Kapitalizmin insanlığa karşı açtığı savaşın yeni biçimi Covid-19 oldu. Öncekilerden çok daha kıyıcı ve yok edici bir savaş bu. Ve kapitalistlerin tüm savaşları gibi burada da ilk önce gerçekleri vuruyorlar. Asıl fail olarak sistemi görünmez hale getirmek için buna mecburlar.
Piyasada çokça bulunan virüsün ABD laboratuvarların da üretilip Çin’in üzerine salındığı türündeki komplo teorilerine gerek yok. Deprem, sel, çığ gibi doğa olaylarının, ekolojik görüş açısı olmayan, bir avuç zengini daha çok zengin etmek pahasına, milyarları yoksulluk ve sefalete sürükleyen bir sistem altında bir felakete dönüşmesi gibi sağlığı bir insan hakkı olmaktan çıkararak piyasa nesnesine dönüştüren sistemde bu felaketin dolaysız sorumlusu konumundadır. Hastalığı ve ilacını aynı anda üreten bir sağlık sistemi, ilaç tekellerine kazanç, milyarlarca yoksula ise hastalık ve ölüm taşıyan bu salgının kaynağıdır.
Neoliberal kapitalizmin mottosu özelleştirmeydi. Bu süreç; sağlık, eğitim, ulaşım, konut, sağlıklı gıda ve suya kavuşmanın bir insan hakkı olmaktan çıkarılarak arz-talep keyfiyetine terk edilmesi üzerinden işletildi. Rekabet, bolluğu ve ucuzluğu getirecek, bu yoldan refah toplumuna doğru ilerlenecekti! Ne var ki rekabet denilen şeyin emeği ve doğayı yağmalayarak büyüyen ve tüm dünyayı bir savaş arenasına çeviren tekellerin kavgasından başka bir şey olmadığı çok geçmeden anlaşıldı. Ve tabii ki bu kavgada hep doğa ve emek ayak altında ezildiler.
Bugün karşı karşıya bulunduğumuz Koranavirüs salgını da bu gerçeğin göz çıkaran izdüşümlerinden biridir. Dün özelleştirmeyi her şeyin çözümü olarak sunanlar bugün kontrolden çıkan ve üretimi tehdit eden virüse karşı tüm özel sağlık işletmelerini geçici olarak da olsa kamulaştırmayı bir çözüm olarak önüne çekmek durumunda kalmaktadır. Kendi başına bu bile, salgınla sağlık sistemi arasındaki ilişkiyi anlamak bakımından aydınlatıcıdır.
Salgının başladığı yer olan Çin’in kamusal uygulamalar yoluyla salgını kontrol altına alması ya da Küba gibi sınırlı olanaklara sahip ama sağlığı kamusal bir hak olarak ele alan devrimci bir ülkenin tedavi konusunda emperyalist devleri fersah fersah geride bırakan bir pratik sergilemesi, aynı denklemin farklı okumalarına da fırsat vermektedir. Kübalı doktor Luis Herrera’nın “Dünyanın, sağlığın ticari bir faaliyet değil temel bir hak olduğunu anlama fırsatı var” sözleri bu gerçeğin bir başka ifadesidir.
Covid-19 salgının yarattığı sarsıcı ve yıkıcı etki, çürüyen her yanından dökülen sistem aklının faşizm biçiminde işlediği bizimki gibi ülkelerde daha çarpıcı biçimde yaşanıyor. Erdoğan başta gelmek üzere, faşist rejim temsilcilerinin ve sözcülerinin açıklamaları bu bakımdan dikkate değer. Salgının başladığı ilk andan itibaren halkı bilgilendirmek yerine, ismi ve yeri belli olmayan hastalar ve sayılarla gerçeklerin bir gizem perdesi ardında tutulması, bu aklın nasıl işlediğinin görünümlerinden biriydi. En son Saray’da konunun ilgilisi olan kuruluş temsilcileriyle yapılan toplantı sonrası, bizzat Erdoğan tarafından açıklanan önlemler paketi ise, aynı gerçeğin bir başka itirafı niteliğindeydi. Zirveden kapitalistlere teşvik, risk grubundaki yoksullara ise maske ve kolonya desteği çıktı.
Tablo açık. Sistemin ürettiği bu salgın, ezenlerle ezilenler arasındaki ayrımın geldiği düzeyi tüm çıplaklığı ile gözler önüne seriyor. Sistemin küresel düzeyde yaşadığı varoluşsal kriz bu zeminde olabildiğince açık hale geliyor. Dahası sisteme karşı küresel düzeyde bir karşı çıkış ve kopuşu da olgunlaştırıyor. Bir çeşit milat ortaya çıkıyor. Korona’dan önce ve sonra diyebileceğimiz bir dünya tarihsel zemin bu. Ya sistem, kendisiyle birlikte tüm insanlığı biriktirdikleriyle birlikte yok oluşa sürükleyecek. Ya da insanlık, buradan bir kopuş yaratacak ve yaşayacak. Bu kopuş iradesinin potansiyel gücü dünya halklarında var.
Ezilenleri gerçekle buluşturmak ve bu savaşı tersine çevirmek her zamankinden daha yakıcı ve acil, yaşamsal bir sorumluluk haline geliyor. Ezilenlerin sistemle yüzleşmesi ve yeni bir bilincin inşa etmesinin olanakları olgunlaşıyor. İktisadi, siyasi, ideolojik-kültürel düzeyde çöküşten kaynaklanan farkındalık, bütünlüklü bir alternatifin parçaları olarak sonuçlarına ulaşmalıdır.
Toplumun, sistem karşısında öz savunmasının güçlendirdiği, ideolojik ve politik olarak gerçeğin gücüyle silahlandırıldığı bir yaklaşımın hayat bulması bu bakımdan yol açıcı olacaktır. Bu bakımdan, sistem dışı örgütlü güçler insanlığın başına musallat edilen bu felaketin sistemin felaketine dönüşmesi ve krizin ortaya çıkardığı kopuş potansiyelini realize etme sorumluluğuyla hareket etmelidir. Zira Koronadan öncesi ve sonrasını ayıracak çizgiyi belirleyecek olan budur.