dahildir. Politik gelişmeler, gündelik olarak orada yansımasını bulur. İmralı tarihinin şaşmaz kriterlerinden biridir bu.
Elbette her tutsağın ailesiyle görüşme hakkı var, avukatlarıyla düzenli görüşmesi temel hakkıdır. Ancak İmralı sistemi açısından bu ilkenin bir karşılığının olmadığı açıktır. Bu nedenle her aile ve avukat görüşmesine politik bir açıdan bakma, genel politik atmosfer içinden anlama çabasına giriliyor. Bu açıdan bakıldığında, İdlib’de yaşanan sıkışmayla eş zamanlı olarak İmralı’da yangın haberine karşı Kürdistan’da ve Avrupa geliştirilen eylemlilikler böyle bir görüşmenin önünü açmış görünüyor.
Hükümetin, temel bir hakka saygı gösterip aile görüşmelerine olanak sağlamadığı, tecridin de bu bağlamda bir görüşmeyle ortadan kalkmadığını bir kez daha vurgulamak isterim. Öte yandan bu gelişme esasında tecridin nasıl kırılabileceğinin de yolunu bize göstermektedir.
Öcalan, verdiği son mesajlardan en dikkat çekeni “masa metaforu”ydu. Öcalan, burada demokrasi güçleri için “Üçüncü Ayak” olması gerektiğini de ifade etmişti. Öcalan, ifade ettiği masanın iki ayağını kimler oluşturuyor?
Sayın Öcalan’ın Türkiye sisteminin işleyişine dair temel yaklaşımı üzerinden bu metaforu anlamak mümkün. “Demokratik Uygarlık Çözümü” başlıklı savunmalarının 5’inci cildinde Öcalan bu konuya değinir. Özellikle ‘Türkiye Cumhuriyeti’nde Hegemonik İktidar Kayması’ başlıklı bölümde bu metaforu kullanmadan masanın iki ayağını tarif eder. Türkiye sisteminin geleneksel Kemalist, ‘beyaz Türkçü’ eski elitlerin yerini ‘yeşil Türkçü’ yeni elitlerin alış sürecini izah eder ve esasında bu iki ‘ayağın’ da sistem için hegemonik iktidar odakları olduklarını vurgular. Bu iki ayak arasında esasında bir ‘Çin Seddi’ bulunmadığını, Cumhuriyet’in pek çok ideolojik ve politik kurumunu paylaştıklarını ancak aralarında yine de önemli çelişkilerin bulunduğunu ifade eder. Günümüzde bu çelişkilerin kendisini Yeni Osmanlıcılar ile Laik Cumhuriyetçiler olarak sürdürdüğünü de vurgular. Tarihsel açıdan birbirini takip eden bu iki eğilimin Kürt halkının temel taleplerinin ve direnişinin karşısında konumlandığını ve iktidarlaşma süreçlerinin de bu özlemlerin bastırılmasıyla bağlantılı olduğunu da ele alır. Zaten Kürt Özgürlük Mücadelesinin de mevcut Cumhuriyet’in bu iki ana iktidar damarına rağmen gelişip demokratik ve halkçı bir dinamik olarak tarih sahnesinde yer aldığını ifade eder.
Üçüncü ayak nasıl güçlendirilebilinir. Bu yönde demokrasi güçlerine düşen görevler nelerdir?
