Kapitalizm yüzyıllardır insanı ve toplumsallığı hedef alan saldırılarını artırarak devam ettiriyor. Dünyanın neresinde olursa olsun kendi sitemini tehdit edecek her türlü birikime, değere, emeğe, doğaya dönük olarak ulus devletin tüm zor ve baskı aygıtlarını kullanarak saldırıyor.
Kapitalizm iki kutuplu dünya sistemi içerisinde sosyal refahı artıracak politikaları, neoliberal programları hayata geçirmiş, bunlarla krizini aşamadığı dönemlerde ise savaş politikaları ile ömrünü uzatmaya çalışmıştır. Reel sosyalizm deneyiminden sonra ise ortaya çıkan tek kutuplu sistemde giderek daha fazla otoriterleşen rejimleri ortaya çıkarmış, birçok ülkede sağ, popülist partiler iktidar olmuşlardır. Kapitalist sistem her dönem kendi krizini aşmak için birçok yöntemi hayata geçirmiştir.
Bugün de azgınlaşan sömürü ve emperyal politikaları hayata geçirmede tereddüt etmeden dünyanın pek çok coğrafyasında etnik, inançsal farklılıkları körükleyen çatışmaları, savaşları derinleştirmeye, güvenlikçi savaş politikaları ile kapitalist modernitenin ömrünü uzatmaya çalışıyor. Birçok ülkede sürmekte olan toplumsal ekonomik kriz dünyanın her yerinde işsizlik, açlık, yoksulluğu derinleştirmekte, muhalefet edenleri şiddet ve baskı politikaları ile susturmaya çalışmaktadır.
Türkiye’de ise AKP+MHP iktidar bloğu uzun süredir bir yönetememe ve ekonomik kriz süreci ile karşı karşıya. Ülke 15 Temmuz darbe girişimi sürecinden sonra yeni rejimin kurumsallaşması için uzun süredir OHAL rejimi ile yönetiliyor. En temel demokratik haklar, evrensel insan hakları askıya alınmış, darbe bahanesiyle yüz binlerce emekçinin çalışma hakkı elinden alınmış, iktidar bloğuna muhalif olan yüzlerce kurum, basın yayın organı, kadın kurumları, demokratik kitle örgütü kapatılmış, tüm muhaliflere dönük adeta bir cadı avı başlatılarak faşizan baskılar kalıcı hale getirilmiştir.
Demokratik siyaset, siyasetçiler de çökertme planı ile etkisizleştirmeye, kriminalize edilerek marjinalleştirilmeye çalışılmıştır. İktidar bloğu son yerel seçimlerde tüm bu faşizan baskı politikalarına rağmen Kürdistan başta olmak üzere birçok büyükşehirde kaybetmiştir. İktidarını kaybetme korkusu saldırganlıklarını artırmış, faşist blok seçimlerde ortaya çıkan halk iradesini yok saymış, seçilmiş belediye eş başkanları, meclis üyelerinin mazbatalarını YSK eliyle iptal ettirmiş, daha sonrada birçok seçilmişin yerine kayyım atayarak bir kez daha hukuk tanımaz gayri meşru rüştünü tekrarlamıştır.
Faşizmin bu sistematik ve süreklileşen saldırıları karşısında halkların, farklı inançtan tüm kesimlerin, toplumsal muhalif güçlerin, sol sosyalist kesimlerin, emeği ile geçinen emekçilerin asgari bir demokrasi programı etrafında ortak bir mücadelenin yürütmesi bir ihtiyacın ötesinde bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Krize karşı dünyanın birçok yerinde direnmeler yaşanmaktadır. Ancak bu direnişlerin birbirinden kopuk olması, gerek dünya çapında gerekse de yerelde mücadelelerin ortaklaşmaması, bir programa kavuşturulamaması en önemli zaafını oluşturmaktadır. Yaşadığımız süreci demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, hukuk dışı yönelimlerin çokça yaşandığı, buna karşı emekçilerin, muhalefetin kendi arasındaki birliğinin zayıf olduğu bir dönem olarak ifade edebiliriz.
Programı, alternatifi olmayan bir muhalefet marjinalize olmaya, iktidarın değirmenine su taşıma potansiyeline sahiptir. Dünyaya, toplumsallığa, sınıf ve kadın mücadelesine farklı yaklaşımlarımız, kendi cephelerimizde farklı mücadele yöntemlerimiz olabilir. Ancak evrensel demokratik değerler, hukuk, adalet, sekülerizm, emek, barış ve insanca bir yaşam üzerinden demokratik bir cumhuriyet talebi asgari müştereklerimiz olabilir. Bunlar üzerinden oluşturulacak bir demokrasi mücadelesi, demokratik güç birliği bu iktidarı ve faşizmi yenilgiye götürecek yola döşenecek taşların ilki olabilir. Emekçiler, kadınlar ve gençlik bu birlikteliğin pratik ifadesinin öncülüğünü yapacak kararlılık ve dinamik yapısına sahiptir. 8 Mart’ta Türkiye’nin tüm illerinde kadınların sokağa yansıyan mücadele kararlılığı, azmi ve coşkusu bunun en yakın örneğidir. Çaylar, dereler, ırmaklar ancak birleşerek denizlere ulaşabilirler.