Dünyayı bir panik sarmış bulunmakta. İlk kez Çin’de ortaya çıkan koronavirüs, bilimsel adıyla Covid-19 virüsünün neden olduğu, çok hızlı gelişen ve özellikle yaşlılarda ölümlere yol açan salgın, tüm dünyada bir panik havası yarattı. İlk kez Çin’de ortaya çıkan hastalık inkâr edildi, hastalığı keşfeden doktor hain ilan edilip hakkında soruşturma açıldı. Ancak sonradan o kahraman doktorun da hayatına mal olan korona, 1.4 milyarlık ülkeyi esir aldı.
Çin’den sonra hastalık tüm dünyaya yayılmaya başladı. İlk önce İran ve İtalya’yı en büyük ölçüde etkiledi. İran, başlarda Çin gibi davranmakla birlikte tedbir alma becerisini fazla gösteremedi. İtalya ise tüm Akdeniz halklarının ağır kanlılığı ve meseliyi önemsememesinin zehirli meyvelerini toplamaya devam ediyor. Başta amiyane deyimle lay lay lom havası, sonrasında ve özellikle evlere kapanma sürecinde de bir tür devam etti. Balkonlarda karşılıklı şarkı söylemeler, oyunlar medyanın konusu oldu. Belki de işin en olumlu yanı buydu, hiç değilse insanların kendilerini büsbütün tecrit etmelerini ve ağır bir pesimizme düşmelerini önlüyordu.
Hastalık, en çok yaşlıları vuruyor ve fakir zengin ayrımını pek yapmıyordu. Bulunmuş kesin bir ilacı da yoktu. İşte özellikle zengin Batılıların paniklemesinin temelinde de bu çaresizlik yatıyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO), hastalığı “pandemi” ilan etti, yani tüm dünyaya yayılmış ölümcül salgın. Devlet başkanlarını kapısında bekleten IMF, kesenin ağzını açtı, bir trilyon dolarlık kredi dağıtabileceğini söyledi. Merkel, yedi yüz milyara, Macron dört yüz milyara yakın harcama yapabileceklerini ilan ettiler.
Hastalığa yakalananların sayısı yüzbinleri, ölenler binleri aşınca tedbirler arttırıldı, birçok ülkede sokağa çıkma yasakları kondu.
Bilim insanları harıl harıl etkili ilaç peşindeyken bizim ülkemizde de boş durulmadı. Koronadan korunma muskaları, şeyhlerden, gavslardan para karşılığı ısmarlama dualarla korunmaya çalıştık.
İşin ciddiyetinin büyük halk kitlelerince de farkedilmesi karşısında ilk kez hava alanlarına termal kameralar konduğu söylendi ama yurt dışından gelenlerin büyük bölümü hiçbir kısıtlamayla karşılaşmadıklarını söylediler. Daha sonra yirmi ülke ile giriş çıkışlar kapatıldı.
Diyanet İşleri Başkanlığı, iki cuma öncesi hutbede kalabalık yerlere gidilmemesini buyurdu, ama Suudi Arabistan, İran gibi ülkelerde bile yasaklanmışken cuma namazlarını yasaklamadı, bu namazların birine sayın Erdoğan da katıldı. Korumaların termal kameralarla tedbir aldığı yansıdı medyaya.
İlk kaz Alevi kurumları tüm cemevlerinin kapatılması ve cem ibadetlerinin yapılmaması kararı aldı. Daha sonra toplanan Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu’nun kararı ile tüm eğlence yerleri, kafeler, salonlar, taziye evleri, AVM’ler ve benzeri toplu gidilen mekânların kapatılmasına karar verildi. Bu arada daha önce Diyanet İşleri Başkanlığı’nca cuma namazı dışındaki vakit namazlarına açık tutulan camilerin de kapalı tutulması sağlandı.
Tabii yalnız yandaş medyada değil, sosyali dahil medyanın her alanında korona uzmanları türedi. Ama özellikle havuz medyasında dış politikadan tarıma, eğitimden savaşa her alanda boy gösteren kadrolu bilim insanları (!), gazeteci, strateji uzmanları gibi kerametleri kendilerinden menkul kadrolu elemanların korona alanında da konuştuklarını, hükümete methiyeler düzdüklerini gördük.
Her ne kadar her çıkan yetkili “Cumhurbaşkanımızn talimatıyla” diyerek her şeyin saraydan geldiği havasını yaymasına rağman ilginç bir şey oldu, bugüne kadar her olayda kendisi konuşan, her açıklamayı bizzat yapan sayın Erdoğan, günlerdir ekranlara çıkmamakta ve bu konuda tek söz etmemektedir. Aslında bana göre iyi de oluyor, çünkü çıkıp bilime aykırı bir söz etse, kimse onun aksini iddia edemeyeceğinden önemli sıkıntılara yol açılabir.
Tüm bu tedbirlere katılıyoruz elbette. Özellikle bugüne kadarki devlet uygulamalarının aksine Sağlık Bakanlığı’nın açıklamaları olumludur elbette. Ancak çok can yakıcı bir durumla karşı karşıyayız. Cezaevlerinde çoğu hasta ve yaşlı olan üç yüz bin civarında tutuklu ve hükümlü, tıkış tıkış koğuşlarda, yeterli havalandırma ve hijyen şartlarından yoksun yaşamaktadır. Özellikle hiçbir delile dayanmadan yatan siyasi tutuklu ve hükümlülerin durumu daha da kötü. Yedi yüz dolayında bebek ve çocuk, anneleriyle birlikte bu zor şartlarda kalmakta. Bunların derhal serbest bırakılmaması halinde devlet olarak da, hükümet olarak da hatta halk olarak da nesiller boyu utancını taşıyacağımız felaketlerle karşılaşabiliriz. Selahattin Demirtaş gibi tüm dünyanın gözü önündeki bir kişinin hastalığını kamuoyundan saklayan bir zihniyetin, toplumu altından kalkamayacağı bir utançla karşı karşıya bırakmasından korkarız.
32 yıl önce Halepçe’de Baas faşizminin katili Saddam tarafından zehirli gazla katledilen beş bin Halepçeliyi rahmetle anıyorum. Saddam’ın Kuveyt’i işgalini, Irak’ı perişan ederek ona hayatıyla ödetenlerin, beş bin Kürdün ölümünü bir varil petrol kadar önemsemeyip suskun kalan emperyalist dünyayı lanetliyorum.