Öcalan’ın okuması üzerinden devam edersek esasında bir üçüncü ayağın varlığından söz etmek mümkün. İktidar içi hegemonik güç kavgasının dışında kalan Kürtlerin ve diğer halkların, ezilenlerin, sol güçlerin tümü demokratik seçeneği temsil ederler. Kürt halkının bugüne kadar verdiği mücadele, yarattığı demokratik ilerici birikim, kendini demokratik bir alternatif olarak Türkiye halklarına sunma olanağını yaratmıştır. HDP sadece bunun bir parçasıdır. HDP pratiği bile bu demokratik seçeneğinin ne kadar güçlenebileceğini, halklar için umut olabileceğini göstermektedir. Bu birikimin oluşmasında, halkların demokratik alternatifinin yaratılmasında Öcalan’ın emeği oldukça büyüktür. Öcalan, bu temel seçeneğe olan inancına vurgu yapmıştır. Ve elbette bu seçeneğin pratik olarak da çok daha güçlendirilebileceğine, bunun için de mücadele edilmesi gerektiğine gönderme yapmaktadır. Bunun yolu aslında bellidir. Öcalan savunmalarında sıkça ifade edilmiştir. Hatta Öcalan’ın paradigması bunun üzerine inşa edilmiştir. En küçük birimden, yerelden başlayarak halkın, demokrasi güçlerinin kendilerini örgütlemesi, öz güçlerine dayalı bu örgütlenmelerini yeni bir yaşam tarzı biçiminde geliştirmeleri gerektiği ifade edilmiştir. Kendilerini iktidarın üçüncü bir parçası olarak değil, demokratik bir sistem olarak örgütlemeleri ve halkların demokratik alternatifi olmaları işin özünü oluşturmaktadır.
Öcalan görüşmede Kuzey Suriye’ye de vurgu yapmış ve oradaki çalışmaların doğru olduğunu ifade etmişti. Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigmalardan biri olan “Demokratik Modernite” tezi Rojava’da hayat buldu diyebilir miyiz?
Öcalan, görüşmede Rojava’ya dair “strateji doğrudur” demektedir. Bu önemli bir vurgu bence. Rojava Devrimi esasında Öcalan’ın paradigmasının temelinde bulunan demokratik ulus tezinin bir pratiği olarak açığa çıkmıştır. Suriye’de iç savaş süreci başladığında Rojava’da bir devrimi var edebilecek düşünsel bir arka plan vardı. Bu düşünsel hazırlık, olgunluk olmasaydı Rojava Devrimi’nden söz edilebilinir miydi emin değilim. Öcalan’ın ve Kürt Özgürlük Mücadelesinin tarihsel deneyimi üzerine inşa edilen demokratik ulus teorisi, Rojava’da bir devriminin fikri ortamını hazırlamıştır. Savaş ortamında, koşulları oluştuğunda da pratikleşmiştir. Dolayısıyla Öcalan Paradigmasıyla Rojava Devriminin birbirinden ayırt edilmesi mümkün değildir. Rojava’da hayat bulmasının ötesinden bir içiçe geçmişlik, bir ‘olmazsa olmazlık’ söz konusu bence.
Rojava Devrimi, bugün Suriye halkları arasında özellikle de Arap halkı tarafından da geniş bir kabul görmüş durumda. Hali hazırda Suriye’nin geneli için olası bir çözüm de bu coğrafyada filizlenmiş durumdadır. Ne emperyal müdahale ne de Arap milliyetçiliğine dayalı otoriter yönetim biçimi halkları bir arada tutamayacaktır. Öcalan fikriyatına dayalı seçenek güçlendikçe Suriye için de bir bütünsel çözümü yaratabilecektir.
Öcalan “Türkiye bir Amerika’nın yanında, bir Rusya’nın yanında. Bu çözüm değil. Çare olamaz” demişti. Peki çare nerede? Türkiye’nin nasıl bir yol izlemesi gerekir? Mevcut İktidarla Türkiye’de bir değişim ve dönüşümün yaşanması mümkün müdür?
Türkiye’nin bu iki küresel güç arasında salınıp durmasının temel nedenini zaten Kürt meselesinde demokratik bir çözüme yanaşmaması oluşturmaktadır. Mevcut iktidar bloğu, Kürt halkının en temel haklarının reddi karşısında, bu güçlerin iktidar oyunlarının malzemesi olmaya razı olmaktadır. Bu nedenle sürekli şiddet ve savaş üreten bir devasa aygıta dönüşmüş durumdadır. İçeride toplumun kılcal damarlarına varana kadar baskıyı derinleştirme, dışarıda ise savaşı ihraç ederek yayılan bir yaklaşım söz konusudur. Kürt halkıyla ortak bir gelecek kurmama çabası, sürekli savaştan, ölümden, yıkımdan bahseden bir rejim gerçekliğinin inşasına yol açmıştır.
