Elsie Clews Parsons gibi kendi çağının akıl sınırlarını zorlayan muhteşem bir kadına dair bir şeyler yazmak hiç şüphesiz biraz cüretkarca olsa da unutulmaya yüz tutmuş bu kadının hatıralarını canlı tutmak başka bir istenç ve çabanın sonucudur. Bütün hayatı mücadele nüansı ve bilimle geçen Elsie Parsons’ın hareketli yaşamı ve çalışmaları, kültürleşme ve çeşitlilik hakkındaki aydınlatmacı söylem ve tezleri bir makaleye sığmayacak kadar engindir, o sebeple sadece onu light bir biyografik lensle hatırlatmaya çalışacağım.
Elsie Parsons kendi çağına iz bırakan öncü bir feminist, seçkin bir antropolog, takdirle karşılanan bir sosyolog ve aykırı bir sosyal eleştirmendi. Hem akademi hem de toplumsal cinsiyet asimetrisinin üstesinden gelme çabaları 1. Dünya Savaşı sonrası Amerika toplumunu yeniden yapılanmaya zorlayacak kadar olgusal sonuçlar ortaya çıkardı. Kendi çağına bıraktığı iz ve açtığı alan kadınlar başta olmak üzere birçok kesimi etkisi altına almıştı. Sosyolog, antropolog ve feminist Elsie totaliter rejimlerden ekoloji ekstraksiyonizme, mültecilikten sanayi toplumunun hastalıklarına kadar yüzyılın birçok sorun ve toplumsal bölünme psikolojisi hakkında muazzam bir içgörü ve öngörüyle yazdı.
“Öznenin Sınıflandırma” kuramını kurarken, Walter Lippmann bile daha o zamanlar stereotipler sistematiğinin ve önyargı psikolojisinin keşfinden bir hayli uzaktı. Hannah Arendt’in toplumsal kurguya yeni çehre veren “kuramından” on yıllar önceydi Elsie’nin öncül antropolojik ve sosyolojik saha çalışmaları ve buna bağlı olarak ortaya çıkan öngörüleri. Elsie 1920-30’lı yıllar arasında yaptığı köklü saha çalışmalarıyla ileriye dönük öngörülerinin yanı sıra iç içe geçmiş birçok toplumsal alanı karmaşık sorularla ele alıp önemli tespitlerde bulunmuştu. O “hiç kimsenin kanı dökülmeden büyük toplu ölümlerin (katliamlar) ve büyük toplumsal silahlar yerine ayrımcılığın” alacağını öngörmüştü.
Elsie, 1920’lerde ve 1930’larda Amerika’daki eril akademik gücü kırarak yaptığı saha çalışmalarıyla dönemin toplumsal sosyolojisini, sınıf mücadelesini ve siyasetini kadın perspektifiyle mercek altına alan öncü kadınlardandı. Ağırlıklı olarak bağımsız sanat ve kadın bilimleri alanındaki çalışmalarıyla bilinen Barnard Koleji mezunu olan Elsie, aile servetini savaş sonrası kriz sırasında Columbia Üniversitesi antropoloji bölümünü finanse etmek için kullandı ve daha sonraki yıllarda New York’un ikonik entelektüel özgürlükçü ve ilerici düşünce cenneti olan New School’un kurucuları arasında yer aldı.
Amerikalı entelektüel, yazar, gazeteci ve erken dönem feministi olarak ünlenen Sarah Margaret Fuller’dan büyük ölçüde etkilenen Elsie, salt kadınların kültürel eşitliğini veya etkin entelektüel bireyler olarak toplumsal hayata katılımlarını savunmakla kalmadı, aynı zamanda kadın olma halini güçlü bir dayanak olarak gördü. O da Margaret Fuller gibi transandantalistlerin düşünce çemberinde kalarak farklılığı bir zayıflık noktası olarak değil, yeniden düşünmek ve entelektüel üretim için bir seçenek olarak gördü. Sosyal bilimin metafiziğinin ilkel sularından metodolojinin sağlam zeminine doğru yükseldiği ve sıklıkla öjeniklere yol açan taklitlerle lekelenen bir çağda öncü bir misyon üstlenerek akademik muhafazakarlığa karşı atağa geçti. Çok az kadın araştırmacının ve akademisyenin akademi (eril) tarafından akredite edildiği bir dönemde Elsie çağın zarar verici maddelerinin (akademideki patriyonalizme) çoğuna meydan okuyarak kadın olarak yeni bir alan açtı, araştırdı, yazdı ve eserler verdi.
Elsie zamanla yerli Amerikan kabilelerinin sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik durumlarını araştırmalarının odağı haline getirerek, yerli toplumları “medeniyet” ile dengelenmesi gereken “ilkel” kültürler olarak değil (dönemin normatif görüşü) yerel sosyal organizasyon ve kültürel uygulamaların alternatif modelleri olarak gördü, kendi haklarında ve birçok yönden kendi toplumundan ileri olanlara nasıl yaşanacağını öğretmek yerine öğretilecek çok şeyleri olan kültürler olarak sınıflandırdı.
Elsie bu araştırmalarla ait olduğu kültürünün sorunlu eğilimleri ve toplumun kurduğu yörünge hakkında keskinleşen eleştirilerini ve büyüyen şüpheciliğini dile getirmekle kalmadı, yeni alternatif kültürel modellere işaret etti. Buna dair bağlam noktaları sosyolojiyi ve antropolojiyi bir araya getiren yerli toplumların kültürel aktarımlarıydı. Zamanımızın en rahatsız edici, baskıcı ve tehlikeli gerçeklerinden bazılarının neye yol açabileceğini ve kalıcı tahribatları hakkında eleştirel makaleler, kitaplar yazdı ve muazzam bir psikososyal içgörü ve öngörü ile radikal bir muhalefet ses haline geldi. O zamanlar akademik düzlemde tartışmalı olarak nitelendirilen pek çok çalışma ve eserinin günümüzün toplumsal olgularıyla bu denli örtüşüyor olması “dahiyanelikten” başka bir şey değildir. Özellikle 1916 tarihli “Sosyal Kurallar ve İktidarın İradesi” adlı çalışması (The Social Rules: The Will of Power, 1916) dünyayı rahatsız eden çeşitli totaliter rejim biçimlerinin yol açacağı fiziki ve psikolojik tahribatların tarihin en barbar soykırımlarını ortaya çıkaracağını yüzyıl önce öngörmüştü. Bunun yanı sıra modern çağın vebası haline gelen ırkçılık hastalığının önü alınamaz bir boyuta evirileceğini özellikle belirtmişti.
Toplumsal cinsiyetçilik, ırk ve mezhep temelli savaşlar, çevre talanı ve milliyetçilik hala insanlığımızın ortak dokusunu ve değerler merkezini ziyana uğratmaktadır. Elsie, Amerika yerlileri üzerine yaptığı saha çalışmaları esnasında geliştirdiği “Öznenin Sınıflandırma” kuramını, sınıflar arası felsefi antagonizmlerin soyutlama biçimi olarak olgusallaştırdı. Soyutlamanın keskin çehresi olarak hem bir sonraki çağın entelektüel tanımını etkiledi hem de çetin bir protagonist olarak tarihe geçti, unutma hali her ne kadar aynı antagonist öğenin başka bir türevi olsa da, o kendi çağını etkin varlığının zannı altında bıraktı.