AKP/Erdoğan rejimi kendini kalıcı bir hegemonik güç haline getirmeye çalışıyor. Bunun yolunu da savaş koalisyonu oluşturmakta ve buna uygun yürümekte bulmuş gibi görünüyor. Esasından 2013-15 yılında müzakere sürecinin bitirmesinin altında da bu yatıyordu. Daha o zamanlar Öcalan, HDP heyeti ile yaptığı görüşmelerde, “AKP hegemonya istiyor. Biz eskisine doyduk, yeni kambur istemeyiz” demişti. Dolayısıyla mevcut iktidarla bir değişim artık çok mümkün görünmüyor. Sınırsız bir güç ve savaş makinesinin üzerine oturmuş bir iktidarın dönüşme şansını zor görüyorum.
Mevcut iktidar bloğunun savaş merkezli siyasetinin aşılması gerekiyor. Savaş siyasetinin tıkanması, buna göre dizayn edilmiş iktidar ilişkilerinin dağılmasını da getirebilir. Mevcut siyasetin ağır toplumsal, insani ve ekonomik sonuçlara yol açtığı ve bu siyaseti sürdürmenin eskisi kadar kolay olmadığı açıktır. Ancak iradi bir müdahale, bir direniş ve çaba olmadan, bu çaba daha da büyütülmeden savaşa göre kendisini kurmuş güç ilişkilerinin aşılması da mümkün olmayacaktır.
Bunun için de daha önce bahsettiğimiz gibi demokratik seçeneğin geliştirilmesi, güçlenmesi, savaş ve şiddet karşıtı geniş bir cephenin oluşması, milliyetçilik dışında bir ortak yaşam dilinin gelişebilmesi gerekiyor. Bununla bağlantılı olarak Rojava’da kazanımların korunması ve Suriye’de bir çözümün gelişmesi için çaba gerekiyor. Mevcut iktidar bloğunun savaşma iradesinin kırılması, hem içeride güçlü bir barış ve demokratik hareketin oluşması hem de Rojava’da/Suriye’de halklar lehine bir çözüm yolunun açılmasıyla mümkün olacağını düşünüyorum. Bu nedenle de Öcalan’ın son görüşmede her iki alan açısından da güç olmanın gereğinden bahsetmesini önemli buluyorum.
Dünya koronavirüs salgını tehdidiyle boğuşuyor. Bu virüs sadece dışarıdaki insanlar için değil mahpus olan içerideki insanlar için de tehdit. Öcalan başta olmak üzere cezaevlerindeki bütün tutuklular için kaygılar dile getiriliyor. Bu virüs karşısında cezaevlerinde neler yapılmalıdır?
Koronavirüs herkes için büyük bir risk ancak en fazla da mahpuslar için tehlike oluşturmaktadır. Bu virüse karşı korunma amaçlı önerilen her şeyden mahrum yaşamaktadırlar. Sağlıklı, hijyenik bir ortamdan da, iyi beslenmeden de, gerektiğinde doktor ve hastaneye erişimden de yoksunlar. Ayrıca kronik hastalıkların yoğun olduğu yani risk gruplarının en fazla olduğu mekanlardır hapishaneler. Dışarıda bireysel tedbir almak, sosyal mesafe koymak vs bireyin imkanları dahilindedir ama içeride bunun olanakları bulunmamaktadır. Hukuk ve insan hakları örgütlerinin kamuoyuna sundukları talepler var, onların bir an önce pratikleşmesi lazım. İletişim olanaklarının artırılması, aile ve avukatlarıyla sıkça telefon görüşmeleri yapma imkanının tanınması gerekir. En önemlisi hapishanelerde aşırı bir yığılma var, bu haliyle palyatif tedbirler de işe yaramayabilir. İran da olduğu gibi geniş bir tahliye en uygun çözüm gibi görünüyor. Sayın Öcalan için de hijyenik, korunaklı bir ortamın oluşturulmasından, acil sağlık tedbirlerinin alınmasından devlet sorumludur. Aile ve avukat görüşmelerine izin verilmesi, düzenli bir telefon iletişiminin olması gerekiyor. Bunun da ötesinde Öcalan için politik ve hukuksal açıdan en adil yaklaşım elbette ki özgürlüğünün sağlanması olacaktır.
HABER MERKEZİ